SÖZ MEYDANI- Türkiye’de Muhalif Olmak

Türkiye’de Müslümanlar hep muhalefette oldu veya kaldılar. Bu serüven Tanzimat’la başlar ve 1990’lı yıllara kadar devam eder. İslam’a bir bütün olarak teslim olan Müslümanlar bilinçli olarak hiç iktidar olamadılar. II. Abdülhamid tahtta iken bile muhalefet özelliğini kaybetmeyen bir Müslüman kesim vardır. Bunlardan düşünce adamı, sanatkâr, siyasetçi, yazar-çizer, dergi, gazete çıkartan vs. tüm Müslümanlar padişaha karşı muhalif olmuşlardır. İstibdat denilen bu dönem, muhalefetin en güçlü olduğu ve basın-yayının, dergi ve gazete sayısının rekor sayıda olduğu dönemlerdir. Bu konu inkâr edilemeyen somut bir gerçektir. Bu artış II. Meşrutiyet ve sonrasında da devam eder. Müslümanlar yine muhalefettedir.
Cumhuriyet kurulmadan önce milli Kurtuluş Hareketinin içinde yer alanların dışında yine muhalefet vardır ama siliktir. Öncelik vatan ve hilafet olunca dışa karşı içeride bir ittifak oluşur. Millî Mücadele biter, devleti kurma, yönetme işine girişilir. Bu işe “görev istenmez, verilir” prensibine bağlı olan Müslüman kesim uzak durur. Kimse de görev vermez ve devlet bambaşka bir anlayışın kontrolüne geçer. Bu durum Müslüman aydın ve onların takipçileri tarafından benimsenmez. Bunun için yanlışlara karşı muhalefette kalırlar. Ama yeni yönetim muhalif düşünce istememektedir. Bu sebeple eşi az görülen bir baskı, sansür, kısıtlama, yasaklar uygulamaya konulur. Hiçbir çekinme ve sakınma olmadan her çeşit muhalefet susturulur. Bu, büyük umutlarla kurulan mecliste de görülür. Meclis kürsüsünden susmayanlara “kelleniz gider” işaretleri yapılır. Yine susmazlarsa infaz ettirilir. Deli Halit Paşa, Ali Şükrü Bey bu infazların en somut örneğidir. İnternetten alıp hiç ekleme yapmadığım alıntıyı aşağıya koyuyorum. Halit Paşa’nın olayı Mecliste olmuştur.
(Halit Paşa, Milletvekili Ali Çetinkaya ile bir arbede sırasında patlayan bir silahla vuruldu. Paşa’yı kimin vurduğu kesin olarak anlaşılamadı. Paşa, yaralı halde 5 gün Millet Meclisi’nde tutuldu, hastaneye kaldırılmadı. Durumu giderek kötüleşen paşa, 14 Şubat’ta öldü. Öte yandan, Ankara Savcılığı, Halit Paşa’yı Ali Çetinkaya’nın vurduğu kanaatine vardı; bir nefs-i müdafaa halinde olduğunu kabul ederek bu olaydan dolayı kovuşturma yapılmaması kararı verdi. Ali Şükrü Bey, 27 Mart’ta ortadan kaybolmuş; 3 gün sonra kardeşi aranması için Bakanlar Kurulu’na başvurmuştu. Ali Şükrü Bey’in cesedi, Ankara’nın Mühye Köyü civarında bulundu; boğularak öldürüldüğü anlaşıldı. Meclise, katillerin meclis kapısı önünde asılarak teşhiri için yasa teklifi verildi.)
(Cinayeti araştırmak üzere kurulan komisyon, Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’ın Ankara’da, Papazınbağı’ndaki evinde öldürdüğünü tespit etti. Teslim olmayı kabul etmeyen Topal Osman, 1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece Muhafız Taburu jandarmaları ile kendi adamları arasında yaşanan çatışmada yaralı olarak ele geçirildi ve başı kesilerek defnedildi. Ali Şükrü’nün katillerinin meclis önünde asılması teklifi yasalaşmış olduğu için Topal Osman’ın başsız cesedi sonradan mezardan çıkarılmış ve ayağından darağacına asılmıştır.)
Gerek M. Kemal döneminde gerekse İ. İnönü döneminde muhalefetin genel anlamda susturulduğu, susmazlarsa yok edildiğini ifade ettim. Ama şu gerçek inkar edilemez. Tarih boyunca muhalif düşünceler baskıyla, zulümle, yıldırmayla yok edilememiştir. Sadece bir süreliğine bastırılan bu insanlar yer altına itilmiş ve marjinal hale gelmişlerdir. Ancak bu marjinal grubun daha da keskin, sert, kararlı hale geldikleri de bilinmektedir. M. Kemal ve İsmet İnönü dönemlerinde İslamî muhalefetin radikal özellikte olmadığını ve daha yumuşak bir halde yaşayıp kendilerini gizledikleri bilinmektedir. Bu muhalif isimlerin siyasi değil dini bir kimlikle çalışmalarını devam ettirdikleri görülür. Ama yine de üzerlerine gidilmiştir. Said Nursi, Süleyman Efendi, Esad Erbilî… ve farklı alanda faaliyetlerine devam edenler gibi.
Birde siyasi anlamda muhalefet mücadelesi yapanlar vardır. Bunlar İkinci Adam döneminde daha etkilidirler. Necip Fazıl, Osman Yüksel gibi. Rejim ve başındakiler bunlardan korkmuştur. Tek adamlar korkarlar ve bu sebeple “evet efendimci” olmayanları takip altına alıp susturmaya çalışırlar, susmazlarsa sürmek isterler, olmadı hapislerde süründürürler.
Cumhuriyet döneminde sağ veya sol (Demirgırat-hahpartisi) fark etmez, muhalif olan dinî, siyasî, ideolojik anlamda herkese baskı, yıldırma, sindirme, tehdit, cezalandırma, küçük düşürme gibi uygulamalarda bulunmuşlardır. Ancak belirttiğim gibi onlar davaları uğruna yılmadan muhalifliklerini sürdürmüşlerdir.
Ceza maddeleri yetmiyorsa yeni maddeler çıkartılır ve rejim, rejimin başındakiler, derin devlet, kendini korumak ister. Türkiye’de sol (Marksistler, komünistler, sosyalistler, Stalinciler, Maocular, Enver Hocacılar…) için ceza kanununda 141, 142.; Müslümanlar (tarikat, cemaat, Selefi, İrancı…) için de 163. madde hep işletildi. Allah diyenin bile suçlandığı 163’ten, Anayasayı tağyir ve değiştirme suçlamasıyla 141 ile 142’den yargılanmayan, hapse girmeyen kalmadı. Hakimlerce hiçbir haklı savunmanın kâle alınmadığı bu maddelerden yargılayanlar, mahkûm edenler 1940-1990 arası düşünen, inanan, ülkesini milletini seven, art niyeti olmayan bir nesli yok etti (68 ve 78 kuşağı…). Bakmayın şimdi arkalarından “üç fidan” diye romantik söylemler dizerek anma töreni yapanlara.
Ancak bir hususu vurgulayarak yazının devamını öbür sayıya bırakalım. Her şeye rağmen MUHALİF OLMAK İYİDİR. Kalın sağlıcakla.
NOT: 1967 ila 1980 arası kuşak (sağ, sol, Müslüman fark etmez) provokasyona çok çabuk gelebilecek bir saflığın insanlarıydı. Bunun için de çok sıkıntı çekmişlerdir.