SÖZ MEYDANI – Sohbetteydim

9 Ocak Pazar 2022. Üsküdar Balaban Tekkesinde Dursun Gürlek beyefendiyi dinliyorum. Beyefendi unvanını hak eden bir Osmanlı ve kitap aşığı. Beynindeki tüm olumsuzlukları, pürüzleri silmiş ve Osmanlı’nın ağırlıklı olarak son dönemde yetişmiş hakiki alimlerini, kitap aşıklarını anlatıyor. Konusu Ali Emiri Efendi’nin Millet kütüphanesiydi. Ama kullandığı her kavram, zikrettiği her isimden sonra onunla ilgili malumata, bilgiye geçiyor. Dolayısıyla takibi zor bir hareket alanını dolduruyordu.
Fatih’teki Millet Kütüphanesini anlatırken bir yıkılma tehlikesi atlattığını ifade etti. Bu hikaye dikkatimi çekti. Fransız konsolosunun hanımı Bayan Bombar, medresenin önünden faytonla geçerken eli kazmalı kürekli bazı adamların medrese etrafında hareketli olduklarını görür, girip durumu öğrenir. 1914’te meydana gelen olaya göre o dönemin İstanbul Belediye Başkanı Doktor Cemil Topuzlu medreseyi sudan sebeplerle yıktırmak istemektedir. Bayan işin peşine düşer, kocası vasıtasyla Sultan Reşat’a ulaşılır ve yıkım durdurulur. O bayan olmasaydı Ali Emiri’nin kurduğu Millet Kütüphanesi ve o bina Fevziyye Medresesi de bugün yok olacaktı. İstanbul Muhipleri Cemiyeti üyesi olan bu bayanın gayretleriyle bu bina iyi bir resterasyon geçirmiştir.
Ali Emiri Efendi’nin Millet Kütüphanesi (Fatih)
Millet Kütüphanesine gelen Fransız işgal komutanı Ali Emiri Efendi’ye tepeden bakarak bir teklifte bulunur. “Kütüphaneyi Paris’e çok güzel bir binaya taşıyalım, her türlü imkanı verelim, çalışmalarını orada devam ettir. Sana bir ev ve her istediğin imkanı verelim.” der. Ali Emiri Efendi, İstanbul Fransız işgal komutanına şu unutulmaz cevabı verir: “Biz Türk Milleti çok misafirperveriz, malumunuzdur. Komutan şu anda bu binada benim makamımdasın ve misafirimsin. Eğer böyle olmasasydı seni şu bastonumla kovalardım.”
Buradan hareketle Ali Emiri ve onunla şöyle ya da böyle yolu kesişmiş kişileri anlatan Dursun Gürlek “sohbet” ile “söyleşi” ve “Mülakat” ile “röportaj” arasındaki farka değindi. ‘Sohbet’teki sıcaklık ileriden beri vurguladığım bir husustur. Bazı kavram ya da kelimelerin yerini karşılık olarak uydurulan veya çıkartılan tutmuyor, tutması mümkün de değil. Mesela sohbet’teki sıcaklığı, muhabbeti, arkadaşlığı, dostluğu söyleşinin karşılaması mümkün değil. Söyleşi soğuk ve monotondur. Bunun için bu tür kelime ve kavramları yerli yerinde, birbirinin yerine değil duruma göre kullanmak gerekir. Dursun Gürlek bunları açıklarken de kullandığı Osmanlıca kelimeleri ve kavramları “…bu şu demektir” diye açıklamak zorunda hissediyordu. Şikayet etmiyordu ama dinleyicilerin ağırlığı gençlerden oluşunca anlamadıklarını bakışlarından hissediyordu sanki.
Ahmet Haşim’in “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz” dediği gibi Dursun Gürlek’te de konuştuğu Türkçenin anlaşılamaması korkusu vardı. Nef’î’nin bu mısraları da bir şikayeti ifade ediyor.
Tûti-i mu’cizegûyem ne desem lâf değil
Çerhile söyleşemem âyinesi sâf değil
Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Yine endîşe bilür kadr-i dür-i güftârım
Rüzgâr ise denî dehrise sarrâf değil
Ben diyen de bendeniz diyen de ben aciz diyen de kendini beğenir. İnsanın kendini beğenmesi de çok normal. Nef’î ve onun gibi şairlerin çoğu kendilerini beğenir, hatta biraz da aşırı beğenirler. Bunun için kadru kıymetlerinin bilinmediğini belirtirler.
Kendisini “mucize” konuşan papağan olarak niteleyen şair Nef’î, sözlerinin alelade bir laf olmadığını, bunu anlamak için tertemiz bir kalbe sahip olunması gerektiğini açıklıyor. Şiirde ayna (âyine) iki anlamdadır. Birincisi gönül, kalp; ikincisi ise gerçek ayna. Papağanları konuşturmak için papağanın karşısına ayna asarlarmış. Aynanın arkasına papağana görünmeyecek şekilde kişi geçer ve konuşurmuş. Papağan da aynada kendini görür ve onun konuştuğunu zannederk konuşur, cevap verirmiş. Bunun için aynanın tertemiz olması gerekirmiş. Bu sebeple şair, zamanındaki muhatablarının aynaları saf olmadığından konuşamam diyor. Gönül ehli (ehl-i dil) olmanın şartı sinesinin, aynasının sâf olmasıdır. Eğer saf olursa birbirini anlayabilir. Gönül ehlinin birbirini anlamaması mümkün değil diyor. Ama yine de inci gibi sözlerimin kıymetini düşünenler, ehl-i dil bilir diyerek onlara verdiği değeri de ortaya koyuyor.
Dursun Gürlek’i müthiş birikim ürünü olan eserlerinin yanında, bu birikimi çok güzel bir Türkçe ve hitabetle anlatan bir değer olarak zevkle dinledim. 90 dakikaya yaklaşan sohbetinden büyük keyf aldım. İnşallah kendini dikkatla dinleyen genç erkek ve kızlarımız da onu okur, anlar. Bunu onların dikkat, rikkat ve hassasiyetlerinde gördüm. İyi ki varsın Üsküdar ve Üsküdar Belediyesi. Müthiş bir kültürel etkinlik yağmuru gördüm ve çok mutlu oldum.
Üsküdar Balaban Tekkesi salonunda Dursun Gürlek