SÖZ MEYDANI- İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık

İstanbul’u geziyorum, hem gözüm hem gönlüm hem hafızam hem bilincim açık olarak. Orhan Veli gözlerini kapatmış, İstanbul’u dinlemek için. Ama eksik dinlemiş galiba, Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, güvercinler, dok kokusu ve tabiatı hissetmiş, gözleri kapalı. Ama camiler yok, tekkeler zaviyeler, kütüphaneler, medreseler, kışlalar, külliyeler, türbeler yok. Altı bent ve 38 mısradan oluşan bu güzel şiirde İstanbul’u İstanbul yapan tarih hemen hemen yoktur. Sebebi basit, Orhan Veli’nin dinleme farklılığı. O yaşadığı hayatın mekanlarını dinler (hisseder). Onda duygu ötesi dinleme yoktur. Anlayışı ve felsefesi budur ve ona göre yazmıştır. Şiirse şiir.
Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
Yani onu tarih, metafizik, din… pek ilgilendirmez. Yoksa Yahya Kemal gibi, Tanpınar gibi… nasıl olsun. Öyle bir iddiası da yok zaten. Ama konu İstanbul olunca akla da gelmiyor değil.
İstanbul’u geziyorum, hem gözüm hem gönlüm hem hafızam hem bilincim açık olarak. Haberlerde duydum. Şu Rami Kışlası’na bir gidelim dedim.
Rami Mehmed Paşa’ya sultan tarafından çiftlik olarak armağan edilen sonra askeri lojistik amaçlı kullanılan bir yer. Daha sonra yeni yapılan binalarla birlikte askeri kışla olurken bir ara Mühendishane talebeleri buraya taşınınca eğitim amaçlı da kullanılmış. 1971 yılına kadar askeri amaçla kullanılan bina şimdi Kütüphane olmuş. Daha önce beni İstanbul’da gezdirenlerin “gezelim” demediği bir taş binayı bana gezdirdiler. “Kütüphane” kelimesinin bu dönemde farklılaştığını Ankara’da 6 katlı özel mimarisi ile Külliye Kütüphanesi’ni gezince öğrenmiştim. Rami’ye de “Kütüphane” kelimesi yeterli gelmiyor.
51 bin m²’lik yeşil alana sahip Rami Kütüphanesi dünyanın en büyük kapalı peyzaj alanına sahip diye tanıtılmış. Gezerken de bunu yaşıyorsunuz. Henüz düzenleme yapılıyor. Bu kadar geniş bir düzenleme yapılan peyzaj alanında 36.000 m²’lik bir kapalı alanın olduğunu da düşünün. Bu kapalı alanlarda 4200 kişilik oturma kapasitesi ile İstanbul’un en büyüğü olmuş.
Seminer, sergi, okuma salonları ile engelli merkezi, mültimedya bölümü, çeşit çeşit atölye, kafe ve kitap satış bölümü. Paris’e gittiğimde Louvre Sarayının (Müze) 6-7 saatte üç bölümünü ancak gezebilmiştim. Benim için çok şeyler söyleyen bir müze olmadığı halde dolaşmakla bitmiyordu. Kaldı ki İslam Eserleri bölümü kapalıydı. Yakın Doğu eserleri, Mısır eserleri, Yunan, Roma ve Etrüsk medeniyeti eserleri; çizimler ve heykeller, dekoratif sanatlar, İslam Sanatı eserleri ve tablolarla… doluydu. (Mona Rosa’nın aslını orada gördüm.) Rami Kütüphanesini yürüyerek, sağa sola bakarak bile gezmesi epey zaman alıyor.
Bebek ve çocuk, 0-3 Yaş grubu, 3-6 Yaş grubu, Gençlik, Yetişkin, İhtisas, Atatürk, Yazma Eserler, Şifahane Kütüphanesi gibi bölümler. Sergileri seyretmek için oturaklar, dinlenme mekanları. Şimdiden doluluğu iyi olan bu kütüphaneyi dışarda fark etmek mümkün değil. Kültür ve bilim adına ne ararsanız bulursunuz. Ferah, her türlü iletişim imkanı ile donatılmış bu mekanı gezerken ülkem adına çok mutlu oldum. Gelir getirici bir yer yapılınca müthiş kar getirecek bir mekanın kültür ve bilime hasredilmesi harika. Sebep olanlardan Allah razı olsun, başarıları daim olsun. İstanbul’a gelirseniz yeni açılan bu mekana uğrayın, birçok olumsuzluklardan kurtularak gurur duyun. Buraya ulaşma imkanı olanlar için de her gün ve her hafta ilgi alanınıza uygun bir etkinlik bulursunuz. Ben geziciydim. Siz sakini olursanız çok verimli gün ve saatleriniz olur.
İstanbul’u gezerken kütüphane zenginliği dikkatimi çekiyor. Mahalle aralarında görülenlerin yanında yeni yapılmış bazı cami ve gençlik merkezlerinin kütüphaneleri de müthiş bir zenginlik. Eğer öğretmenler bu zenginliği kendileri değerlendirse çocuk, genç, yetişkin buraların müdavimi olurlar.
Dini ve milli hassasiyetleri olan kişilerin bu yerlerin müdavimi olmaları ve buraları tanıtmaları gerekli. Eğer çevremdekiler kitap ve kütüphaneye düşkün olmasalardı ben de İstanbul ve başka illerdeki bu mekanları tanıyamazdım. Çamlıca Camiine gidiyorum, bir katında mükemmel bir kütüphane. Gir namaz vaktine kadar oku, dinlen. Hiçbir şey yapamazsan önlerinde kitap ve bilgisayarlı öğrencileri seyret. Üsküdar’da bir Gençlik Merkezi’ne git, hemen yanında bir Kütüphane. Ankara’da Çay Yolu’nda çok modern bir gençlik merkezi, içinde bir kütüphane. Ülkemiz “dervişlerin tekke buluşmalarına” da çok uygun mekanlara sahip. Bizler sahiplenirsek.
NOT: Yukarıda öğretmen ve öğrencilerin kütüphane bağlantısını yazarken Facebook’ta İsmail Esti Beyin bir iktibas paylaşımını sizinle hatırlamak isterim. Elli altı sene öncesi Nihal Atsız Bey yazmış.
“Öğretmenler çoğunlukla kupkuru insanlardır. Okumazlar, düşünmezler. Yalnız alacak maaşı, tatil günlerini, intibak kanunlarını bilirler. Büyük bölümü geçim sıkıntısı içindedir. Aralarında milliyetçi olanlarını bakanlık tutmaz. Bunlar solcularla sürülürler. Okullarda disiplin olmadığı için sinirleri bozuktur. Tedaviye muhtaç olanların ders vermesi toplum yapısında gedikler açmaktadır.”
“Öğrenciler de ayrı bir trajedidir. Çünkü bu çocuklara, gazete, dergi, radyo, sinema, tiyatro, sokak, plaj ve her şey kötü örnekler vermektedir. Üzüm üzüme bakarak kararır. Bir kişiye kırk gün deli desen deli olur. Bir millet baraj ve fabrika ile değil, daha önce milli ruh ve ülkü ile kalkınır. Manen çökmüş bir millete endüstri tesisleri yapmak ölüye balo elbisesi giydirmeye benzer. Türkiye’de öğrenci vasfına layık topluluk bir dereceye kadar İmam Hatip okullarında vardır. Dini inançla birlikte eski bir Türk terbiyesini sakladıkları için bu çocuklarda bir üstünlük hemen göze çarpıyor.” (Nihal Atsız, Ötüken dergisi, 1967, sayı 40, Konuşmalar 1)