SÖZ MEYDANI-Çok Yönlü Değil Çok Yüzlü

SÖZ MEYDANI-Çok Yönlü Değil Çok Yüzlü

Tek yüzlü insan arıyoruz. Güvenilir insan arıyoruz. Emin insan arıyoruz. Dost arıyoruz. Peki biz?

Müşriklerin “emin” dedikleri ve kendileri şirk girdabında boğulurken bile “emin” olması sebebiyle emanetlerini ona verdikleri bir peygamberin ümmetiyiz. Dostunun-düşmanının sözüne ve işine güvendiği bir peygamber. Hicret esnasında Hz. Ali’ye yatağında yatmasını ve emanetleri sahiplerine vermesini söylediğinde emanetlerin sahiplerinin bir kısmının müşrik olması hep dikkatimi çekmiştir. Kendisine savaş açtıkları ve deve dişi gibi müşriklerin hedefinde olan bir garip insanın eminliği ve emanet deposu olması hem dikkatimi çekmiş hem de beni çok etkilemiştir. Bu nasıl bir şahsiyet ki düşmanları bile onu en yakınından daha emin görüyor ve emanetleri ona veriyor? Açıklanabilir mi? Zamanımızda açıklanması mümkün değil.

Sonra ne olmuş? Yolundan giden Hz. Ebubekirler, Ömerler de “emin” sıfatına uygun davranmış ve güveni devam ettirmişlerdir. Hele hele ümmetin başı ya da sorumluluk sahibi olanlar buna daha fazla titizlik göstermişlerdir. Güvenin zedelenmemesi için aşırı gayret göstermişlerdir. Yönetimin tek adama ve babadan oğula dönüşmesi, belirttiğim hassasiyetin azalmasına sebep oluyor. Doğu ülkelerinde yönetilenlerin genel tavrı şudur: “Ben iyi olmasam bile yöneticim iyi olmalı.” Bizde “ben namaz kılmam ama yönetici kılmalı, ben dürüst değilim ama yöneticim dürüst olsun. Ahlak, kul hakkı, çalışkanlık…” gibi her konuda yöneticinin iyi olması beklenir.

Bu sebeple yöneten ile yönetilenlerin vasıflarını, özelliklerini ayırt etmeli. Ümmeti olduğumuz o insanın, o nebinin, o resulün, o devlet başkanının sözüyle özünün bir olması, kalbiyle kavlinin bir olması, eylemiyle niyetinin bir olması, sahabenin “Anam babam sana feda olsun.” demesi, sorulan bir soruya “Allah Resulü daha iyi bilir” şeklinde cevap vermesi, O’ndan aktarılan bir söz için ‘O dediyse doğrudur’ demeleri müthiş bir güveni ve o güven sonucu oluşan teslimiyeti gösterir. Ondandır ki “halife” olanların yukarıdaki güveni tesis etmeleri gerekir. Çünkü O, en güzel örnektir. Onun yönetimdeki halefleri de o örneği iyi takip etmeli ve kendi halkına örnek olmalıdır.

“Balık baştan kokar.” Bu söz de yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi, idare edilenin idare edenleri nasıl gördüğünü ortaya koyar. Nasıl görüyor peki? Eğer baş kokarsa, bozulursa diğer bölümlerin de kokması, bozulması bir gerektir. Avam, havasa; halk, üst tabakaya diyor ki “kendinize dikkat edin”. Biz, size bakıp kendimize şekil veririz. Bizde sıkıntı varsa bu sizi takip ve taklit ettiğimizdendir. Yanlış yapan, haksızlık yapan, dürüst olmayan, kul hakkı yiyen, zulmeden, ahlaksızların savunması hep bu yöndedir. Aldığım alışveriş fişinde temel gıda vergisi için %1 yazıyor, aldığım malzeme ise %20 KDV’li. Benden KDV’sini 20 olarak alan ama devlete 1 olarak gösteren ve veren esnafa “bu ne!” diye sorunca: “Senin bunlara dikkat ettiğini bilmiyordum. Bunun KDV’sini alırken ödedim” gibi pişkince cevaplar veren esnafa ne diyeyim? “Yukarının yediklerinin yanında…” diye devam ediyor.

Sözlü sözleşme yapılıyor. Herhangi bir konuda yapılan bu sözleşmeyi bozan kişiye bunun sebebini sorunca “çıkarım” diyebiliyor, arkasından da “hocam kim sözünde duruyor ki ben durayım” gibi akıllara durgunluk veren bir cevap veriyor. Ben apışıp kalıyorum.

“Bu devir; adam kayırma, torpil, devletten çalma, hak yeme, haksızlık yapma gibi yanlışların yapıldığı bir devirdir. Öyleyse kimsenin bunları yaptığı için kınanması gerekmez” gibi bir anlayış yerleşiyor. Namussuz insanların kendini savunmak için söyledikleri, hep kendinden daha fazlasını yapanları söylemesi bir zaman hakikati oldu.

Kimdi o, gece mumla gezerken “ne arıyorsun” diye sorulunca “adam arıyorum” diye cevap veren? Bir meczubun camide cemaat namaz kılarken caminin içine baktığını gören birisi sorar: “Neye bakıyor, kimi arıyorsun bre adam?” Cevap: “Müslüman arıyorum.” Hoppala.

Ahmet Hamdi Tanpınar bir gün Süleymaniye Camii’nin penceresine asılmış ağlıyor. Biri soruyor: “Ne yapıyorsun Ahmet Hamdi Bey?” Cevap ilginç: “İçeri giremiyorum da ondan ağlıyorum.” Öteki: “Gel ben seni girdireyim” deyince Tanpınar: “Bedenen girsem de ruhen giremiyorum” diyerek tek yüzlülük cevabı veriyor. Münafıklık yok. Sonra girebildi mi bilmem. Allah affetsin onu.

M. Akif Ersoy düz bir adam. “Doğru olsun da sözüm odun gibi olsun” diyebilen bir düz adam. Ama o adamı aile efradı, etrafından birçok kişi çok yüzlü olmaya zorladı, olmayınca gurbet ellerde (Mısır) çürüttüler. Cami içinden bir adamdı. Çok yüzlü olmadı.

Ülke çürük elmalarla doldu. Tencere dibin kara, seninki daha kara. İnsanımız kötülere hep “sen” diyerek karşıdakinden daha iyi olduğunu, kendisinin ondan daha az kötü olduğunu söyleyerek şahsını savunuyor.

Şimdi olması, yapılması gereken ne? İsterseniz sonra da bunun üzerinde duralım.

Sağlıcakla kalın.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.