SÖZ MEYDANI- Bana İktidar Yaramıyor

Evet, İslami Muhalefet. Müslüman İslam hakim olmadıkça, yeryüzünde fitne bitmedikçe, İslam adaleti tüm insanlığı kuşatmadıkça muhaliftir. Bunu Müslüman görünenler de kafirler de iyi biliyor. Bu sebepten bu İslami anlayışı boğamadıkları için zararsız hale getirmek istiyorlar. Anadolu Engereği fareyi ısırıyor, zehrini zerk ediyor, bırakıyor ve seyrediyor. Zehirle uyuşan fare çırpına çırpına bitiyor ve yılan onu aşırıyor. İslam düşmanı güçler de (iç veya dış) Müslümanları önce zehirleyip uyuşturuyorlar, zevkle seyrediyorlar. Ardından perişan halimize, çırpınışımıza gülüyorlar. Sonrası malum.
Müslüman nasıl uyuşturulur? İslam dışı her yönetime muhalif olan Müslüman, yönetime dahil edilerek uyuşturulur. Zaten genel anlamda muhalifler, en hassas olduğu noktadan vurulur. Vatansa vatanı sattırırlar. Namussa namusu kirletirler. Milletse milleti küçültürler. İnançsa inancı bozarlar. Müslümanları da en hassas yanlarından vuruyorlar. Faiz, fuhuş (zina), tesettür, içki, kul hakkı (adam kayırma, torpil), haram lokma (rüşvet, haraç, haksız kazanç) gibi hassas noktalarımız, yeni ifadeyle kırmızı çizgilerimiz bir bir aşındırılıyor. Hassasiyetlerimiz basitleştiriliyor.
1990’da REFAH-YOL’la başlayan saydığım ve sayamadığım hassasiyetlerimizin basitleşmesi, aşınması yönetime girmemizle beraber başladı. 1980 öncesi koalisyonlarda taban ve yönetimin büyük kısmı bu değer ve ölçülerimize sahip çıktılar. Makamın meydana getirdiği aşınmalara direndiler. Taban da onlara sahip çıktı. Hem söylemimiz hem de eylemimiz birbirine uygundu. Çünkü hala azınlıktık ve muhaliftik, bu ruhu kaybetmemiştik.
İmam Humeyni, İran devriminden sonra gelip Kum’da medresesinde bağdaş kurup diğer ülke devlet başkanlarını orada kabul edince bizi mest etti. Müslüman lider böyle olur dedik ve hepimiz İrancı olduk. Ama İran hiç bizden yana olmadı. O ayrı bir yara. Bosna Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç’in halkıyla oturup yemek yemesi ve onların arasında yaşaması da bizi çok etkiledi. Müslüman lider böyle olur dedik. Yani iktidara gelenlerden halktan kopuk koltuk ayrıcalığı istemedik. Sadece liderler değil yönetimin her kademesine gelenlerden, tabandan kopmamalarını istedik. Bizim gibi olmasa bile bize yakın yaşamalarını istedik. Bu da çok normaldi.
Çünkü Müslümanlar İslami mücadelesini yeme içmesinden, giyiminden, maişetinden keserek, fedakarca destekliyordu. Evini, çocuklarını ihmal ederek bu mücadelenin kahramanı oluyordu. Bu da yönetime getirdiği insanları kendinden bir parça olarak görmesinden dolayıydı.
1980 öncesi Erzurum Üniversitesinde olaylar oldu. MTTB de bu olayların içindeydi. Bizler rejim muhalifi olduğumuz için o çatının altındaydık. Kavgalar, dövüşler, yurt işgalleri, savunmalar derken büyük mağduriyet yaşadık. Bu patırtılar arasında Kocaeli’nden milletvekili seçilen ve koalisyonda bakan olan rahmetli Şevket Kazan’a bir türlü ulaşamayan yurt sorumlumuz Kocaelili H. Karaosmanoğlu bakana ulaşınca “Bizim Şevket abimiz ne zaman ‘sayın bakanımız müsait değiller’ oldu?” diye tabiri caizse fırça çekmişti bakana. Bu konuşmayı unutmuyorum.
Yurdun bir katında mağdur olmuş öğrencilerin sesiydi bu sitem. Bizden olanlar niye böyle oluyorlardı diye. Bu durum “Müslümanlar iktidara gelince değişiyor”un açılımıydı galiba. Anadolu’nun değişik köşelerinden kopmuş biz gariban öğrenciler mücadelemizi sadece İslam için yapıyorduk. “TEK YOL İSLAM, İSLAM GELECEK ZULÜM BİTECEK…” gibi sloganlar da hedefimizi gösteriyordu. Bu hedefin siyasetteki adı ise Milli Nizam-Milli Selamet-Refah yani Milli Görüş’tü.
Selametçi ve Erbakancı olarak adlandırılan bizler niyetimiz itibariyle çok masumduk. Çok okuyor, düşünüyor, mütalaa ediyorduk. Allah’ın nizamını hakim kılmak için her fedakarlığı yapardık. Daha önce ilmi zeminde olan Müslüman aydın, düşünür, alimlerimiz de siyasetin içinde olmuş ya da içine çekilmişti. Halkta karşılığını bulan bu anlayışın boğulması için yoğun bir siyasi mücadele başlatmıştı Milli Görüş karşıtları. İslam Devleti bizler için en önemli hedefti.
Bu hedefe yönelik her çalışma da büyük fedakârlık gerektiriyordu. Taban bunu yaparken yönetimde olanların makamla beraber değişime uğramaları tabanı çıldırtıyordu. Bunu REFAHYOL döneminde yaşayan Milli Görüş tabanı gördü. Eleştiriler başladı. Eleştiriler yerine ulaşmaz oldu. Evlerde bağdaş kuranlar koltuklardan inmemek için uğraş vermeye başladı. Tabanda da gevşemeler oldu. Onlardan şartları uygun olanlar rahat yaşamaya başladı. İslami Mücadele yapan mağdur olanlar aşağılanmaya başladı. “Zaman, şartlar böyle gerektiriyor…” denilip mazeretler üretildi.
İslami Mücadele’nin siyasi arenada kırılma noktası oldu REFAHYOL hükümeti. Eş dost, tanıdık, akrabalar ön plana çıktı, adam kayırmalar görüldü. Bütün bunlara rağmen taban çökmedi. Rejim dedi ki “Siz Müslümanlar iktidarı devir alırsanız durumunuz böyle olur. Aşınır, değerlerinizi unutursunuz.”
Sonra 28 Şubat imtihanı geldi. Bolluktan sonra darlık, nimetten sonra külfet, serbestlikten sonra kısıtlama, daha önce var olan hakların elden alınması ve Müslümanlara eğitimde, ekonomide, siyasette, sosyal hayatta “Topyekûn Savaş” başlatılması, onları “kamusal alanlara giremezsiniz” diye eve mahkum etmeleri gibi bir dönem geldi. Esas mücadele de o zaman başladı. Rejimin sahipleri ipleri eline aldı, kanun ve hukuk tanımayan, demokratik değerlerin askıya alındığı az görünür bir zulme teslim olanlar ve direnenler 28 Şubat ve sonrasında belli oldu. Bu karanlık zulüm dönemi sınavını kazanan Müslümanlar muhalifti.
1000 yıl sürecek denilen ve sadece Müslümanlara zulüm dönemini başlatanlar siyasette de diğer alanlarda da başarıya ulaşamadılar. Müslümanlar yine muhalifti, yani rejim karşıtıydı. Tüm bunlardan sonra 2002 Kasımında seçim oldu. Tüm zinde güçler ve temsilcileri seçimde devredeydi. Siyasi yasaklı bir liderin partisi de seçime girdi. Seçim çok çok şaşırttı. Millet her şeye rağmen bir ümit arayışıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’ne iktidarı verdi. Cumhurbaşkanının tam bir Müslüman düşmanı olduğu ve bunu açık açık ilan ettiği bir dönemde Müslümanların da desteklediği bir partinin iktidar olması ilginç bir deneme olacaktı galiba.
Bir tarafta vesayet rejimini reddeden, vesayete direnen bir halk, diğer tarafta o rejimi savunanları, zinde güçleri temsil eden katıksız Müslüman ve İslam karşıtı bir cumhurbaşkanı. Halk ve ona rağmenciler. Böyle girildi 2002 seçimine.
Sonra ne oldu?
Bakalım.
Kalın sağlıcakla.