SİZDEN GELENLER- Sıkıntı ve Musibetlerle İmtihan Olmak

SİZDEN GELENLER- Sıkıntı ve Musibetlerle İmtihan Olmak

İnsanoğlunu daha anne karnındayken anası onu sıkıntılarla doğurup dünyaya getirir. Altı ay ana rahminde kaldıktan sonra dünyaya gelinceye kadar bir takım meşakkat ve zorluklardan geçer. Çocuğunu zahmete katlanarak taşıyan ve zorluk çekerek doğuran anneye1 bahşedilen sorumluluk ve fedakârlıkla yavrusunun hayatı idame ettirilir. Öyle ki, hamile bir anne, doğumuna kadar şefkat ve merhametle karnındaki yavrusuna sindirime hazır gıdalar verir; üre ve karbondioksit gibi zararlı artıklarını alır, ona koruyucu maddeler verir. Yavrusu dünyaya, hastalıklara ve mikroplara karşı koyacak şekilde hazırlıklı olsun, ister.2 Anne ile karnındaki bebeği arasında kurulan ünsiyet bağı yaratılıştaki mucizeyi göstermekle beraber kullarına kendilerinden çok daha şefkatli ve merhametli olan Cenab-ı Erhamürrâhimîn’in rahmetini ve kudretini idrakimize yansıtmaktadır.

Ayette insanın yaratılış merhaleleri önce nutfe (bir damla su), sonra alâka (pıhtılaşmış kan), daha sonra mudğa (et parçası) olarak sıralanırken,3 bu merhaleler kat edildikten sonra kendisine cenin halindeyken ruhunu üflemekle görevli melek tarafından rızkının, ecelinin, amelinin, said (itaatkâr) veya şaki (isyankâr) bir kul mu olup olmadığının yazılacağı İbn-i Mes’ud (r.a)’den rivayet edilen hadiste yer almaktadır.4

Başka bir ayette de hayır ile şerri birbirinden ayırt etmesi için kendisine gözler ve kulaklar ihsan edilen insanın yaratılışının hikmeti, imtihan edilmesi olarak karşımıza çıkıyor. “Hakikat biz insanı katışık bir nutfeden (bir damla sudan) yarattık; onu imtihan etmek istiyoruz, bu sebeple işitici ve görücü yaptık.” (İnsan/2) Müfessir Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir adlı tefsir kitabında bu ayeti şöyle tefsir etmiştir:

İnsanı bu şekilde yarattık ki onu ilahî emirler ve şer’î yükümlülüklerle imtihan edelim de şükür mü edecek yoksa nankörlük mü edecek görelim! Yaşayışında dosdoğru mu olacak, yoksa doğru yoldan sapacak mı bilelim. Bunun için insanı akıllı ve iyiyi kötüden ayıracak özellikte yarattık; onu görür ve işitir kıldık ki, inen âyetleri işitsin ve hikmet sahibi yaratıcının varlığını gösteren kevnî delilleri görsün.

İmtihan gereği hayatımızın içinde zorluk, sıkıntı, keder ve musibetler mukadderdir. Bu fani dünyada insanın başına her şey gelebilir; depremde varını yoğunu kaybedebilir, trafik kazasında sevdiği bir yakını ölebilir, iflas edip borç altına girebilir yahut vücuduna nüfuz eden ağır hastalıklar geçirebilir. Sıkıntı ve musibetlerle imtihanın amacı O’na karşı kulluğumuzu layık-ı veçhiyle yerine getirmek ve O’ndan gelene sabredip razı olmaktır.

Bu konuda hak davanın rehberleri, hidayet yolunun öncüleri olan peygamberler bizlere güzel örnektirler. Nemrut’un emriyle mancınığa konularak ateşe atılan Hz. İbrahim (a.s) canıyla sınandı. Firavun’un Mısır’da doğan tüm erkek çocukların öldürülmesini emrettiği bir zamanda annesi İmrân’ın bir sandıkla Nil nehrine bıraktığı Hz. Musa (a.s) Firavun’un hanımı Asiye tarafından Firavun’un sarayında büyütülerek sınandı. Vücudu yara bere içinde olan Hz. Eyyüb (as) ağır hastalığıyla sınandı. Önce kardeşlerinin kin ve nefreti sebebiyle kuyuya atılan Hz. Yusuf (a.s), sonra da Mısır Azizi’nin hanımı Züleyha’nın iftirasıyla zindana hapsedilerek sınandı.

Hem öksüz hem de yetim büyüyen Hz. Muhammed (a.s), üzerine deve işkembesi atılarak, Uhud gazvesinde yüzü kanayıp dişi kırılarak, Taif’te taşlanarak ve öldürülmekle tehdit edilerek türlü eziyet, işkence ve hakaretlere maruz kalarak sınandı. Aslında bu sınanmalar peygamberlerin seçkin olduklarını ve Allah katındaki yüksek derecelerini göstermektedir.

Hz. Peygamber (a.s) ve Ashabı zayıf durumdayken Mekke döneminde müşriklerin cefa, işkence ve eziyetlerine dinleri uğruna tahammül gösterip sabrettiler, Medine döneminde güce kavuşunca münafık ve Yahudilere karşı Allah yolunda cihaddan geri durmadılar.

Cihad ve sabır, iman etme iddiasında bulunanların sadakat sınavını oluşturur, o yüzden ayet-i kerimede bu ikisi cenneti talep edenlerin üstleneceği çetin amellerden sayılmıştır. “Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran, 142) Başka bir ayeti kerimedeyse bela ve musibetlere sabretmek de cenneti talep edenlerin üstleneceği çetin amellerden sayılmıştır. “Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: Allah’ın yardımı ne zaman derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)

Sıkıntı ve musibete uğrayan kimse başına gelenlerin kendi işlediği günahlar yüzünden olduğunun bilincine varmalı, yaptıklarından tevbe ve istiğfar etmelidir. Bu konuyla ilgili ayet-i kerime mealen şöyledir: “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” (Şura, 30) Bu ayeti daha iyi anlamak için Hz. Ali (r.a)’dan merfu olarak da rivayet edilen hadise kulak vermek gerekiyor: Ali b. Ebi Talib (r.a) dedi ki:

Ben sizlere Peygamber (sav)’ın bize söylediği şekliyle Allah’ın kitabındaki en üstün âyeti haber vereyim mi? (O, yüce Allah’ın): “Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir” âyetidir. (Peygamber devamla buyurdu ki): “Ey Ali! Size isabet eden hastalık yahut ceza ya da dünyadaki bir bela ellerinizin kazandıkları sebebi iledir. Yüce Allah ise âhirette sizi ikinci defa cezalandırmayacak kadar kerimdir. Dünyada affettiği bir şeyi affettikten sonra ise yüce Allah onun cezasını tekrar vermeyecek kadar da halimdir.” (Hakim, Müstedrek, IV, 429; Müsned, I, 5; İmam Kurtubi el-Câmi’u li-Ahkâmi’l Kur’ân Tefsiri)

İmtihan edildiğimiz sıkıntı ve musibetler; ya zahiren günahlarımıza kefaret olur. Hadislerde müslümanın uğradığı sıkıntı, kederden tutun da ayağına batan dikene kadar bunların hepsinin günahların bağışlanmasını sebep olacağı bildirilmektedir. Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49)

“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, I/172, 174)

Ya da manen de cennette yüksek makamları kazanmamıza vesile olur. Hadiste, bazı kimselerin ameliyle erişemediği fakat belaya sabrettiğinden dolayı kendisine verilecek ecirle o makamı kazanacağı bildirilmektedir. “Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir de bu belaya sabrı sebebiyle o makama eriştirilir.” (Ahmed b. Hanbel, V/272)

Abdulkadir Geylani hazretleri de ‘sıkıntılar Allah’ın kırlangıç kuşlarıdır’ diyerek başa gelen sıkıntıların manevi terakkiye (yükselmeye) vesile olacağına vurgu yapmaktadır. Yine sıkıntıları kırlangıç kuşlara benzetirsek, bu kuşların baş kısmını tevekkül, iki kanadını sabır ve dua, ayaklarını da mücadele temsil eder. Bu kuşun uçması, kanatlarını çırpmasına yani bunları temsilen sabır ve duaya sarılmasına bağlıdır.

Müslüman için sıkıntı ve musibetler imanının olgunlaşmasına, zorluklara karşı sabredip dayanma gücü kazanmasına neden olacağı gibi süfli yönleri törpüleyip günah ve çirkinliklerden arındırır. Tıpkı nasıl ham haldeki altın bazı safhalardan geçerek saf altın haline geliyorsa müslümanlık iddiası da böylece samimiyete dönüşür. Nitekim ham altın yüksek sıcaklıktaki ateşte eritilip diğer işe yaramayan safsızlıklarından uzaklaştırılır; sonrasında cüruf ve posasından arındırılan altın çekiç darbeleriyle şekillendirilerek saf cevher altın haline gelir. Benzer şekilde Mevlana Hazretleri de sıkıntıların üzerimizdeki kiri alıp bizi temizlediğine dikkat çekerek “Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin?” ifadesini kullanmaktadır.

Aynen öyle sıkıntı ve zorluklara katlanan, belaya sabredip kazaya rıza gösteren samimi Müslüman, sahte olanından; sağlam bir imana sahip olan Müslüman, dine kıyısından köşesinden gevşek bağlananından; sadık ve ihlâslı Müslüman, riyakâr olanından ayrılır. Böylelikle tevbe edip arınan (temizlenen) günahında ısrar edenden; itaatkâr olan isyankâr olandan, sabreden şikâyet edenden, şükreden nankörlük edenden, mücadele eden gevşeklik ve tembellik edenden seçilip ayırt edilmiş olur.

Rabbim bizleri sıkıntı ve musibet anında sabır ve metanetini koruyan, takdir-i ilahiye teslim olan, Mevla’ya tevekkül edip O’na ümit bağlayan, Allah’tan gelip tekrar O’na döneceğini aklından çıkarmayan kullarından eylesin. Amin.

 

Kaynaklar

1) Ahkâf Suresi 15. Ayet

2) Dr. M. Ali, El-Bar, Kur’ân-ı Kerîm ve Modern Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı, (çev. Abdülvehhâb Öztürk), T.D.V. Yay., s. 179

3) Hac Suresi 5. Ayet

4) Buharî, Bed’ü’l-halk 6, Enbiya 1. Kader 1; Müslim, Kader 1. Ayrıca bk. Ebu Davud, Sünnet 16; Tirmizî, Kader 4; İbn Mace, Mukaddime 10

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.