SİZDEN GELENLER-Sahih Din Anlayışından Batıl Din Arayışlarına Doğru

Bidatçilere makam ve mevki verilmekle, onlara itibar kazandırmakla, onlara ortam ve imkân sağlamakla, onların usul ve yöntemlerini meşru görmekle, sahih İslam anlayışını yansıtan Ehl-i Sünnet omurga çökertilmektedir. Din tahripçileri olan bidatçilerin izlediği usul, yöntem ve söylemler iki büyük tehlike içermektedir.
Bu tehlikelerden birincisi daha çok tefsir profesörü Mustafa Öztürk’ün savunduğu İslam’ın protestanlaşması ile Kur’an’ın tarihsel olduğu görüşü dile getirilip peygambersiz ve sünnetsiz bir din anlayışının altyapısının hazırlanması; ikincisi de daha çok hadis profesörü Hayri Kırbaşoğlu’nun savunduğu İslam’ın sekülerleşmesi ile İslam’ın çağa ve şartlara göre değişebileceği yani dinde yeniliğin dillendirilmesidir.
Bu yerli oryantalistlerin tek amaçları Kur’an-ı Kerim’i keyfi yorumlarıyla tevil ederek tahrife dönüştürmektir. Kur’an-ı Kerim’i lafzen değiştirmek zor olduğu için mana olarak değiştirme yoluna gittiler. Tıpkı dinde reform isteyenlerin akıl hocaları Muhammed Abduh’un pozitivist bir bakış açısıyla mucizeyi inkâr ederek Fil Suresi’nde geçen Ebabil kuşlarına mikrop manası vermesi gibi.
Ne yazık ki, Kur’an-ı Kerim’i yeniden yorumlamaya kapı aralayan güncel tefsir yazma girişimleri, Hz. Peygamberin (sav) sünnetini devre dışı bırakma, O’nun devrinin altın nesli olan Sahabeyi itibarsızlaştırma çabaları, fıkıh ve hadis düşmanlığı vb.; Türkiye’deki Peygambersiz Kur’ancıların, mezhepsizlerin ve dinler arası diyalogcuların ve dinde yenilik isteyenlerin kötü niyetlerinin göstergeleridir.
Ne yazık ki dindar nesiller böylelerinin kitaplarını okuyup yeni bir din anlayışına yelken açıyorlar. Sonuç ne mi oluyor? Bunlar sayesinde, dini yaşamak yerine dinin her şeyini sorgulayıp eleştiren bireyler artıyor, teslimiyet ve temsiliyet zaafları baş gösterince, buhran yaşayan gençlerin rotası değişiyor, inancı zayıflıyor, böylelerinden yediği zehirli iğneden kolay kolay kurtulamıyorlar, kurtulsa bile kalıntıyı hemen atamıyorlar.
Muhafazakârlığın içinin boşaltıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Öyle ki dindarlara güvenilirliğin azalmasıyla dinden soğuyan gençlerin bir kısmı inançsızlığın evrelerine geçiş yapmaya başladılar; kimisi deist, kimisi agnostik, kimisi ateist olma yolundalar. Bunda en büyük pay, bu gençlerin etraflarında güzel ve iyi örnek olacak dindar göremeyişleridir.
Daha açık söylersek, namazı kıldığı halde yalan söyleyen, oruç tuttuğu halde başkasının malını haksız yere gasp eden, hacca gittiği halde faiz yiyen vs. kötü misaller etkili olmuştur. Yani dinden uzaklaşan gençler, ibadet ettiği halde İslam ahlakına bürünmeyenleri, dini gerçekten yaşamayan kişilerin örneklik gösteremediğini görünce hayal kırıklığı yaşamışlar ve böylelikle bu gençlerde dinden uzaklaşıp inançsızlık evreleriyle yakınlaşma dönemi başlamıştır.
Dini içeriden yıkmaya çalışan tarihselci-modernist-mealci yenilikçiler hadis namına hiç bir şeyden bahsetmezler, sadece Kur’an’ı sakındırılmış olan reylerine (keyfi yorumlarına) göre tefsir ederler, hâlbuki “Kim, Kur’an hakkında şahsî görüşüyle söz söylerse ya da bilmediği şeyleri söylerse; cehennemde yerini hazırlasın.” (Tirmizî, 2952; Nesâî, 8084; Ebû Dâvûd, 3652) hadisinde ayetleri aklına, heva ve hevesine göre tefsir edenler cehennemle korkutulmuştur.
İbn-i Kesir (r. aleyh), Kur’an’ın tefsir edilmesi konusuna şöyle açıklama getirir: “Kur’an’ı Kur’an ile tefsir etmekten âciz kalırsan onu sünnet ile tefsir etmen gerekir. Çünkü hadis, Kur’an’ı açıklayıcı ve izah edicidir… Aradığımız ayetin tefsirini ne Kur’an’da ne de hadiste bulamazsak bu konuda sahabenin sözlerine başvururuz”. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akaid gibi İslami ilimlerden yoksun, usul nedir bilmeyenler, mezheplere ve hadislere düşmanlık beslerler. Metot olarak özellikle mutezilenin temel inanç ilkeleri olan; tevhid, adalet ve özgürlük prensiplerine vurgu yapılarak kendi düşüncelerini modern aklın desteklediği biçimde somut örneklerle takipçilerine aktarmaya çalışırlar.
Kur’an’da geçen kavramları açıklarken bu kavramlara yeni anlamlar yükleyerek kendi batıl görüşlerine zemin hazırlarlar, ayetlerin siyak ve sibakına, sebeb-i nüzulüne dikkat etmeden, bağlamından koparttıkları Ehl-i kitap ve müşriklerle alakalı ayetleri Müslümanlara doğrulturlar, söylediklerini pekiştirmek için de Kur’an’a aykırı rivayet söylemini dillendirirler.
Hadisleri inkâr edip onları şirk olarak görür, mezhep âlimlerine bağlanmayı onları putlaştırma ve atalar kültürü olarak değerlendirirler; ama aynı kimseler hayranı oldukları futbolcuyu, sanatçıyı ve filozofu takip ederler, ancak sıra bu dini bugünümüze kesintisiz ve eksiksiz bir şekilde intikal ettiren Resulullah’ın (s.a.v) hadislerine ve O’nun dava arkadaşları olan Sahabe-i Kiram’ın (r.a) fetva ve uygulamalarına geldiğinde müsaade etmez, gururlarına yediremezler.
Her türlü kitabı okurlar, her çeşit pis sudan içerler. Söz konusu hadis kitapları, fıkıh kitapları olunca birden düşman kesilirler, bu kitaplar onların ipini pazara çıkaracak ya! O yüzden yılandan ve akrepten kaçarcasına bunlardan kaçarlar.
Bakıyoruz, birtakım farklı isimler altında tıpkı geçmişteki Ehl-i Kur’an ekolu gibi Kadıyanilik ve Bahailik paralelinde modernist-akılcı davranarak hadis inkârcılığında, Kur’an’ın kendi keyiflerine göre yorumlanmasında öncülük ediyorlar. Sünnet korunmamış diyorlar, peki bunların Kur’an hakkında yaptığı teviller güvenilir mi? Peki bunların Kur’an’ı yorumlamada kullandıkları akılları korunmuş mu?
Bu konuda haşa Peygamberimizin (s.a.v) endişesi boşuna değil, Sevban’dan (r.a) nakledildiğine göre Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim hakkında saptırıcı önderlerden endişe duymaktayım.” (Ebu Davud, fiten 1; İbn Mace, fiten 9; Darimî, Mukaddime 23; Ahmed b. Hanbel, l, 42; V, 278, 284; VI, 441;) Amenna ve Saddakna Ya Resulullah…
Necm suresi 4. ayette: “O, kendi arzusu ile söylemez, O (söylediği), kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir” buyurulmuştur. Mikdam b. Ma’dî-Kerib’in (r.a) rivâyetine göre Hz. Peygamber de: “Bana Kur’an ve onunla beraber O’nun gibisi verildi. Şunu iyi biliniz ki, Allah Rasûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir…” (Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm, 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, 12) buyurmuştur.
Bu ayet ve hadisi delil kabul eden bazı İslam âlimleri, Hz. Peygamber’in hadisleri hakkında ictihad yapılmasının caiz olmadığını ve sünnetin de Allah tarafından inzal olunmuş vahiy gibi düşünülmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Özellikle sünnet etrafında şüphe çıkarmaya çalışan Batılı müsteşriklerin İslam ülkelerindeki uzantıları olan doğulu müstağripleri, Kur’an’dan başka vahyin olmadığı, sünnetin vahye dayanmadığı fikrini savunurlar.
Dini modernizm ve dinde yenilik yanlısı Kur’an Araştırmaları Merkezi (KURAMER) kanalıyla Türkiye’deki Müslüman halkın arasına fitne ve fesat tohumları ekiliyor. KURAMER’in faaliyet kapsamında sempozyum ve konferanslarına yer verdiği iki ilahiyat profesöründen biri “Kur’an Kerim inmeseydi daha iyi olurdu” diyen Mustafa Öztürk ile “Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetleri değiştirilmeli” diyen İlhami Güler, üniversitede hocalar. Bunların gündeme getirdikleri Kur’an kıssaları için mitoloji/masal söylemi yeni değil, zaten daha önceleri yazdığı mealde tahrif edilmiş Tevrat’tan bolca alıntılar olan Muhammed Esed tarafından dile getirilmişti.
Dinimizce ilimle uğraşmak ibadet gibi telakki edildiği halde böyle ilahiyatçı kılıklı zevat ciddiyetten uzak, sorumsuz ve vakara yakışmayan bir üslup takınarak batıl görüşleriyle insanları dalalete sürüklüyorlar. Kullandıkları din dili kendilerini iman sahası dışına atıyor, teslimiyet problemleri olduğu için itaat etmek yerine isyan bayrağı açarak muhalefet et meşhur olursun tarzındaki Arap atasözüne uygun davranış moduna giriyorlar. Dini söylemleri kendilerini dinleyenlere uçuruma götürecek cinsten, Kur’an’a saygısızlığın adını da akademik özgürlük ve dini farklı açıdan yorumlama olarak lanse ediyorlar.
Kur’an kıssalarına masal diyorlar, Kur’an ayetleri tarihseldir diyorlar, Kur’an ayetleri değiştirilmeli diyorlar, hiç kimseden ses yok! Acaba hiçbir tepki vermeyen bu Müslümanlar ne zaman uykudan uyanacaklar? Hâlbuki bu dinin bir namusu, bir izzeti ve şerefi vardı. Bizler için bu dini bozulmaktan korumak, onu yaşamaktan daha evla olmalıydı, kimseye dini bozma cüreti vermemeliydik! Maalesef valileriyle yazışmalarında bir harfin değiştirilmesiyle mananın çok değişeceğinin farkında olup bunu yapanı cezalandıran Hz. Ömer gibiler aramızda yok.
İslam tarihinde halife Hz. Ömer’in (r.a) valileriyle yazışmalarında mektupta yer alan yazım hataları ve yanlışları nedeniyle valilerini kırbaçlatması meşhurdur. Vakıa şöyle olmuştur: Rivayete göre Ebu Musa el-Eş’ari (r.a) bir defasında Hz. Ömer’e bir mektup yazmış, o da yazdığı cevabi mektubunda: Bana gönderdiğin yazı hatalı, diyerek, mektubu zarflayıp geri göndermiş ve ‘Şu satırdaki cim harfinin noktasını eksik etmiş! Cim harfinin noktasını değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur!’ diyerek orada bulunanlara valisini kırbaçlatmıştı.
Buna benzer bir hadise de Mısır’da yaşanmıştı. Amr b. As’ın kâtibi, Hz. Ömer’e yazdığı mektupta besmelenin “sin” harfini yazmamıştı. Hz. Ömer, Amr’a, ona bir kırbaç vurması için haber göndermiş, Amr bu cezayı uyguladıktan sonra sebebini halifeye sorunca, halife buna: “sin’den dolayı” şeklinde cevap vermişti (İbnu’l-Cevzi, Meniikıbu Emiri’l-Iılü’minin Ömer b. el-Hattiib. Be-TUt: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1987, s. 151).
Yerli oryantalistlerin dini eleştirme, değiştirme ve güncelleme taleplerindeki cesaret ve ısrarları bize eserlerini Türkçeye çevirdikleri ve fikir ve düşüncelerini taklit ettikleri Batılı oryantalistleri hatırlatıyor. İşte bunlardan biri Hristiyan George Tarabişi, Kur’an İslam’ından Hadis İslam’ına adlı kitabında calib-i dikkat bir şekilde ‘Peygamber’in hüküm koyma yetkisinin olmadığını, ona itaatin gerekmediğini, Müslümanların Kur’an İslâm’ını uyduruk rivayetler olan hadislere dayalı bir din haline getirdiklerini… söylüyor. Ne yazık ki bizim yerli oryantalistlerin akıl hocaları Tarabişi gibi Batılı oryantalistler! Tarabişi ve benzer akıl hocası batılı oryantalistlerin söylemlerini, ilahiyat kürsülerinde konuşan akademisyenler dillendirmekteler.