SİZDEN GELENLER- Maide 54 – Zehra Gönenç

Hz. Musa -aleyhisselam-, kavmini Kenan diyarına götürmek için yola çıkmıştı. Arz-ı Mev’ud denilen yere yerleşeceklerdi. Hz. Musa, her koldan bir temsilci seçti. Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yuhne’nin reisliğinde oradaki kavmi keşfe gönderdi. Gidenler, Amalika kavmini çok güçlü buldular. Fakat bunu, herhangi bir korkuya sebebiyet vermemesi için kavimlerine anlatmamak üzere anlaştılar. Ancak diğer temsilciler, durumu kavimlerine anlattılar. İsrailoğulları da harp etmekten kaçındı.
Onlar: “Ya Musa! Orada zorba bir toplum var! Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla girmeyeceğiz, eğer oradan çıkarlarsa, biz de hemen gireriz.” (Maide-22) dediler. Ve sonra “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe, biz oraya asla girmeyiz; şu durumda sen ve Rabbin, gidin savaşın! Biz burada oturacağız!” (Maide-24) dediler.
Firavun zulmünden kurtulduktan sonra o kötü günleri unutan İsrailoğulları, dünya nimetlerine kavuşmuş ve rahata alışmışlardı. Dünyevi istek ve arzularını artırmışlardı. “Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde ) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar.” (Maide-26) buyrulmuştu. Küstahlıklarının cezası olarak Tih sahrasında kalmaya mahkûm edildiler. Bu mekândan ne zaman çıkmaya çalışsalar, dönüp dolaşıp yine aynı dairenin içine giriyorlardı. Ta ki, yeni bir nesil yetişti.
Nihayet, bu imanlı ve zinde nesil ile oradaki zorba kavme galip gelinip Arz-ı Mev’ud’a girildi. Artık Şeria Nehri’nin doğu kıyısındaki yerler ele geçirilmiş ve Arz-ı Mev’ud’a yerleşilmişti. Kendilerinin vazgeçilmez ve dinin tek temsilcisi olduklarını sanan İsrailoğulları, Allah’ın yeni bir kavimle muradını gerçekleştirebileceğinden bihaberdiler. İstikametten dönen, dünya nimetlerinin zevkine tamah eden, Allah’a olan güven duygusundan yoksun, köleliği bir kimlik haline getirmiş İlk dönem İsrailoğulları, Arz-ı Mev’ud’un fethine mazhar olamadılar. Onlar yerine; imanı sağlam ve istikamet üzere olan bir nesil, vaat edilen toprakları fethetme şerefine nail oldu.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden (inancından) dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Maide-54) ayetinde vurgulanan ve üzerinde durmamız gereken bir kavram olan ‘mürtet’ kelimesi رِدَّةٌ kelimesinden türemiş olup إِرْتِدَادٌ sözcüğünün iftial vezni failidir. Sözlükte, din-i İslam’dan dönmek, irtidat etmek, döneklik, din ve millet değiştirmek, geri dönmek, reddetmek gibi anlamlara gelir.
Geniş bir mefhuma sahip olan bu kavram, ister dinden dönenleri kastetmiş olsun, ister Allah yolunda döneklik yapmış olanları (İsrailoğulları örneği gibi) kastetmiş olsun, kendini dinin tek varisi sanan, o olmayınca Allah’ın dininin bayraktarı bitecek küstahlığında bulunanları, peygamberden işittiği emri reddeden ilk dönem İsrailoğulları zihniyetini de eylemsel bazda kapsamaktadır. Allah’ın sevgisi şerefine nail olacak yeni bir nesil getirmek, Rahman ve Rahim olan Allah için hiç de zor değildir. Kırk yıl sahrada kendinden bihaber, şaşkınca, ıstırap içinde dolaşan kuşak değiştiğinde, Allah’ın sevgisiyle bezenmiş bir güruh yeniden hayat olur sahraya…
O, kavim nasıl olmalıdır? “…Müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdır…” (Maide-54). Hadiste ise; “Birbirinize hasette etmeyiniz! Düşmanlık da etmeyiniz. Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz. Ey Allah’ın kulları birbirinize kardeş olunuz.” buyrularak müminlerin temel özelliklerine işaret edilmiştir. Bir hadiste de şöyle buyrulur; “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Hadis-i şeriften; iman edenlerin, sevme, merhamet etme ve esirgeyip koruma gibi fevkalade önemli konularda birbirlerine her yönden yardımcı olmaları gerektiğini anlıyoruz. O halde müminler, mutlaka birbirini sevmeli, bağışlamalı, birbirine merhamet etmeli, acımalı ve yardımcı olmalıdırlar. Zira sağlıklı fert ve toplumun tesisi, ümmetin felahı, gönüllerin refahı ancak bu düşüncedeki insanların bir araya gelişiyle mümkün olacaktır.
Nitekim hicretle beraber Mekkeli muhacirlerle Medineli ensarı birbirlerine kardeş yapmak suretiyle yeryüzünün en muhteşem topluluğunun temellerini atmıştı Kâinatın Efendisi. Ve insanlar birbirlerine o kadar bağlanmışlardı ki neyi varsa; evi, bağı, bahçesi vs. hepsini yeni edindiği kardeşiyle eşit bir şekilde paylaşmak için adeta yarışmıştı. Sonuçta bu topluluk kendilerinden sonraki nesillerin iftiharla takip edecekleri, mükemmel bir çığır açmışlardı.
Rasulullah Efendimizin etrafındaki yiğit Müslümanlar, Allah ve Resulü’ne karşı en içten, en samimi duygularla bağlanırlarken, kendi aralarında da birbirlerine karşı çok merhametli, çok fedakâr bir hayat yaşarlarken, kendilerinin dışındaki kâfirlere karşı da son derece onurlu, izzetli, şerefli bir tavırla, ezilmeden, şahsiyetli bir anlayışla dimdik ayakta kalabiliyorlardı. Müslümanlıklarının izzet ve şerefini kimseye çiğnetmiyorlardı.
Ayetin müminlere, alçakgönüllü olduktan sonra kâfirlere karşı dik duruş sergilemek gerektiğini ifade etmiş olması, müminlerin her zaman ve her yerde izzetini, şerefini korumak durumunda olduğu anlamına gelir. “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman “selam” der geçerler.” (Furkan-63) Günümüzde de Müslümanlar; Allah’ın hükümlerine olan bağlılıkları, taviz vermeden dini yaşamaları ve diğer mümin kardeşlerinin hakları konusundaki anlayışlarında pısırıklıktan uzak, kendi konum ve mevkilerine göre gösterecekleri vakarla izzet ve şerefi tekrar elde edeceklerdir. Gözlerinin her zaman kâfir cenahından gelecek olana açık olması gerekliliğiyle sistemsel, fikirsel, eylemsel vb. tüm alanlarda sunulan forma temkinli yaklaşma ve ferasetli bir duruş sergileme tavrını göstereceklerdir. Ayetin devamında;
“…Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar …” buyrulmaktadır.
“Ey Nebi, kâfirlerle [maddi imkânlarla, silahla] ve münafıklarla [öğütle, delille, belgeyle, tedbirle] cihat et, [öğüt, uyarı, tebliğ de kâr etmezse] onlara sert davran! Onların gidecekleri cehennem, ne kötü yerdir.” (Tevbe-73) buyrulmuştur. Cihatları; zamanı ve zemini sağlam, fikirsel altyapısı tam olarak Hadiste: “Kim onlarla eliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla kalbiyle cihad ederse o mümindir” buyrulmuştur. Mana itibariyle; gaye olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve resulünün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan; İslâm’ı tebliğe, İslâm ülkesini ve Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşımaktayken pratik itibariyle kalp, dil, el ve silâh gibi beşerî aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilecek bir mücadele ortaya çıkmaktadır.
Cihad, Müslümanın Allah’a kulluk ve O’nun rızasını temin için İslâm esaslarını öğrenme, öğretme, ferdî ve içtimaî planda yaşama, yaşanmasına çalışma, İslâm’ı tebliğ ve bu hususlarda içte ve dışta karşılaşacağı engelleri aşma konusunda içinde bulunması gereken şuurlu ve sürekli gayret ve aksiyon halini ifade eder. “Bizim -rızamıza ulaşmak için- uğrumuzda cihad edenlere elbette -bize ulaştıracak- yollarımızı göstereceğiz” (Ankebût-69) ve “Allah uğrunda -Allah’ın rızasına ulaşmak uğrunda- hakkıyla cihad edin” (Hac-78) meallerindeki ayetler cihadın bu kapsamlı anlamını içermektedir.
Hayat ölçülerini ve hükümlerini insanların arzularına dayandıranlar, yardım ve desteği insanlardan bekleyenler, insanların yergisinden çekinirler. Ancak insanların arzularına, ihtiras ve değer yargılarına hâkim olması için Allah’ın terazisine, kriter ve değerlerine başvuranları, gücünü ve onurunu Allah’ın gücünden ve O’nun verdiği onurdan alanları insanların ne söyledikleri ve ne yaptıkları hiç ilgilendirmez. Bu, insanların durumu ne olursa olsun, realiteleri ne olursa olsun böyledir. Bu insanların uygarlıkları, bilim ve kültürleri ne düzeyde olursa olsun, durum değişmeyecektir. Kınanmadan korkmayan, protesto, yaftalama, toplumsal statü kaygılarını bir köşeye bırakmış, mutlak statü sahibi olan Allah’ın sevgisinde olmanın kıymeti ölçülemez bir lütuf olduğu bilincinin direnişinde olmaya devam edeceklerdir. Bu yüzden, mümin topluluk, Allah yolunda cihad ederken kınayanların kınamasından korkmaz. İşte bu nitelikler seçkin müminlerin karakteristik özelliğidir.
“…İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütuftur. Allah’ın lütfu geniştir. O, her şeyi bilir.” (Maide-54)
Allah ve Resulünün izinde olup da karşı bir ret halinde bulunup İsrailoğulları’nın düştüğü hataya düşmekten Allah hepimizi muhafaza eylesin.
Lütuf ve ikram sahibi olan Allah her şeyi en iyi bilendir.