Siz Ne Yapabilirsiniz? Ben Ne Yapabilirim?

Güzel insanların birçok şeyi, belki her şeyi güzel olurmuş. “Sağlığında güzeldin, ölümünde de güzelsin.” sözünü en güzele söyleyen de bir güzel insandı. Hizmet insanları da güzel insanlardır. Güzelliklerini hizmetleriyle gösterirler. Aslında her insanın belirgin bir özel yanı vardır. Her insan özeldir ve kendisiyle özel ilgilenilmesini ister, bekler. Kendisinin özel olduğunun fark edilmesini ister.
Küçük görevleri yerine getiren her insana, büyük görev yapmış gibi davranmanın, “teşekkür etmenin” o kişiyi çok mutlu ettiğini hepimiz müşahede ederiz. Toplum içindeki eleştiri, bizi ne kadar rahatsız ederse, teşekkür de o kadar sevindirir.
Övülmeden hoşlanmadığını söyleyen kişiler bile, övüldüğü zaman ne kadar sevinirler hiç fark ettiniz mi? Öyleyse kişilerin güzelliklerini, hizmetlerini, özel istidatlarını anmaktan, övmekten, belirtmekten geri durmamak da bir teşviktir.
Teşvik edici davranışların bastırılmış, ortaya çıkmamış, keşfedilmemiş nice özelliklerin, yeteneklerin ortaya çıkmasına sebep olduğunu unutmayalım.
Hizmet kelimesinin günümüzde biraz özelleştiğini, bir gruba mal edildiğini, marjinal hâle geldiğini görmekteyiz. Ama o kelimenin genel olduğunu her kesimi kapsadığını “baba himmet, oğul hizmet” gibi özlü sözlerden anlıyoruz.
Hizmetin sınırı da yok. Her alanda, her mekân ve zamanda hizmetin var olduğunu bilmemiz gerekli. Allah’a, insana, büyüklere, millete, memlekete, tabiata ve kendine hizmet. Son Güneydoğu gezisinde bize kelaynak kuşlarını anlatan kişi “hiçbir para almadan” bu işi yaptığını söyledi. “Doğanın korunması” amacıyla yapılan işin önemini vurguladı ve “doğa gönüllüsü” olduğunu ifade etti. Bunları anlatırken elini içinde koruduğu sigarasının dumanı da dikkat çekmişti. Bunun üzerine M. Aydoğdu Hocamız, “Bu yaptıklarınız ve doğaya yönelik çalışmalar çok güzel ama bir de kendinizi korusanız” diyerek sigarayı göstermişti. Kendini doğadan ayrı gören yanlışlık. İnsani anlamdaki hizmetler ve İslami anlamdaki hizmetler.
Bazılarının yaratılıştan hizmet ehli olduğunu hepimiz müşahede ederiz. Şimdi kendi kendinize sorabilirsiniz. Ben bir hizmet eri miyim? Hizmet özelliğim nedir? Nerede nasıl hizmet edebilirim? Hiç mi hizmet özelliğim yok? (Eğer öyleyseniz durum vahim.) Ama lütfen “Ben ne yapabilirim?” diye hem kendinize hem başkalarına sorun. Soruların cevabını vermek bize şahsiyet, tavır kazandırır.
Yaşamanın amacı, kulluğun amacı hizmettir. Hizmetin geniş anlamını daraltırsak, kendimize has yanlarını buluruz.
O BÖYLE HİZMET YAPTI
O, doğuştan engelliydi. Fiziki engeli vardı. O engel onun yürümesinde fark edilirdi. Bir bacağının kısa olması sebebiyle aksayarak yürürdü.
Ayağındaki sakatlık ve yürümesinde engelin onu çok zorladığını kesindi. Yürürken görünen denge bozukluğu bunu belli ediyordu.Ama bazı insanların fiziki engelleri, insanlara, İslam’a hizmetine engel olmuyordu. Nice amalar görmemeyi bir nimet haline getirip hafız, âlim olarak hizmet ediyor. Günahları görmediği, gözün zinasından kurtuldukları, göz imkânına sahip olmadıkları için bazı kötülükleri yapamadıklarına şükreden nice âmâları görüyoruz.
Bir cehrî zikirli yolun müridiydi. Aynı zamanda oranın ayak hizmetlerini de yürütüyordu. O halkanın çay, su gibi hizmetlerinden kendini alıkoymazdı. Bir sohbet yolunun da üyesiydi. Oranın da sohbetlerinde de her türlü fiziki hizmeti götürürdü. Orada da her türlü ayak işlerine üşenmeden yorulmadan koşardı.
İçinde bulunduğu, dini, ailevi, resmi her türlü toplantıda hizmet etmekten zevk alandı. Etrafı onun fiziken zorlanmasına bakarak kendisine hizmet edilmesi gerektiğini hatırlatırdı ona. Ama o hizmet etme mutluluğunu yaşamak istiyordu. Sözlerini yerine getirmenin, çağrıldığı her hizmete koşmanın, verilen her görevi eleştirisiz ve itirazsız yerine getirmenin bir yürekli eriydi o. Büyük küçük demeden, her insanın yardımına koşması, yardım etmeye çalışması da bir güzel hizmetti.
Etrafındaki dine uygun kişi ya da davranışlara karşı yumuşak ve sabırlı bir direnişin, hatırlatmanın, uyarmanın ve düzeltmenin de insanıydı. Onların yüzüne yanlışlarını söylemeden doğruyu söylerdi, doğrusunu gösterirdi. O kadar samimi, candan ve usturuplu, yumuşak bir söyleyiş ve gösterişi vardı ki, yanlış kişi ya yanlış sahibi farkında olmadan ona tabi olurdu.
O hep gülen ve her yaş ve konumdaki insana, evine, ailesine, cemaatine çevresine kişiliği ile Müslümanlığı ile eğitimi ile hizmet eden bir fedakâr insandı. Bunun karşılığını yaşarken kendi mutluluğu ile hicretiyle de sevdiklerinin uğurlaması ve duaları ile gördü. Eminiz ki sevdiklerinin şehadetiyle ve Rabb’imizin nimetleri de ona olacaktır. Herkes kendi gücü kadar kendi özelliğine göre hizmet etseydi dünya ve insanlar böyle olur muydu?
MEYSERET’ÜL EKKÂL
Bir adamdan bahis olmuş, zahid ve çok obur.
Yalnız Allah adıçün dembedem nefes solur.
Görse herhangi yemek, yer hemen tıkanmadan.
Hem sorar ayranı hem bir de baş arar soğan.
Öyle yermiş ki fakir bol mübâlağâ ile.
Dilde hâlâ dolaşır geçse on asır bile.
Bir hanım emrederek:
“ – Nerdedir şu Meysere?
Sofradayken çağırın baş tarafta bir yere.
Bir de ölçün bakalım, misli bir yemek ile
Kaç sail fâni doyar, az biraz emek ile.”
“ – Tam doyurduk hanımım, yetmiş aç adam başı.
Altı arşın da gelir, ölse; bir mezar taşı.”
Bir zaman Meysere’nin merkebiyle bed hesap
Yapmış üç beş boş adam tekmiliyle bir kebap.
Kendi zâtîmalıçün sormadan beş on sual
Tüm yemiş merkebi vah! Anlamış, çıkınca nal.
Bir obur görmek için nâzenin Harun Reşit
Sofra kurmuş. Taamın hepsi var çeşit çeşit.
Baş sualdir:
“ – Mübarek! Kaç tabak yemek yeter?”
“ – Mal benimdiyse eğer, minnacık çörek yeter.
Yok, değillerse benim; sen pişir de ben yiyim!”
“ – Mâşaallah ki sanırsın cevâmiül kelim.”
Türlü soğmuş içecek, meyveler şeker gibi.
Bunların altına var: mercimek, kazandibi.
Geldi mutfak tamamen, yendi bitti tüm yemek.
Dilde sözler, dua var; mîdeler diler kelek.
Çok güzel bir misafir, çekti sesli besmele.
“ – Aynısından yedirin, canlı kanlı bir file!”
Sofradan sonra hemen, bir adam edeplice:
“ – Hep yedirdik aç açık fil bulup da dün gece,
Arttı filden iki tam büsbüyük sıcak pide.
Kâfiyetten mütevellit tıkandı gitgide.”
Bahsi geçmiş bu adam, fil kadar obur imiş.
Her cihetten aranan özlü bir buhûr imiş.
Sâde Hazret Ali’den çokça var rivâyeti.
Aşkla hemhâl olanın beklenir sirâyeti.
Allah’ım elçilerin doymadan dururdu hep,
Kıssadan Nesbel’inin gönlü bulsa bir sebep.
(fâ i lâ tün / fe i lâ tün / me fâ i lün / fe ul)
Sözkonusu vakıa:Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i SarîhTercemesi ve Şerhi, Birinci cilt – s.283 dipnot 2 / Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları – sayı 55, beşinci baskı, Başbakanlık Basımevi 1979
Dembedem: zaman zaman
Sail: dilenci Tekmil: tüm, bütün
Nâzenin: narin, ince yapılı
Cevâmiül kelim: Lafzı az, manası çok sözler
Kâfiyetten mütevellit: yeteri kadar olduğu için
Buhûr: dini törenlerde yakılan kokular
Sirâyet: yayılma, dağılma