Sıfırı Tüketmek

Yeryüzüne inmesinin bile bir maliyeti olan insan, bu maliyetin gerçek değerini bilmeden ve bedelini ödemeden bu âlemden göç etmemelidir.
Günlük hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz her bir şey, aslında bizlerin hizmetine hasredilmiş demektir. İmtihan için dünyaya gönderildiğimizi beyan eden Yaratıcımız, imtihan salonunun her türlü araç-gerecini noksansız var etmiştir. Bu nedenle, “Kalemim tandıra düştü, ödevimi yapamadım, çalışamadım!” gibi öğrenci gerekçeleri de ortana kalkmaktadır. İnsanın böyle gerekçelerin arkasına sığınmasının hiç bir anlamı yoktur. Hayatın devamı için sonsuz nimetler önümüze serilmiş; hesabı daha sonraya ertelenmiş durumdadır. Buna rağmen, insan bilincinin körlenmesi nedeniyle, asrımızda hesapsız nimetler sorumsuzca tüketilebilmektedir. Biz bu yazımızda, maddi tüketimin detaylarına inmek yerine, Milletimizin, olmazsa olmaz niteliklerinin yok olmasına sebep olabilecek ahlaki-manevi normların nasıl tüketildiğini incelemeye gayret edeceğiz.
Kâinat ve kâinatın bir parçası olan çevre, bütün insanlığa tevdi edilmiş bir emanettir. İmar edeceğimiz, istifade edeceğimiz, ama tüketip yok etmeyeceğimiz bir emanet.
Bilmeyi, egemen olmanın aracı olarak kabul eden Batı’nın, bütün dünyayı sömürme faaliyetlerinden sonra, bilim adına insanlığa dayattığı bilgi teorisinin ana hedefi, her şeye sahip olma anlayışının elde edilmesidir. Mal bulmuş mağribi gibi Batı’dan kotardığımız bilgiler, bizlere de, bilgiyi tabiata egemen olmak için kullanmaya zorlamaktadır. Oysa, diğer taraftan egemen olmak için değil, korumak için tabiata yaklaşılmayı öğrenmiştik. Yaşadığımız yıllar ve mekânlara baktığımızda bizim de çevreyle ilgili bakış açımızın hayli değiştiğini fark etmemiz mümkündür. Kanaati tüketen hırslarımız, aslında birçok şeyi de kanaatle birlikte yok etmeye vesile olmaktadır. Günümüzde, “Kanaat hazinedir.”cümlesi, hırslarımıza gem olmak yerine; birkaç eski model kamyonun aksesuar bölmelerinde süslü harflerle yazılı kalabilmiştir.
Kur’an kültürüne biraz aşina olan her fert bilir ki, insanın yapısında iyilik yapma ve kötülük yapma istidadı mevcuttur. Bedeni istekler ve ruhi talepler insanın tercihine sunulmuştur. İsteyen nefsini tatmin eder, arzu eden ruhunu yüceltir. Aslolan, ruhun tatminini sağlarken, bedenî -fizikî ihtiyaçları da ihmal etmemektir. Şu bir gerçektir ki, modern hayat önceliği maddî-bedenî isteklere vermektedir. Modernizmin öne çıkardığı sahte değerler ve araçlar, insanın özünde var olan birçok erdem özelliğini tüketmekte veya bu özelliklerin üzerini örtmektedir.
Yaşadığımız çağ, görme, dokunma, haz, maddi tatmin, hırs, menfaat, vb. dünyevi kavramların çokça kullanıldığı bir çağdır. Son yüzyıllarda dünyaya öncü olarak kendilerini lanse edenlerin, Afrika’ya ilk çıktıklarında, oradaki çıplak kabileleri, önce onlara ne kadar kumaş satabileceklerini hesap ederek incelemeye başlamaları sizce ne ifade eder? Bu davranışı sergileyenlerin, dünya insanlığına neler verebileceklerini merak etmeye gerek yoktur. Ancak bizi esas ilgilendiren, üstü kapalı “tek tipleştirme” faaliyetleri olmalıdır. Bugün, Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan birisi ile Kanada’nın bir kasabasında yaşayan bir insanın hayat tarzlarındaki fark makasının gittikçe kapanmakta olduğu gerçeği dikkate çekicidir.
21.Asır bireyin öne çıkarıldığı bir asır olarak sunuldu. Fakat bireyin bencilleşip azmanlaşacağı hesaba katılmadı. Her türlü konfora ulaşan fertler yekdiğerini unuttu. Unutmakla kalmadı, onun sırtından geçinmeyi mubah kabul etti. Adeta insan insanın kurdu oldu. Bireysellik bencilliği doğurdu. Bencilliğin, benmerkezciliğin esiri olan kişiler kardeşliği, tarih boyunca bütün cihana insan olmanın meyvelerini sunan kardeşliği tüketmektedirler.
Dikkat ediyor musunuz? Son yıllarda daha çok seyrediyoruz. Her şeyi seyrediyoruz; bigane kalıyoruz içimizi titreten olaylara. Midemizi bulandıran yüz kızartıcı cürümlere kılımız kıpırdamıyor. Oysa seyretmek bizim bin yıllık Geleneğimize has bir olgu değildir. Seyretmek dinlemeyi ve müdahil olmayı tüketiyor. Dinlemek, anlamak demektir. Anlamak ise müdahil olmanın ilk halkasıdır. Anlamayan kişilerin suya sabuna dokunmaları tabii ki mümkün değildir. Anlayan paylaşır, dert ortağı olur. Anlamayan, çöp evlerdeki garibanları sadece seyreder.
Hep kendinden bahseden, hakaret eden, azarlayan, söven, tahkir eden, fertlerin sayısı gittikçe artıyorsa bilin ki, saygıyı tüketiyoruz.
Cömertlik kılı kırk yararcasına para hesabı yapanların işi değildir. “Devir hesap devridir”, diyebilirsiniz. Lakin bu hesabın içinde muhtaçlar yok ise, cömertlik tükeniyor, yok oluyor demektir.
Nefsimizi hesaba çekmeyi, kendimize nazar etmeyi, kendi kendimize nasihat etmeyi tüketiyorsak, bunun sebebi, burnumuzdan kıl aldırmaya razı olmadığımız halde, aklımızı hep başkalarının kusurlarına yoğunlaştırmamızdır.
Sebepleri maddi kılmak, yaşadığımız hayatı tek gerçek kabul etmek, kendimizden başka güç vehmetmemek, inandığımızı zannettiğimiz halde inancı tüketmektedir.
Tüketim araçlarının çokluğu ve bilinçaltına dayatılan hayat standartları muhabbetin yanında, insanın insanla yaşayabilmesini sağlayacak birçok insanî-ahlakî donanımı da yok etmektedir.
Bugün ülkemiz gençliğine tahakküm eden popüler kültür âdab-ı muaşereti tüketip; nereden geldiğini bile araştırmadığımız “görgü kuralları”nı sunmaktadır. Bu kurallar içerisinde tabi ki bünyemize uyanlarına sözümüz yok! Fakat görgü kurallarının gençliği ne hallere düşürdüğü malum. Hoş, bu kuralların sadra şifa olduğunu söyleyecek babayiğitler de pek ortalıkta gözükecek gibi değiller.
Görgü kurallarından hangilerinin bünyeye uymadığını hatırlatacak toplumsal baskı unsurları da tek tek tükenmektedir. Adab-ı muaşeretin tüketilmesi bizi biz yapan değerlerin yavaş yavaş kemirilerek tüketilmesi anlamına gelir. Değerlerin yerlerine elbette yenileri gelecektir. Fakat milli-İslâmî bünye, yeni normları kabul edecek mi? Yoksa değerler bünyeyi değiştirecek mi? Orası meçhul!
Yazıyı uzatmak mümkündür. Ancak çevreye ve günlük hayatımıza baktığımız zaman birçok değeri tükettiğimiz gerçeği ile karılaşacağımız malumdur.
Unutmayalım ki sıfırı ecdadımız bulmuştur. Bu bizim için çok şey ifade eder. Sıfırı tüketen tüccar iflas etmiş demektir. Bu millet sıfırı tüketirse, geriye bir şey kalmayacaktır.
**
HİKMET DAMLALARI
Ay
Kendisine hakikat âşığı bir dost aramak için Bağdat’a gelen Şems-i Tebrizî, burada tanınmış sufîlerden Şeyh Evhâdüddin ile buluştu. Şeyhe, ne âlemde olduğunu sordu.
Şeyh:
“Ay’ı leğendeki sudan seyrediyorum! Dedi.(Bu sözle, Allah’ın eşsiz güzelliğini velilerin yolunda bulmaya çalıştığını kastetmişti.)
Şems:
—Ense kökünde çıban yoksa başını kaldır göğe bak! O zaman ay’ı leğende değil, kendi zatında seyretmiş olursun, dedi.
**
Kûşe-i Tebessüm
GAYNIM GİLE GİDEREM!
Trafik lambaları ERZURUM caddelerine henüz yeni kurulmuştur. Bu sebeple, ışıklarda eğitim maksadı ile trafik polisleri mesai yapmaktadır.
Işıkların birinde, kırmızı ışık yanmasına rağmen karşıdan karşıya geçmeye çalışan teyzeye, polis memuru çıkışır:
“Teyze teyze dur! Nereye gidiyorsun”?
Teyze, çok kızgın cevap verir:
“Hadi oradan, erimden izin almişam, gaynım gile gidirem, sana ne?