SELEFİLİK –İSLAMÎ KÖKTENCİLİĞİN TARİHİ TEMELLERİ- ADLI ESERİN DEĞERLENDİRMESİ

Mehmet Zeki İŞCAN, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012, IV. Baskı, 312 Sayfa.
Özellikle son yıllarda radikal gruplarla karşımıza çıkan selefilik ve selefi söylem başta Suriye ve tüm Ortadoğu’da yaşananlardan ötürü halen çok canlı bir vaziyette gündemimizdedir. Bu konuyla alakalı olarak Mehmet Zeki İşcan tarafından kaleme alınan Selefilik-İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri- eserinin değerlendirilmesi yapılacaktır.
İlk baskısı Ekim 2006 yılında olan eser, Mayıs 2012’de dördüncü baskısını yapmış ve bu çalışmamız da dördüncü baskı üzerinden olacaktır. Eser, notlar ve dizin bölümleri dahil 312 sayfa olup orta hacimlidir.
Akıcı bir üsluba ve akademik bir yazım şekline sahip olunan eserde açıklamalara ihtiyaç duyulan yerler dipnotlarda açıklanmıştır. Ancak birkaç açıklama haricinde dipnot bilgilerinin sayfanın altında ya da eser içerisinde verilmeyip eserin sonunda toplu bir şekilde verilmesi okuyucu için zor bir durum oluşturmaktadır. Zira eser fazlaca rivayetle desteklenmektedir. Ayrıca ashabu’l-hadisin fikirlerini yansıtması bakımından eserin içerisinde okuyucuyu şaşırtacak ilginç rivayetlere de yer verilmiştir. Tırnak içerisinde kullandığı terimler İslam düşüncesi alanına yeni kavramları kazandıracak niteliktedir.
Eser, önsöz ve sonuç bölümleri dışında uzunca bir giriş ile üç ana başlıkta ele alınmıştır. İman amel ilişkisi, halku’l Kuran meselesi, haberi sıfatlar ve tevili gibi pek çok kelami meseleyi ele alması bakımından ayrıca rivayet okuma ve değerlendirmeye bakış açısı vermesi dolayısıyla yalnızca mezhepler tarihi ile ilgilenenler değil ilmi kelam ve ilmi hadis ile ilgilenen her bir kimse yazarın hedef kitlesidir-denilebilir-.
Geçmişin izlerini mutlak hakikat olarak benimseyip şimdi ya da geleceği kendi içerisinde değerlendirmekten yoksun, yapacağı yorumlamaları yalnızca ‘’maddi’’ zeminde ele alan gelenekçi söyleme Selefilik denmiştir. Yazar “gerilemeci din söylemi”, “İslam köktenciliği” veya “radikal İslam” olarak nitelendirdiği bu görüşün tutumlarını gözler önüne serme hedefi ile eserini kaleme almıştır.
Herhangi bir mezhebin veya grubun yalnızca düşüncelerine değinmek o mezhep veya grup hakkında eksik kanaate sahip olmak demektir. Bu sebeple yazar, ‘’kutsala referansla anlamlı bir dünyanın inşası’’ olarak ifade ettiği mezhep, fırka, grup vs. değerlendirirken “açıklama” ve “anlama” yöntemini kullanacağını belirtmiştir.
Giriş bölümünde “Selefiye” kavramının kullanıldığı anlam ve tarihi zemini göstermek üzere Vehhabilik, İhvan-ı Müsli-min, Cemaati İslami, Afgan Arapları ve Deobandi gibi gruplara da yer vererek Selefiye’nin tarihi yansımalarını aktarmıştır.
Birinci bölüm olan ekolleşme öncesi dönemde yazar selef düşünce yapısının nasıl oluştuğunu aktarmaya çalışmıştır. Bunun için selef fikrinin ‘’ilk defa bir standardizasyon hevesi ile başladığını’’ Arap kültüründen doğan İslam’ın Arap düşünce sistemine yani Araplaştırma-İslamlaştırmaya ihtiyacı olmuştur. Dahil olan yeni kültürlere karşı takınılması gereken tavır tıpkı çölde kaybolmamak için gidilen izlerden gidilmesi gibi geleneğe uygun hareket etmek olarak belirlenmiştir.
Geçmişin izlerini takip etme için yapılması gereken eser, hadis gibi kavramların dinleştirilmesidir. Bu konuda karşımıza çıkan isimlerden biri de İbn Şihab ez-Zühri’dir. Hadislerin dinleştirilmesi, geçmişte beliren hakikati muhafaza etmek için yapılması gereken hadislerin kayıt altına alınmasıdır. Ayrıca bunu yaptıran iktidardır. Çünkü ‘’bilgi, iktidarın kendini gerçekleştirmesinin bir aracıdır.’’ Bu nedenle yalnızca Zühri’nin değil önde gelen hadisçilerin iktidara yakınlığı göze çarpmaktadır.
İlk üç neslin adeta kutsanması gerektiği sahabe ve sonraki neslin erişilemez bir konumda bulunduğu düşüncesi selef fikrinin toplumda yerleşmesi için kullanılmıştır. Bu konu ile alakalı pek çok rivayetler aktarılmıştır. Bunun aksine rivayetlere ve olaylara akılcı bir bakış açısı ile yaklaşan, düşünen, fikir beyan eden geçmişin yanında şimdi ve ötesini de ele alan Kuran-ı Kerim’in yeni pencereler ile ele alınmasını gerektiğini söyleyen kimselere karşı dışlama ve ağır eleştiriler ile toplum onlara karşı manipüle edilmeye çalışılmıştır.
Kitabın ikinci bölümünde ise ashabu’l-hadisin ekolleşme süreci ele alınmıştır. Ahmet b. Hanbel ile özdeşleştirilen ashabu’l-hadisi hicri 3. yüzyıla indirgemek yanlış olacaktır. Ahmet b. Hanbel ismi ‘’ehl-i sünnet-i hasse’’ anlamında itikadi bir yöneliş olarak addedilen selefiyyenin ilk imamı olarak görülmektedir. Ancak ashabu’l hadisin temsil ettiği zihniyeti h.3.yy’da olgunlaşmış bir fırkaya indirgemek, bu zihniyetin gücünü küçümsemekle aynı anlama gelecektir. Toplumun yapısındaki değişmeler ile başından beri var olduğunu söyleyebilmekte olduğumuzu ifade eder.[1]
İmam Eş‘arinin ‘’selef mezhebinin inanç esasları şeklinde dile getirdiği ilkelere dikkat edilecek olursa eser boyunca aktarılmaya çalışılan zihniyet hakkında fikir verecektir. Bu ilkelere göre insanın kimliğini ortadan kaldırıcı derecede hayatın her anına müdahil bir Allah vurgusu yapılmaktadır. Antropomorfik bir şekilde Allah adeta ‘’ete kemiği bürünmüş’’ bir şekildedir. Dinin izahı metafiziksel konularda bile neredeyse bütünüyle nesnel ve maddi olmaktadır.[2]
Yazar, kültürel ve siyasi paradigmalar başlığı altında Muvatta’nın yazılma serüveni ve yetersiz kalışının zikredilmesi ardından Kuran’ın yaratılıp yaratılmadığı meselesini ele almıştır. Bu problemden doğan ‘’Kuran’ın gayri mahluk olduğu görüşünü’’ kültür değişmesine gösterilen bir tepki, panikten doğan bir savunma biçimi şeklinde izah etmektedir.
Kitabın üçüncü ve en son bölümünde ashabu’l-hadisin din anlayışındaki belli başlı esaslara yer verilmiştir. Bu esasları özetlemek gerekirse şunları söylemek mümkündür: “İnsan biçimci şekilde yüzü, gözü, kulağı, elleri, parmakları, ayağı, baldırı olan, konuşan, gülen, ahirette ve dünyada görülen, her yerde değil göklerde olan, arşı ve kürsüsü olan aynı zamanda günün belli zamanlarında arştan indiğine inanan bir Tanrı anlayışı ortaya konmaktadır. Bid’at, rey, görüş ve kelam karşıtı, ameli imandan bir cüz kabul ederek eşitlikçi iman nazariyesine karşı çıkan ve son olarak kendi düşüncesinde olmayan fikirleri cehmilik ile damgalayan zihniyete ashabu’l-hadis denmiştir’’
Bu düşünceleri destekler nitelikte aktardıkları rivayetlerden biri şudur: “Allah kıyamet günü kendi suretinin dışında müminlere: Ben sizin Rabbinizim diyecektir. Müminler onu başka bir varlık olarak düşündüklerinden dolayı O’na: Senden Allah’a sığınırız diyeceklerdir. Sonra Allah onlara: Peki Allah’ı kendisiyle tanıyacağınız bir alamet var mı? diye soracaklardır. Onlar: Evet baldır diyeceklerdir. Bunun üzerine baldır açılacak, müminler bu surette Rablerini tanımış olacakları için secdeye kapanacaklardır.”[3]
Sonuç olarak, yazarın bu çalışması eleştirel ve çözümsel bir perspektif ile Selefiliğin tarihi serüvenini ortaya koymaktadır. Oldukça bilgilendirici ve ufuk açıcı olması bakımından okunması gereken önemli bir kitaptır. Günümüz İslam düşüncesine hem yöntem hem de içerik olarak yol göstericidir.
[1] İşcan, Selefilik, 120.
[2] İşcan, Selefilik, 126.
[3] İşcan, Selefilik, 183.