Selçuklu Motifli Gökdelen

Alain Touraine, Türkçe 10. baskısını yapan ‘Modernliğin Eleştirisi’ adlı kitabında, insanın hayatın merkezine Tanrı yerine ‘araçsal akılcılığı’ koymasıyla başladığını öne sürdüğü ‘Modernlik’ fikrinin tarihsel gelişimini anlattıktan sonra konuyu şöyle bir cümle ile bağlar; “Bu ahlak öğretisinin (etiğin), estetiğin ve siyasetin zayıflığı, modernist ideolojinin, eleştirel olarak kaldığı sürece güçlü olmasına karşın, modernliğe olumlu bir içerik vermeye çalıştığında pek az ikna edici olmasında yatar.” Fransız sosyologun Avrupa tarihi için yazdığı bu durum ithal Türk modernleşme tarihinde de kendini farklı bir şekilde göstermemiştir. Eskinin(!) yerine yeniyi(!) dikte edenler halkla veya gücü elinde bulunduran bir grup elitle(!) yeniyi tartışmak yerine eskiyi kötülemek üzerine işe koyulmuş ve yazımızın konusu olmayan Türk Modernleşme Zulüm Tarihi bugünlere kadar topal aksak gelebilmiştir.
Modern tarihin bir cilvesi midir bilinmez, eskiye söverek yeni bir düzen kurduğunu sanma hali, Türkiye’de bu acıklı durumdan en rahatsız olan kesimin yani bin yıllık İslam yurdu Anadolu’nun ruh köküne bağlı bir grubun iktidara gelmesiyle de değişmedi. Bu iddia, hükümetin, başörtüsü yasağı, namaz kılan öğrencilerin ana haber bültenlerini şok haber olarak süslemesi, Müslüman bir ülkeyle her şart ve ahvalde sıfır ilişki gibi devlet sisteminin vicdan ve akıl dışı birçok uygulamasına son vermesi ve ülkeyi normalleştirme çabalarını bir inkâr değildir.
Lakin üzücü de olsa fikri manada durum tam olarak da böyle, üstelik bu sadece hükümete bir eleştiri değil, Türkiye’deki ‘İslamcılık’(?) taraftarlarına yani kendi nefsimize de bir eleştiri mahiyetindedir. Ne yazık ki bizim iktidarımız fikir sahasında, karşı olduğumuz grup ne konuda, nasıl iddialılarsa biz de aynı konuda, aynı şekilde iddialıyız demenin ötesine geçemedi.
Şu anki iktidar dönemi de dâhil olmak üzere son birkaç yüzyıllık tarihimizi Milli amaçlarımızın iyi-kötü ya da doğru-yanlış olup olmadıklarının belirlenmesinde değil, belirlenen amaçlara ulaşmada hangi araçla ‘nasıl’ ulaşacağımızı tartışmakla geçiriyoruz. Böylece aklı da fikirden yoksun bırakarak ve sorgulama gücünü elinden alıp hiç durmadan nasıl sorusuyla uğraşan cansız bir aygıta dönüştürmüş bulunmaktayız. İlk parafta Alain Touraine’den yaptığımız alıntıda bahsedilen araçsal akılcılık kavramının anlamı da bu.
Bu mücerret iddia ile ne anlatmaya çalıştığımızı, ait olduğu çağın bütün özelliklerini ayna misali yansıtan mimari ile müşahhas sahada açıklamaya çalışalım.
Oylarının çoğunu ‘bizim mahalleden’ alıp iktidara gelen bizim mahallenin evlatları, iktidara gelişlerinin ilk yılında, Ulus’un girişine bekçi koyup Anadolu halkını Ulus’a almayanların Ankara’ya simge olarak diktiği Ata Kule’ye karşılık daha büyüğünü yapmak üzere Keçiören’e Türkiye’nin en yüksek kulesi olması hedefiyle ‘Cumhuriyet Kulesi’ dikme kararı aldı. Kulenin ruhsatsız ve imar izni olmadan yapımına başlanması ve imara aykırı bulunup yıkımına karar verilmesi, bunun üstüne altı yıldır enkaz halinde yıkımı beklemesi bir yana insan, “Eee yapılsa ne olacaktı ki?” diye de sormadan edemiyor insan.
Kule gibi yüksek ve fiziksel olarak daha yükseğe çıkmak isteme hastalığımızın bir diğer örneği gökdelen ve rezidanslara (mabetler şehri İstanbul’umuzun siluetini mahveden) Selçuklu motifi işleme hastalığımız da ayrı bir facia! Ne yapılış amacının, ne kullanım biçiminin, ne çevreyi etkileme şeklinin İslami olmakla ya da Osmanlı veya Selçuklu zihniyetiyle alakası olan, konfor ve maddiyat tutkunluğunun sembolü yüksek yapılara Selçuklu motifi işlemekle tarihe övgüde bulunduğumuzu ve ataların ruhunu şad ettiğimizi sanıyoruz. Tarihi bir referansı bir ucubenin üzerine işlemekle tarihi bir süs öğesi mertebesine indirdiğimizin farkına varmadan!
Karşı mahallenin çocukları bizden daha yükseğe kule dikemezler de bizden daha rahat yaşayabilirler mi? Tabii ki hayır? Onlar boğaz kenarında lüks bir lokanta da rakı-balık yaparken, biz de boğaz kenarında hesap fişi bol sıfırlı iftarlardan geri durmuyoruz. Peki, onların sosyete dergileri boy boy bayileri süslerken bizim ‘aysha’mız ve ‘âlâ’mız olmayacak mı? Çok şükür(!) zamanla onlar da oldu.
İktidarı karşı mahalle daha önce yaptıysa onlara söverek aynı şeyin İslami(!) olanını yapmak olarak algılayışımızın örnekleri yazmakla bitmez. Bundan küçük bir yazı değil bir kitap olur. Oldu da zaten. 15 Temmuz gecesi bütün teorilerim çöktü diyen karşı mahalleden sosyolog Volkan Erit 2015’te ‘Endişeli Muhafazakârlar Çağı’ adında Türkiye’nin sekülerleştiği iddiasını savunduğu bir kitap çıkardı. Kendisi 15 Temmuz gecesi bütün iddialarının çöktüğünü söylese de kitabında yaptığı analizlerin büyük oranda doğru analizler olduğunu düşünenlerdenim.
Velhasılıkelam bize ayrılan sayfanın el verdiği ölçüde gevezelik ettikten sonra özet olarak şahsım ve bir grup genç adına şunları söylemek istiyorum; biz iktidar kelimesinden bir düzen kurma ve bu düzeni sağlıklı bir şekilde yönetme gücünü elde bulundurmayı anlıyoruz.
Dünya üzerindeki egemen fikrin iyi ve güzel olarak betimlediği amaçlara karşı mahalleden daha çabuk ulaşmayı doğru bir güç kullanma biçimi olarak görmeyip, özlediğimiz ve temel hasletleri erdemlilik, liyakat, dürüstlük, kul hakkına riayet, yardımlaşma, adalet, yapıcılık, maneviyatçılık, anti-kapitalist ve anti-siyonist olmak olan yeni bir düzen kurma çabasının geciktirilemez olduğuna inanıyoruz. Özlediğimiz ve istediğimiz düzen bu. Bunu nasıl kuracağını düşünme makamında olan da sizlersiniz!