Sanat Düşkünü veya Halk Kaçkını

“Başbakan Çamlıca’ya cami yapacağız” dedi. Dedi ve tartışma başladı. Hem dini, hem toplumsal, hem çevresel, hem kültürel, hem sanatsal açıdan yapılan çok yönlü tartışma. Oraya cami gerekli mi (dini), caminin topluma katkısı var mı (toplumsal), binası çevreye zarar verir mi (çevresel), kültürel hayata katkısı var mı (kültürel), mimarisi estetik mi (sanatsal) gibi soru ve kaygılar bir müddet, sayfa, ekran ve mikrofonlarda gündemi oluşturdu.
Sayfamızın gereği biz de olayın estetik, sanatsal tarafını ele alalım. Konu gündemdeyken bir televizyon tartışmasında, şimdiki camilerin sanat değeri taşımadığı ifade edildi. Tabi konu cumhuriyet sonrası, halkın yaptırdığı devlet katkısı olmayan camilerdi. Yanlış mı hayır, doğru. Fakat:
Soruyu net sorsak: Cumhuriyet sonrası halkın ibadet (namaz) ihtiyacını karşılamak ve Müslüman kimliğini göstermek için yaptırdığı camilerde sanat amacı güdülmüş müdür? Estetik değer düşünülmüş müdür? Cevap kocaman ve büyük harflerle: HAYIR.
Çünkü “Aç ayı oynamaz” sözü kaba bir benzetme ama aç, karnını doyurma telaşında olan insanın hayatında sanatın yeri olur mu? Giymeye elbise, yemeye ekmek(ekmek ve gaz karneyle alınıyor) bulamayan insanların, estetik ve sanat kaygısı olabilir mi? Bu soruların cevabı da HAYIR olacaktır. Çirkinliklerin içinde güzeli fark etmek bir yücelik ama o fark edişe imkan bulmak da şarttır.
Cumhuriyet sonrası, değerlerimiz, kültürümüz, sanatımız açısından bir kayıptır.Toplu ret: İslami unsur, özellik taşıyan her şey, ne olursa olsun fark etmez. Toplu kabul: Batılı unsur, özellik taşıyan her şey, ne olursa olsun fark etmez.
Bu anlayışta sanatın, estetiğin yeri nedir? Ne verdiler bu halka ki onun karşılığı isteniyor? Karnını doyurmadılar, çocuklarını okutma imkânı vermediler, dinini öğretmediler, dinî hayatı aşağıladılar. Değerlerini, anlayışını, geleneğini tahrip ettiler. Yasaklarla insanımızı, Müslümanımızı, köyüne mahallesine ve evine hapsettiler. Deremizi, ormanımızı, dağlarımızı, kaplıcalarımızı elimizden aldılar, buralarda yaşamak bizim hakkımızdır, siz bize hizmetle mükellefsiniz dediler. “Ankara” romanında (Y. Kadri) Pera Palas’taki kokteyllere gelenleri, olanları görme merakıyla otel kapısında köylüleri sabahlatanlar ve cehaletini ortaya koyan konuşma yaptıranlar her şeyi kendilerine layık görüyorlardır.
Şimdi bu bakış açısıyla bu halktan hangi sanatsal eseri istiyorlar? Devletiyle, yönetimiyle barışık olanlar, barışık olduklarında evlerin kapısı, kolu, tokmağı bile sanatsal değer taşıyordu. Gidin bakın Nevşehir’deki, Mardin’deki, Ahlat’taki en fakirin evlerinin kapılarının üstündeki, sağındaki solundaki taşlara, tokmaklara. Sanatı, zarafeti, güzelliği, zevki, zanaatı, sanatı görün.
Sonra, devletiyle, yönetimiyle küs, karnı doymayan, her şeyiyle aşağılanan insanlardan sanatsal eserler beklemek.. Hangi üniversitede, cami mimarisiyle ilgili tez, çalışma, proje verilmiş? Bu konu ders olarak işlenmiş. Sen halksın, ben efendiyim; benim gibi düşünmeye, hatta inanmaya mecbursun. Demirgıratlara (DP) “Ölenler sizden, doğanlar bizden. ”diyen Hah partililer (CHP) halkın elinden beşinci sınıf sonrası çocuklarını, yatılı olarak köy enstitülerine alıp kendi anlayışlarına göre yetiştirmediler mi? Yetiştirip halkın arasına gönderip onların eliyle halkın değerlerini tahrip savaşı başlatmadılar mı? Tüm bunlar yapıldı. Halk devletine, yönetime düşman oldu, küstü. Şimdi bu insanlara sanatsal eserler oluşturmadı diye kızmak haksızlığın daniskası. Ne verdiniz ne istiyorsunuz?“Hadi oradan, hadi oradan…”
İbrahim ÇİFTÇİ
BAYRAMİYE
Bayram Rabb’îmizden bir lutuf ve bir hediye
Besmeleyle başlayıp ikrar etsek “He” diye.
Eski bayram gününü arayıp duranlara
Kendini geçmişte yaşıyor sananlara;
Söylüyor Sevim Nene usul usul sakince:
“Özlediğini anlat vaktince ince ince.”
-Özlüyorum eskiyi, bayram sabahlarını
Çünkü keser idi o dem insan ahlarını.
Şimdi ise pek çetin savaşlar yaşanırken
Bayramda tatil yaşar, fırsat bilenler erken.
Neyse, bunun dışında eski yaşadıklarım
Unutturur şimdiyi, titrerken kaşıklarım,
Sonra hayallerime daldığımı hisseder
Beyin soğukluğuna iteler beni kader.
Oracıkta oturur düşünürüm eskiyi
Öyle güzel günler ki, anlatayım pekiyi:
Borçlarla babacığım gün yüzü görmez iken
Bayramlığı mutlaka alırdı teberruken*.
Konaklar selamlarla gelirdi birden dile:
“Hey Ahmet! Bize gel de şekerleme yiyelim
Cebimde para ile bekliyor işte elim.”
Akabinde ailecek oturmaya gidilir
Verilen çikolata elimizdeyken erir.
Bayramların klasiği Türk Kahvesi tutulur
Telvesi de muhakkak acı acı yutulur.
Tatlandırır ardından reçel veyahut lohuk*,
O anda duruverir insanoğlunda soluk.
Ya portakal, gelincik, vişne şerbeti, şıra…
Mevsimlerine göre gelirler sıra sıra.
İşte böyledir bayram İstanbul’un semtinde
Eski bir anı gibi parlar dizi setinde.
Tatil oldu bayramlar, bitti eski fasıllar.
Bence böyledir Nene, siz sabiyken nasıllar?
-Doğru söylersin aslen, doğru söylersin Ahmet
Ama unutmayasın, çalışanadır Rahmet.
Farklıdır her dönemde her şey gibi bayram
Sen nasıl yaşar isen yüklenecek o anlam.
Anlatıp da deşeyim şuramdaki yaramı
Benim kaynatamın da öldüğü bir bayramı:
Teyzemin çocukları o bayramın ilk günü
Bayramcı geziyordu, üşenmeden bütünü.
Yaşım da olsa olsa ya beş ya altı benim
Peşlerindeyim ama titriyor da bedenim
Arada bir dönüp de kızıyorlar bir bana:
“Ne takip ediyorsun? Sanki şurdaki dana!”
Aldırış etmeden ben gittim hep onlar ile
Şeker için aşıldı dağ gibi duvar bile.
Uğradığımız ilk ev, köydeki Hökür Karı…
Durmadan çorap örer, bu sefer ki de sarı.
Mükremin Emmi’nin yolu ise dar idi
Hiç olmayan bonibon, onun evde var idi.
O şekerle karışır insanın sağı solu
Ne verdi hatırlamam diğer sefer Ged’oğlu.
Bilal Dede hastadır, kavurga var tasında.
Mehmet’e almadığı pantolonun yasında.
Zaten fakir idi de Bilal Dede’gilin ev
Zekaret* halindeyken acıları pek bir dev.
“Rabb’im sen kabul eyle.”diyerek bu adama
Kiraz Bibi’m kurbandan göndermiş kaynatama.
Gittik Yanoğlu’nun büyük koyun damına
Beş yüz koyun alırdı bura tamı tamına.
Bilal dede haberi, yayıldı sabahına
Buna rağmen baksana insanın tamahına!
Hayatın akışında burayadır hep gidiş
Kimi doyar kimi arar, sarımsağı iki diş.
İnsanlar var mı sanır kurtaracak hep bir el
Nesbel de ödeyecek günahlarına bedel.
NESBEL
Faydalanma:
1- A.Yüksel ÖZEMRE,Geçmiş Zaman Olur Ki…s.48-57
2- Sevim ÇETİN’in hatıraları
──────────────────────
Teberruken: Usulen
Lohuk: Limon rayihâlı bir çeşit macun
Zekaret: Ölüm anı