Sadakatte ve Dava Zaviyesinde Zirve: Hz. Ebubekir

Sadakatte ve Dava Zaviyesinde Zirve: Hz. Ebubekir

Hz. Ebûbekir’in Künyesi ve Lakâbı

Asıl ismi, Abdullah b. Kuhâfe’dir. Hz. Ebûbekir’in radıyallahu anh birçok lakabı olup, bazılarını Mekke halkı vermiş bazılarını ise Rasûlullah vermiştir. Bunlardan birkaçı; el-Atik, el-Evvâh, es- Sıddık’tır. İçlerinde es-Sıddık künyesini on beş asırdan bu yana, Efendimiz’e olan arkadaşlığı, dâvâ kardeşliği ve sadâkatinden dolayı almıştır. Rasûlullah bir gün Hz. Ebûbekir, Hz. Osman ve Hz. Ömer efendilerimiz ile Uhud Dağı’na tırmanmışlardı. O’nlar dağın üzerinde iken dağ sallanmaya başladı. Efendimiz, “Dur Ey Uhud! Senin üzerinde bir peygamber iki şehit ve bir sıdık bulunmaktadır.” diye buyurmuştur.[1] Bir zaman sonra Hz. Osman ve Hz. Ömer efendilerimiz şehit olurken Hz. Ebûbekir’in meşhur lakabı es-Sıddık olarak kalmıştır.

Aile Ocağı

Hz. Ebûbekir es-Sıddık hazretlerinin babası olan Ebû Kuhafe, Mekke’nin fethedildiği gün Müslüman olmuştur. Annesi Ümmü Hayr, daha erken zamanda Müslüman olmuştur. Eşlerine gelince; dört kadınla evlenmiş olup bu kadınlardan üç erkek, üç tane de kızı olmuştur.

Cahiliye Dönemi’nde Hz. Ebûbekir

Henüz İslâm’ın güneşi Mekke üzerinde doğmamış iken, Cahiliye Dönemi’nde Kureyş’in ileri gelenlerinin Kâbe ile ilgili yaptığı bazı özel görevleri vardı. Bunlardan bazıları; Haşimoğulları’ndan Abbas b. Abdülmüttalib “sikaye” ile memûr iken, Nevfeloğulları’ndan Haris b. Amir “rifade” sorumlusuydu. İşte o dönem de Ebûbekir Sıddık “eşnak”[2] sorumlusuydu. Diyet ve ganimetlerden gelen mallarla memûr idi.

Dönemin önemli şahsiyetlerinden olup henüz Müslüman olmamış iken mazlumun umûdu, hastaların dermanı idi. O dönemde zengin olup servet içinde yüzen kodamanlar, kadınla, kumarla, kendi elleriyle yaptıkları putlara kurban keserek israf ve ziyan içinde yaşarken, Hz. Ebûbekir kimsesizlere büyük ziyafetler verirdi. Cahiliye Dönemi’ndeki zenginler, hayatlarını mutfakla kazây-ı hâcet arasında tüketirken, şarap fıçılarında akıllarını kaybederken, Hz. Ebûbekir Efendimiz hayatında hiç şarap içmemiştir.

Hz. Âişe radiyallahu anha bununla ilgili bir rivâyette; “Hz. Ebûbekir, içkiyi İslâm’dan önce ve İslâm’dan sonra kendisine yasaklamıştır. Bir seferinde sarhoş bir adamın yanından geçmişti. Adam, elini pisliğine götürüyor, sonra da ağzına yaklaştırıyordu. Hz. Ebûbekir; “bu adam ne yaptığını bilmiyor” dedi ve içki içmeyi kendisine yasakladı.[3]

Hz. Ebûbekir’in basîreti, güzel ahlâkı ve temiz fıtratı bozulmamış olup insanın şerefini ve haysiyetini zedeleyen şeylerden kendisini âri kılmıştır. Bu yüzden Mekke halkı da O’ndan memnun olup üstün ahlâkına, örnek davranışlarına şâhitlik etmiştir. Hz. Ebûbekir, Sahâbe’nin olduğu mecliste iken şöyle buyurmuştur; “Ergenlik yaşım geldiğinde babam Kuhâfe, beni putların olduğu bir odaya götürmüş ve “bunlar senin ilahlarındır. Haydi onlara secde ve ibadet et.” dedi ve sonra beni odada yalnız bırakıp gitti. Ben de putlardan birine yaklaştım ve dedim ki “açım, karnımı doyur.” Ancak bir cevap alamadım. “Çıplağım, bana elbise ver.” dedim ve bu soruya da yanıt alamayınca taş fırlattım ve putun yüzüne isabet etti, buyurmuştur.[4] Mekke halkının o dönemde Ebûbekir es-Sıddık’tan tek şikâyetleri atalarının dinini bırakıp, Sadece İslâm, Yalnız İslâm, Yeniden İslâm manifestosuna katılmasıydı. Hz. Ebûbekir, hayatında hiçbir zaman putlara tapmamış ve onlara secdede asla bulunmamıştır.[5]

Hz. Ebûbekir’in İslâm’ı Kabul Etmesiyle Cahiliye Dönemi Neler Kaybetti?

Hz. Ebûbekir hazretlerinin İslâm davetini hemen kabul etmesinin kolay olmasının nedeni, daha önceden araştırmalar yaptığı ve ticaret vasıtasıyla Mekke dışındaki dinleri de görme şansı bulmasıydı. O dönemde Hıristiyanlık, Yahûdilik gibi ilâhi dinlere ayrı önem verirdi. İlâhi dinlere önem vermesinin nedeni; Tevhid inancı oluşmasından dolayıydı. Aklının ve gönlünün tahtında putlar yer edinmedi. Yedirmeyen, içirmeyen insanların dertlerini çözemeyen, tek olamayan bir putu ilah kabul etmedi.

Bir gün Hz. Ebûbekir, Şam diyarında iken bir gece rüya görür ve rüyasını Rahip Bahira’ya anlatır. Rahip Bahira; “Sen nerelisin?” der. Hz. Ebûbekir; “Mekkeliyim” deyince Rahip Bahira; “Hangi kabiledensin?” der. Hz. Ebûbekir; “Kureyş Kabilesi’ndenim” der. Rahip Bahira; “Ne ile uğraşırsın” der. Hz. Ebûbekir; “Tüccarım” der. Bunun üzerine Rahip Bahira; “Ya Ebûbekir! Senin anlattığın doğru çıkarsa Allah Teâlâ senin kavminden bir peygamber gönderecektir. Sen ise O peygamber hayatta iken veziri, sonrasında ise halifesi olacaksın.” der.[6] Hz. Ebûbekir bu olayı sır gibi sakladı ve bir zamana kadar kimseye söylemedi.

Bu tür araştırmalar ve gözlemler, Cahiliye Dönemi’nde, Rasûlullah efendimiz ile yakın ilişkili olup İslâm dâvetine hemen icâbet etmesi ve sıkıca bağlanmasına ortam hazırladı. Efendimiz kırk yaşında iken Allah’ın Elçi’si olarak görevlendirilmişti. İnsanları önce havfen dâvet etmesi gerekirdi. Bunu da Cahiliye döneminde yapmak hiç kolay değildi. Efendimiz tebliğ-i risâletine yakın ilişkili olduğu kişilerle başladı.

Rasûlullah ile Hz. Ebûbekir birbirilerini çok iyi tanırlardı ve severlerdi. Efendimiz, Ebûbekir’in doğruluğa olan bağlılığını ve sadakatini, ahlakını biliyor,[7] Ebûbekir ise Efendimiz’in insanlarla olan ilişkilerinde yalan söylemeyen, akrabayı gözeten, kanaatince yetimlerin karnını doyuran birisi olduğunu biliyordu.

Rasûlullah ilk dâvetine başlayarak şöyle buyurdu; “Ya Ebûbekir! Ben Allah’ın Peygamberiyim, O Allah ki, eşi benzeri ve şeriki yoktur. Beni son din olan İslâm’ı, insanlara anlatmam için vazifeli kıldı. O’ndan başkasına ibadet etme ve O’na itaat et”.[8] Bu dâvet üzere Hz. Ebûbekir bir an bile tereddüt etmeden eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enneke Rasûlullah diyerek şâhitlik etti. İslâm dinine ilk Müslüman olarak girdi.[9]

Efendimiz de hiç tereddüt etmeden İslâm’ı kabul edişiyle ilgili şöyle buyurmuştur; “Allah beni size peygamber olarak gönderdi, siz beni yalanladınız, ancak Ebûbekir Sıddık beni tasdik etti. O malıyla canıyla bana destek çıkacağına dair söz verdi.”[10] Efendimiz ve Ebûbekir, namaz kılan ilk kimselerdi. Buna binaen İbn Abbas şöyle bir beyit demiştir; Görmek istiyorsan eğer, sıkıntıya düşüldüğünde yardıma koşan, Kardeşin Ebûbekir’i hatırla, O, Rasûlullah’tan sonra insanların en hayırlısı, en takvalısı ve en vefalısıydı, sergilediği davranışlarla övgüyü hak eden, “Rasûlullah’ı tasdik eden ilk insandı.”

Hz. Ebûbekir’in İslâm’ı kabul edişi Efendimiz’i çok mutlu etmişti. Efendimiz’in mutlu olma sebebi; İslâm’ın kazandığı hazine olmasıydı. Çünkü Kureyş, Ebûbekir’i çok seviyor ve O’ndaki güzel ahlâkın farkındaydı. Böylelikle sevgi aynı zamanda itaati ve bağlayıcılığı gerektiriyordu. Ebûbekir Müslüman olduktan sonra, İslâm sancağını Rasûlullah ile beraber taşımaya başlamıştı. Hz. Ebûbekir, Allah yolunda îmân, aksiyon ve cihadı esas kılmıştı. O da canını, malını Allah yolunda feda etmedikçe gerçek mü’min olunamayacağının farkındaydı. Hz. Ebûbekir davet çalışmalarına başlamış ve neticesinde meyve olarak; Osman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Vakkâs, Abdurrahman b. Avf gibi nice kişilerin Müslüman olmalarına ve Efendimizin de Sahâbe’sinin çoğalmasına vesile olmuştu.[11]

Aşk Bedel İster

Her insanın, toplum ya da devletin sıkıntı ve kederlerle uğraşması kaçınılmazdır. Bununla birlikte dinde de bedel ödemek Efendimizin sünneti olduğu gibi kıyamete kadar bu durum devam edecektir. Rasûlullah ve Sahâbe-i Kiram Hazerâtı, dâvet yolunda istihzâya, hakârete ve kovulmaya mahkûm edilmişti. İslâm’ın ilk Müslümanlarından olan Ebûbekir, müşriklerin O’na verdiği sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştı. Sıddık efendimizin başına toprak döküldü, Kâbe’de ağır bir şekilde dövüldü. Bir keresinde Kâbe-i Muazzama’da Allah ve Rasûl dâvâsını haykırmaya başlayınca müşrikler saldırdı. O kadar dövülmüştü ki yüzü tanınmaz hâldeydi.

İslâm, Hz. Ebûbekir’in dövülmesinden bu yana Allah ve Rasûl dâvâsına baş koyanlara, bir safta omuz omuza duranlara bu şekilde ezilebileceğini fakat Allah Teâlâ’nın mazlumların yanında olduğunu ifade etmiştir. Mekke Dönemi’nde müşriklerin, Müslümanlara kin ve garazı olmasına rağmen kalplere îmân ve sevgi dolduran İslâm Dini’ni açıktan ilân etme ve kutlu yolda ezilmekten imtina etmeyeceğini izhar etti. İşte Müslümanlar da sadece malı ile değil canı ile de bu yola baş koymalıdır.[12] Yolun dikenli olması dîn-i mübini yaşamaya, yaşatmaya, anlatmaya engel olmamalıdır.

Rasûlullah ile Beraber Hicreti Solumak

Mekke halkının Müslümanlara yaptığı zulümler her geçen gün şiddetleniyordu. Baskılar arttıkça da Müslümanlar dinlerini yaşamakta zorluk çekiyor ve türlü sıkıntılara tabi tutuluyorlardı. Bu nedenle Müslümanlar huzûra ve güvene kavuşmak için yer arayışına girdiler. Daha öncesinde Sahâbeler’den bir kısım Habeşistan’a hicret etmişti. Mekke’deki Müslümanlar da Medine’nin daha güvenli ve huzurlu olduğunu düşündükten sonra Rasûlullah’tan hicret izni istediler. Efendimiz izin verdi.

O arada Ebûbekir es-Sıddık hicret için müsâade istedi. Rasûlullah şöyle buyurdu; “Acele etme! Belki Allah Teâlâ sana bir yol arkadaşı tayin eder.” Bir zaman geçtikten sonra Efendimiz, Ebûbekir’in evine uğradı. Buyurdu ki; “Allah Teâlâ Mekke’den çıkmama izin verdi.” Hz. Ebûbekir; “Ya Rasûlullah! Senin yol arkadaşın olmak istiyorum.” dedi. Efendimiz; “Evet, benim yol arkadaşımsın” buyurdu. Bu konuşma üzerine Hz. Âişe radiyallahu anha şöyle bir rivâyette bulunmuştur; Vallâhi, o güne kadar bir insanın sevinçten ağladığını hiç görmemiştim. İlk defa babamı sevinçten ağlarken görmüştüm.”

Sonra yola revan oldular. Müşrikler, onları bulan kişiye iki yüz deve ödül vereceklerini ilân etmişti. Diğer yandan yolun uzunluğu ve meşakkatleri Hz. Ebûbekir’i bekliyordu. … Velhâsıl: Allah’a hakikatten çıkmak, meşakkat; Allah’tan yola çıkıp varılan şey, hakikat[13]

Hayat İmân ve Cihat’tır

Allah Teâlâ, Efendimiz’in hicret etmesine izin vermiş ve onlar sağ salim Medine’ye varmıştı. Kâfir topluluğu hakka karşı bir olup planlar ve hazırlıklar içerisindeydiler. Medine’de de nüfus epeyce artmıştı. Allah Teâlâ, Müslümanlara, küffar ‘Lâ ilâhe illâllah’ diyinceye kadar savaşma emri verdi.[14] Efendimiz’in en yakınında olan Ebûbekir es-Sıddık, Efendimizin katıldığı tüm savaşlara katılmıştır.[15] Uhud Savaşı’nda Müslümanların bir anlık gafletinden dolayı herkes Efendimizin safından ayrılırken O, Müslümanları tekrar toplama gayreti içerisinde olmuştu. Efendimiz ile savaş meydanında istişâreler etmiş, düşmanı gözetlemiş ve gerektiğinde de düşman saflarına akın etmişti… Aklımıza ve kalbimize şu üç temeli yerleştireceğiz. Bir; İslâmsız saadet olmaz. İkincisi; Şuursuz Müslüman olmaz. Üçüncüsü; Cihatsız İslâm olmaz.

Yeryüzünün İlk Halifesi: Ebûbekir es-Sıddık

İslâm ümmeti dört bir yandan fetih zaferleriyle büyüyor, cihana hâkimiyet noktasında aşk ve vecd ile çalışıyorlardı. Bu hızla büyüme gösteren devletin başı bir an bile boş kalmamalıydı. İslâm ümmeti; Rasûlullah’ın vefat etmesiyle çok ciddi problemlerle karşı karşıya kalmıştı. Acil tedbirler alınması ve ümmetin arasına girecek nifak tohumlarını temizlemek mecburiyetindeydiler. Çünkü ümmetin parçalanmasıyla birlikte Efendimiz’in mirasına sahip çıkamama durumu söz konusuydu.

Bu yüzden hemen halife seçilmesi gerekti. Ensar ve Muhâcir’in anlaşmasıyla, Efendimize en yakın, hem de kendilerine imamlık yapmış olmasıyla,[16] malından da çok infak etmesi hasebiyle halife olarak Hz. Ebûbekir’i seçtiler.

Halife olduktan sonra şöyle buyurdu; “Sizin en zayıfınız hakkını Allah’ın izniyle alıncaya kadar benim katımda en güçlünüzdür. Sizin en güçlünüz, üzerinde hakkını Allah’ın izniyle alıncaya kadar katımda en zayıfınızdır.” İslâmiyet’in, Efendimiz’in vefat etmesiyle hükmünü kaybettiğini zannedenler zekâtı reddetmiş ve Allah ve Rasûlü’ne savaş açmışlardır. Hz. Ebûbekir de zekâtı reddeden kişilerle konuşmuş, bazı kavimleri siyasi dehasıyla ikna edip vazgeçirmiştir. İkna olmayanlarla ise savaşmıştır.

Ayrıca insanların İslâm dinine rağbeti sebebiyle kavimlerde sahte ve yalancı peygamberler türemiştir. Bir yandan şehir dışında kâfirlerle cihat ederken bir yandan şehir içinde zekât vermeyenler ve sahte peygamberlerle mücadele ediyordu. Allah Teâlâ, Sahâbe-i Kirâm’ın döktüğü ter ve akıttığı kandan dolayı fetih zaferlerini ihsan etmiş ve İslâm Devleti’ni olduğunca genişlemiştir.

Elhâsıl; Ebûbekir efendimiz iki yıl halifelik yapmış ve kendi dönemi içerisindeki nifakı ve bozgunculuğu önlemiş, Sahâbe-i Kirâm’ı etrafında toplamıştır. Müslüman olduktan sonra, Efendimiz hayatta iken, ömrünü adamış ve îsar yapmıştr. Öyle sâdık adamlar vardır ki dünyaya gelirler ve büyük işler başarırlar, göçüp giderler. İşte o zatlardan biri de “Ebûbekir es-Sıddık”tır. Allah bizleri mahşer gününde onun şefaatine nâil eylesin. Bizler de böyle sıddık ve salih kulları hayatımızda nûmune-i iktida almalıyız.

Ayrılık vakti… Hicretin on üçüncü yılı, Cumâde’l Âhire ayının yirmi ikisinde, pazartesi günü akşam vakitlerinde Allah Teâlâ’ya ve Resulüne kavuştu. Yerine halife ve vâris olarak Hz. Ömer’i tayin etti.

 


[1]Buhârî, Hadis No:367.

[2]Eşnak; Diyet ve zararların karşılanması vazîfesi.

[3]Mecdi Fethi, “Sîretu ve HayatuSıdık” sh.34

[4]Mahmud Mısri, “Eshâbu-r Rasül”, c.1, sh.58.

[5]İbn Asâkir, Târih-u Dimaşk, c.1, sh.333.

[6]Mahmud Şakir, “Hulefâ-u Râşidîn” sh:34

[7]İbn Kesir, El Bidâye ve-n Nihâye, c.3, sh.26.

[8]Târihu Dâ’ve fi, “Ehdi Hulefâ-u Râşidîn” sh:44

[9]Tirmizî, Hadis No: 3667

[10]Buhârî, Hadis No: 3661

[11]İbn Hişam, Es Sîretü’n Nebeviyye, sh.250

[12]Âl-i İmran, 3/98.

[13]Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yayınları, sh.350.

[14]Hacc, 22/78.

[15]İbn Kesîr ve Zemahşeri bu görüş hakkında ittifak etmişlerdir.

[16]Buhârî, Hadis No:664.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.