Olmak Mı Sahip Olmak Mı?

Olmak Mı Sahip Olmak Mı?

Hayatı anlamlandırabilmek insanın tek başına üstesinden gelebileceği bir mesele değildir. Doğar doğmaz başkalarının ilgisine muhtaç olarak nefes almaya başlayan insan, yakınlarının ilgi ve alakası ile fiziki hayatını yaşayabilmeyi becerir. Ne var ki, hayatın anlamlandırılabilmesi hadisesi sadece madden yaşayabilen insanın işi değildir. Ona diğer insanlar bu konuda ne kadar yardım ederlerse etsinler yine de hayatın anlamlandırılması gerçekleştirilemez. Beşer hayatının anlamlı olabilmesi, kendi özü ile hayatının birebir uyuşacak bir mahiyette arzı hayat eylemesine bağlıdır.

Özelliklerini keşfedemeden, istidatlarını kuvveden fiile çıkartamadan bu dünyadan irtihal eden kişiler, sadece canlı olduklarını idrak ettikleri bir süre zarfında var olduklarını hissedebilmişlerdir. Maddi zevklerin ötesinde hakiki zevkleri tatma fırsatı elde edemeden öbür âleme geçiş yapmışlardır. Orada, dünyadaki körlüklerinin sonucu olarak, dünyada tadamadıkları hakiki zevkleri tatma ihtimalleri ise asla yoktur.

Kimi insan, fizikî-bedenî canlılığını sürdürmeyi amaç edinerek ömrünü tüketir. Bu amaç “insan” olabilmesini gerçekleştirebilecek saiklerden biri olmasına rağmen, tek başına yetersizdir. Üstelik diğer saikler terk edildiğinde, beşeri insanlaştırmak yerine diğere canlılara benzeştirmekten başka bir işe yaramaz. Böyle bir sonuç, meleklerden üstün olmaya tek namzet olan, “halife” diye addedilen insanoğlu için hiç de iyi bir sonuç değildir.

İnsanın olabilmesi, olgunlaşabilmesi için gerekli bütün donanımlar dışarıdan desteklenmek ve daha sonra katkıda bulunmak üzere insanın bünyesine mezcedilmiştir. Lakin kendi kendini yönetebilecek bir kabiliyet insan için söz konusu olmamıştır. Yani insanoğlu başıboş bırakılmamıştır. Yetkinlik, kendini beğenme ve benzer özelliklere sahip olsa da, bu özellikler insanı yüceltecek özellikler olmaktan oldukça uzaktır. Bu özelliklere sahip fertler, bu özelliklerini öne çıkardıkları anda aşağıları aşağısı olmaktan kurtulamamışlardır. Tarihin zulüm çöplükleri bu şekilde kendisine ve başkalarına haksızlık yapmış kişiliklerle doludur.

Yaratılmışlar içerisinde en güzel kıvama sahip olan insan, maddi hayatını bebeklik-çocukluk-gençlik-orta yaşlılık ve yaşlılık şeklinde sıralanabilecek bir süreçte tamamlar. Cismani varlığının insan olmasına katkısı büyüktür. Çünkü kendisine tevdi edilen bedeni de, Allah’ın sırlarla dolu ayetlerinden bir ayettir. Bu ayeti tam olarak algılaması ve kullanabilmesi, Yaratıcısının standartlarına uygun bir kişi olabilmesine yardım edecektir.

İslâm terminolojisinde “mükemmel insan” terkibine göre, “kâmil insan” terkibi daha çok kullanılmıştır.“Kamil” ism-i faildir, devamlılık arz eder. “Mükemmel” ism-i mefuldür, tamamlanmayı, sona ermeyi ifade eder. “Kamil insan” insan olmaya devam eden, henüz olgunluğu tamamlanmamış demektir. Yani insanın olgunlaşması, ömür boyu devam eder. Ömür boyu devam eden bu zaman zarfında birçok zorluk insanı zorlar. İnsan bu süreçte birçok düşmanı alt etmek zorundadır. Düşmanlar mağlup edildikçe galip gelen kişi “olma” yolundaki engelleri aşıyor demektir.

Ham olarak dünyaya teşrif eden, nefis taşıyan, akleden, düşünebilen ve bu yönü ile diğer canlılardan farklı olan biz insanların etrafını kuşatan her şey aslında birer rehber gibidir. Bütün bunların yanında insanın Sahibi insana açık ve seçik yazılı rehberler indirmekten geri durmamıştır. Dahası insanların arasından kendileri gibi beşeri özellikler taşıyan “İnsan-ı kamil” örnekleri de göndermiştir.

İlk insanların yaşadıkları yol kazaları da sanki daha sonra gelecek insanların akıllarını başlarına getirmek için var gibidir.

İnsan, insana anlatılmış, helak olmuş toplumlar örnek gösterilmiş, gelecekten haber verilmiş, diğer âlemler hikâye edilmiş, cehennemden bahsedilmiş, cennetten tasvirler yapılmış…

Helaller belirlenmiş, haramlar beyan edilmiş…

 Bir tek hedef için… İnsanoğlu adam olsun için.

Olmak için; var olmak için.

Bu arada vahye muhatap olabilenlere bir tek mutlak hakikat ilka edilmiştir: Sahip olduğunu zannettiğin her şey emanettir. Tek sahip olacağın varlık Sahibindir.

Gelin görün ki, insan nisyan ile maluldür. İnsanlığın kahır ekseriyeti bu nisyan hastalığına maruz kalmaya yüz tutalı beri insanlar emanetçi olduklarını unutmaya başladılar. Her şeylerin kendilerinin olduğunu vehmetmeye başladılar

Canının bile emanet olduğunu kabullenmiş kişilerin torunları, benlik türküsü söyler hale geldi.

Kendi yapıp ettiklerini kendilerinden menkul zannedenler hayli fazlalaştı.

Toplumda her şeyin ihtiyaç olduğunu pompalayanların hangi zihniyeti aşıladıklarını merak etmez hale geldik.

Çünkü her şeye sahip olmak hepimizin hoşuna gider bir durumdadır.

Evet, her şeye sahip olmak çokluk demektir. Çokluk güç demektir. Güç ise yaşadığımız çağın vazgeçilemez putu konumundadır.

Çokluk alıkoyandır.

Çoklukla meşguliyetin sonu yoktur.

Tekasür, pazara kadar değil mezara kadardır.

Oysa “tekasür” tevhidin zıddıdır.

Tevhid fanilerin zenginliğidir.

Fanilik bu dünyada yabancı olduğumuza delildir. Yabancıya eşya ne gerek!

Her şeye sahip olalım derken, tek Sahibimiz’e sahip olamazsak, sahip olduğumuzu zannettiklerimiz ne fayda eder!

 

Utandıran Gerçek

Ayakkabılarımı boyatmak için, çok fazla konuşmayan ayakkabı boyacıma doğru yöneldim. Vakit akşamın ilk devresi, saat akşamın henüz beşi idi. Güneş batmak üzereydi. Çarşının değişik yerlerinden evlerine sükûn etmeye başlayan insanların telaşı fark ediliyordu.

Ayakkabı boyacısının yanına yaklaşırken, boyacının da toparlandığını fark ettim. Boya sandığını bir eline almış, koltuğunda da taburesi olduğu halde her zaman ayakkabı boyadığı mekândan kalkıp, bir ya da iki adım atmıştı. Ben iyice yaklaşıp,  selam verdim. Kafasını kaldırıp selamımı aldı.

Selamdan hemen sonra ben:

-“Abi, ayakkabı boyatacaktım?” dedim.

Ayakkabı boyacısı:

-“Kusura bakma kapattım!” dedi ve yürümeye devam etti.

Dut yemiş bülbül gibi oldum. Çarpılmıştım. Kendimden utandım…

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.