Nebe Suresi Işığında ‘Ahirete İman’

Nebe Suresi Işığında ‘Ahirete İman’

Ahirete İmanın Hayata Yansıması

İslam dininde ahirete iman, Allah’a imandan sonra gelen ikinci temel unsurdur. Kur’an-ı Kerim, İslam’ın bu iki temel esasını çokça zikreder. Zira ahirete iman olmadan Allah’a imanın insanın hayatında somut ve birebir karşılığı bulunmamaktadır. Soyut bir Allah inancı, insanın gündelik hayatında ancak ahiret inancıyla birlikte bir ahlaka dönüşebilmektedir.

Ahiret inancı her şeyden önce, insandaki sorumluluk bilincini açığa çıkarır. Böylelikle insan hayatına yön verir, yaratılışındaki gaye ve hikmete göre davranmayı öğrenir. Bu dünyada yaptıklarından mutlaka hesaba çekileceklerini bilen ve buna inanan insanlar kendilerine çeki düzen verirler, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak güzel davranışlar işleyip, kötülüklerden uzak kalmaya çalışırlar. Kur’an’a bakıldığı zaman tüm azgınlık, isyan ve başkaldırıların sebeplerinin neredeyse tek bir nedene bağlandığını görürüz, o da ahiret hayatını hesaba katmadan yaşamak. “Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.” (Müddessir, 53)

Büyük Haber (Nebe’il Azim)

Bu bağlamda bizlere ışık tutan, inananlarda ahiret ve hesap verme bilinci oluşturmayı hedefleyen surelerden biri de kelime itibariyle “önemli ve büyük haber, kıyamet haberi”1 anlamına gelen Nebe suresidir. Sure, Mekke’de nazil olmuş, 40 ayetten oluşmaktadır. Surenin konusu öldükten sonra diriliş (ba’s) gerçeğini eşsiz bir belagatle ele alır. “İnkâr yoluna saplananlar kendi aralarında neyi tartışıp duruyorlar, üzerinde bir türlü anlaşamadıkları o büyük haberi mi?” ifadesiyle başlar. Büyük haber’den kasıt, kişiye sorumluluk duygusu kazandıran ve davranışlarını kontrol etme bilinci aşılayan kıyamet günü’dür. Ve ardından kıyamet gününün tartışma kabul etmeyen bir gerçek olduğunu yakında anlayacakları ifade edilir.

“Birbirlerine neyi soruyorlar? Üzerinde anlaşmazlığa düştükleri büyük haberi (mi)? Hayır, ileride bilecekler. Yine hayır; ileride bilecekler.” (Nebe, 1-5)

Her Ölüm Bir Diriliş

“Uykunuzu bir ölüm (sembolü) kıldık.” ve “Gündüzü de hayat (sembolü) kıldık.” diyen ayetlerle aslında uykuyla ölen insanın her sabah yeniden diriltildiği gibi kıyamet gününün inkâr edilemez bir gerçek oluşu vurgulanır. Ölmek yaşamanın öbür yüzü olduğundan ahiret yeni bir diriliştir. İnsanın bu dünyaya doğması ana rahminde ölmesidir. İnsanın bu dünyada ölmesi ahirete doğması demektir.

Ayrıca yer küresinde görülen kozmolojik düzene ve buranın insan hayatına elverişli yaratıldığına temas edilerek Allah’ın insanoğluna sunduğu nimetler hatırlatılır ki; O’nun sonsuz kudretini ve öldükten sonra insanları diriltebileceğini gösteren çok sayıdaki kanıtlardan bazılarıdır.

“Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? Sizleri (erkekli-dişili) eşler halinde yarattık. Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık. Geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık. Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık. Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık.” (Nebe, 6-16)

Ayrışma Günü (Yevmü’l-Fasl)

Hesap günü iman ve küfrün, iyi ve kötünün, hak ve batılın ayrışma günüdür. Kur’an da ayrıştırıcı bir kelamdır. “Şüphesiz o Kur’an, hak ile bâtılı ayırt eden bir sözdür.” (Tarık, 13) Ayıran sözü dinlemeyen ‘Ayrışma Günü’ kaybeder. Ahiretin isimlerinden biri olan ‘yevmü’l-fasl’ (doğru ile yanlışın kesin çizgilerle ayrılacağı gün) terkibiyle kıyametin kopmasına geçilir ve “azgınların varacağı yer” olarak nitelendirilen cehennemin kısa tasviri yapılır.

“Şüphesiz hüküm günü vakit olarak belirlenmiştir. Sûr’a üflendiği gün, bölük bölük Allah’a gelirsiniz. Gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur. Dağlar yürütülür, serap haline gelir. Şüphesiz, cehennem pusuda beklemektedir. Azgınların barınacağı yerdir (cehennem). (Azgınlar) Orada çağlar boyu kalacaklar, orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, kaynar su ve irin (tadarlar). Ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak. Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı. Bizim ayetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı. Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdır. Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız. Şüphesiz takva sahipleri için de başarı ödülü vardır. Bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar ve içki dolu kâse(ler). Onlar orada ne boş bir lâkırdı ne de yalan işitirler. Bunlar Rabbinin yeterli bir bağışı, mükâfatıdır.” (Nebe, 17-36)

Ah N’olaydım, Keşke Bir Toprak Olaydım!

Surenin dört ayetten oluşan son kısmında Rahmân olan Allah’tan izin almadan kıyamet gününde Cebrail ve diğer melekler dâhil olmak üzere hiç kimsenin konuşamayacağı ve konuşanların da sadece gerçekleri dile getirebileceği ifade edilir. Surenin sonunda, kıyametin mutlaka vuku bulacağı hatırlatılıp herkesin önceden yaptığının karşılığını bulacağı o gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır.

“O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, Rahmân’dır. O gün insanlar O’na karşı konuşmaya yetkili değillerdir. Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler. İşte o, kesin olarak gelecek gündür. O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun. Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.” (Nebe, 37-40)

Ahiret Gününü Bilmek mi, Ona İman Etmek mi?

Şüphesiz her Müslüman ahirete iman ettiğini söyler ancak hayatımıza/yaşantımıza bakıldığında büyük çoğunluğumuzun bu konuda sınıfta kalacağı da aşikârdır. Peki bunun sebebi nedir?

Ahiret hayatıyla ilgili bilgiler/haberler çoğumuzun hayatında bilgi seviyesinde kalmış, bilinç/şuur düzeyine geçememiştir. Yaşadığımız toplumda insanların aşağı yukarı tamamına yakınının adı Müslüman. ‘Ben Müslümanım’ diyerek yaşıyorlar. Bu insanlara cennet, cehennem, ahiret, hesap… diye sorsanız iman ettiklerini söylüyorlar. Fakat hayatlarına baktığınızda cenneti arzu etmiyor, cehennemden kaçınmıyor sanki ahirette hesap vermeyecekmiş gibi yaşıyorlar. Yani biliyorlar ama bu bilgilerini bilince/şuura dönüştürememişler. Aslında Allah’tan gelen bu bilgilerin bilince dönüştürülmesi tam da ‘iman’ dediğimiz şeyin ta kendisidir.

Rabbimiz güvenilir insanlar olan peygamberler yoluyla bizleri ahiret hayatından haberdar etmiş. Önümüzdeki o gerçek hayatı anlatırken hiçbir gizli tarafımızın kalmayacağı şekilde her şeyimizin ortaya konularak ilahi mahkeme huzuruna çıkarılacağımızı, cennet ve cehennem sahnelerini adeta gözlerimizin önünde canlandırarak tasvir etmiştir. İyi ve kötü insanların hallerini çarpıcı bir şekilde anlatmıştır. Bütün bunları bilgi düzeyinde bizlere ulaştırmıştır.

Bizler bu bilgilerin doğruluğunu kabullendikten sonra onları bilince/şuura dönüştürmek için üzerinde uzun süre ve yoğun bir şekilde tefekkür etmemiz gerekir. Ahiret konusundaki haberler bir bilgi seviyesinde duruyor çoğumuzun hayatında. Bu bilgiler üzerinde yeterince kafamızı yormadık, ciddiye alıp düşünmedik, gündemimize almadık. Çünkü doğruluğunu kabullendiğimiz bilgiler üzerinde yoğun tefekkür süreci yaşamış olsaydık o bilgilerin tesiri altında kalarak bilince/inanca dönüşmesine zemin hazırlayacaktık.

Bu anlamda Peygamberimiz aleyhisselam’ın şu hadisi çok manidardır. “Zevklerin belini kıran ölümü çok çok hatırlayın.”2

Ayrıca Müzzemmil suresinde Efendimizin şahsında tüm inananlara bunun yöntemi şöyle öğretiliyor: “Ey örtünüp bürünen! Gecenin bir kısmında kalk, namaz kıl. Gecenin yarısında, bundan biraz daha azında veya fazlasında… Yavaş yavaş ve düşünerek (tertil) Kur’an oku. Doğrusu biz sana sorumluluğu ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece ortamı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz seni alıkoyacak uzun uzun işler var. Rabbinin adını an, her şeyden uzaklaşarak bütün varlığınla O’na yönel.” (Müzzemmil, 1-8)

Cümlelerimizi Osmanlı Devleti’nin son şeyhülislamlarından merhum Mustafa Sabri Efendi’nin muhteşem tespitiyle tamamlayalım: “Birçok insanlarla içte ve dışta siyasi arkadaşlıklarım oldu. Sonunda bütün yanlışlıkların ahirete imanın ve ilahi ceza inancının gönüllerde bulunmayışından doğduğunu anladım. Dertlerin derdi budur. Karar aldım ki; insanları, partileri, şunun bunun istek ve rızasını değil, sadece Allah’ın huzuruna çıktığımda vereceğim hesabı, ne diyeceğimi düşünerek onu göz önüne alarak davranmalıyım.”3

1- Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, V. Cilt, s.533

2- Tirmizî, Zühd 4; Nesâî, Cenâiz 3; İbni Mâce, Zühd 31

3- Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar, …

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.