Nasihattir Vasiyetler Tutana

Nasihattir Vasiyetler Tutana

Âlimler, gönül insanları, dava adamları, halkı ile iç içe yaşamış aksiyoner insan olmalılardır. Bir toplum böyle insanların tedrisatından geçmişse şanslı bir toplum olarak görmek lazımdır. Her topluma nasip olmayan bu ışık insanlar, yol göstericiler ömürlerini insanlığa adayarak, Allah(cc)ın kendilerine bahşettiği ömrün her saniyesini dolu dolu yaşamışlardır. İçinde bulunduğu toplumda şeytana ve şeytanlaşmış insanlara karşı “nasıl olur ki, hakkı tutar kaldırabilirim”in sancısını çekmiş, sancılı insanlar yetiştirmişlerdir.

Tecrübelerini ve ilmi gerçekleri ilmek ilmek dokurken, gayeleri hep aydınlık yarınların nur yüzlü dava adamlarına yol azığı hazırlamak olmuştur. Olabilir ki, yolunun üzerinde pusu kuran iman hırsızları, haramilere karşı mukavemetli olsunlar da, sıratı müstakim’in önündeki engelleri aşsınlar diye. İşte bu kutlu insanlardan biri de dava ve aksiyon adamı Zeki Soyak Hocaefendidir. Karanlık dehlizlere benzeyen hayat yolculuğunda, yol aydınlığımız ve azığımız için altın silsiledeki rehberlerimizin tecrübelerini ve vasiyetlerini sık sık okumamızı bizlere tavsiye ederken, nasıl sağlam ve mukavemetli, kavi inanca sahip olmamızın da eğitimini vermiş demek ki. Bu kutlu insanın ilmin ve tecrübenin imbiğinden geçen, gönül kaynağından kalemine dökülen vasiyeti de hayatındaki yaşadığı her bir saniye gibi ışık olmuştur tutana, anlayana.

Onun için sana ulaşan inanç ve akideni, senden sonrakine de ulaştırman, bütün imkânını kullanarak gayret etmene bağlıdır. Bu gayret tavizsiz ve garazsız olmalıdır. Bu bağlamda geçici dünya menfaatleri için sonsuz ahreti harap etmeye değmez. İnsan toplumla yaşar, toplumuyla yeşerir, toplumuyla gelişir. Toplumun her ferdinin ne psikolojisinin, ne de algı ve anlayışının tıpatıp aynı olması mümkün değildir. Şahsi işlerde hoşgörülü ve affedicilik, müsamaha ruhsatını kullanırken, konu dinin herhangi bir hükmünü ilgilendiren konu ise, hoş görü hakkı insana verilmemiştir. Gereken neyse yapılmalıdır.

İşte bu anlayışı hayatında uygulayan ve eğittiği insanlara da önemine binaen vasiyetinin ilk sıralarına bunu koyan Zeki Soyak Hocaefendi, bu anlayışın yer yüzüne hâkim olması için, ilmek ilmek dokuyarak hayata ve hizmete hazırladığı gençlerini, mutlaka hizmetin bir dalında yer alsınlar diye, kimseden menfaat beklemeden sadece ve sadece Allah(cc)ın rızası kazanılsın için, aşk şevk ve heyecanın yitirilmemesini vasiyet etmiştir. “İslami hizmetlerde mutlaka yerinizi alın. Bunu sırf Allah rızası için yapın. Allah rızası için yapılmayan bir işte, konuşulan bir sözde asla hayır yoktur. Üstelik kişiyi vebal altında bırakır.”

Zeki Soyak Hocamız Allah için hizmetin önünde engellerin mutlaka çıkabileceğini, hizmetlerin sıkıntıları da peşinden getireceğini, bütün bu engellerin gayesi ve hedefi hizmet erinin yılgınlık, bıkkınlık, usangınlık olarak tezahür edebileceğini vasiyetinde belirtirken “Sakın ola ki bu engeller seni-sizi hizmetten alıkoymasın” demiştir.

İnsanı bir kanser mikrobunun bitirdiği gibi ümitsizlik yer bitirir. Hele bu gayesi ilayı kelimetullah olan insan ve toplumda asla kabul edilemez bir hastalıktır. Ümitsizlik, toplumun ve ferdin elini kolunu bağlar. Hareket ve manevra kabiliyetini köreltir. Olumsuzlukları olumluya tebdil etmek için, başta sabır silahı ile sebat mevziini muhafaza ederek, fedakârca azimli ve gayretli çalışmayı gerektirir. Ama bu fedakârane çalışmanın çetelesini tutmadan, hesabını tutmadan olursa fayda verir. Müslüman’ın defterinde ümitsizliğe yer yoktur “Müslüman hep ümitvar olacaktır”.

Hisler önemlidir. Kısmen de olsa hissi davranışın belki faydasını görmek mümkündür. Ama heyecan, can damarıdır hizmetlerin. Hisler ve heyecanlar bazen kendi iç âlemimizde işlevini olumsuza götürürken, “bazen da hiç beklemediğimiz kimselerden, mesai arkadaşlarımızdan dava kardeşlerimizden, yani aynı idealin yoluna baş koyduklarımızdan hiç beklenmeyen davranışlar görülebilir.” Görülüyor da. Heyecan işte böyle durumlarda yitirilmemelidir, kaybedilmemelidir. Müslüman toplumda hizmet erlerinin ayrı bir yeri vardır. Dava sevdalısı, inancını yeryüzüne hâkim kılmada  sancılı bir Müslüman’a,  heyecanını yitirdiği an şeytan veya şeytanlaşmış insanların musallat olması an meselesidir.

Gün doğar, yeniliklerle gelir. Nasibi ve hissesi olanlar yeni günün kendisine bir şeyler verirken çok şeylerini de aldığını bilmelidir. Zamandan ibaret olan hayatı rabbim insana sermaye olarak vermiştir ki, “bu hayat sermayemizi günah sermayesine tebdil etmemeliyiz.” İnsan beşerdir şaşar der atalarımız. Kötü yönler varsa beşer olmasındandır. İnsan melek değildir. Ama hep kötülük değil, mutlaka iyi yönler de bulunacaktır; insan şeytan da değildir. Eğer bir insanın kötülükleri başkalarına zarar vermiyorsa, ifşasından önce gizlice kendisini uyarmak, nasihat etmek de en azından kardeşlik vazifesidir. Yine beşeriyet icabı aldanmak ve aldatmak da insanın tabında olabilmektedir. Bu iki durumdan yani aldanan ve “aldatan durumundan kesinlikle aldatandan olmamak çok önemlidir”. Ahiret kaygısı yaşayalım. Bu kaygıyı duyarsak, başta nefsimizin sonra şeytanın ve kötü çevrenin yanıltıcı, saptırıcı söz ve işlerine aldanmayız. Aldanandan olmayalım ama şahsımız aldatandan da asla olmamalı. Hizmet bir kulluk vazifesidir. Kulluk amelle olur, amelinde devamlısı makbuldür. Kesintisiz olması az da olsa, devamlı olması kulluk vazifemize süreklilik sağlayacaktır.

İnsani ilişkilerde de süreklilik ve sağlam beşeri yapının olması İslam’ın öngördüğü esaslara bağlıdır. Buna azami şekilde dikkat etmek, “akrabalık bağlarını asla kesmemek hatta muhataplarımız kesse bile bu konuda fedakârlığı başkasından beklemeden kendimiz yapmak durumundayız”. Âcizane şahsım olarak, bunu sayın hocamın sıhriyet yönünden akrabalık bağlarından bahsettiği gibi, farklı İslami guruplar da İslam ümmetinin akrabalığını oluşturdukları için, cemaatler ve cemiyetler arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi gerektiği yönünden de anlıyorum. Nasıl ki, akraba ziyaretleri gönüllerde sevgi ve muhabbeti oluşturursa cemaat ve cemiyetlerin de birbirlerini ziyaretleri, kaynaşmaya ve uhuvvetin oluşmasına vesile olur. Zaten ümmetin fetret dönemlerinde muhterem hocam hep bunu yapardı. Herkesin kabuğuna çekildiği, birbiriyle alakasını kestiği dönemlerde yola koyulur ve ülkeyi baştan aşağı gezerek bir sinerji oluşturmaya çalışırdı.

Beşerî münasebetler, ah o güzelim karakter. İşte bunun oluşmasında İslam’ın öngördüğü esaslara azami şekilde dikkat edilmeli ki, yarına aktaracak mirasımız olsun. Nesillerimiz rabbimizin insan nesline bahşettiği güzel meyveler, tatlı meyveler. İşte onları yetiştirmek, sağlam gelecekli bir toplum oluşturmak onların  ilim ehli, Kur’an ehli olarak yetişmesine bağlıdır. Mekteplerin medreselerin yokluğu bahane değildir. Hiçbir yer yoksa veya her yer medrese mektep de olsa bile “evlerimizi mutlaka bir mektep haline getirmeye gayret edelim. Ailemizin her ferdi asgaride farz-ı ayn ilimleri muhakkak öğrenmelidir” ki fıkhın tarifinde olduğu gibi aleyhinde ve lehinde olanları bilsin, bilebilsin.   İşte o zaman İslam’ın yaşantımızdan bir parça olmadığını anlarız. O, hayatımızın her safha ve sahasında hükümdar olan bir nizamdır. Ona göre hareket edelim ki, İslam’ı bütünüyle, hayatımızın her yönünde yaşamaya gayret edelim.

Şu dünya, evet uğruna canlar verilen kanlar döküken bu dünya aldatıcı bir süstür, bir duvaktır. O duvağın arka planını görenler ona asla rağbet etmemişler zahidine bir hayatı tercih etmişlerdir. O bakımdan dünyamız için dostlarımızla, akrabalarımızla, Müslümanlarla olan ilişkilerimizi asla zaafa uğratmayalım, uğramamalı. Bahanelerle kesilen kardeşlik münasebetleri, onulmaz yaralar açar. Topluma örnek olmak model insan, model aile, model cemaatler olmak lazım. “İnsanlık, örnek aileler ve örnek cemaatlere ihtiyaç vardır. Sadece öğreten ve öğrenen değil amel eden ve her yönüyle örnek olan kişi, aile ve cemaatlerden olmaya çalışalım.” Unutulmamalıdır ki, Bir Müslüman’ın iman, ilim, amel ve hizmetlerinin meyvesi güzel ahlaktır. Güzel ahlak demek, Kur’anî ve Muhammedî ahlak demektir. Bu ahlakla ahlaklanmayanlar meyvesiz ağaca benzerler. “Onun için hem kendimizi, hem nesillerimizi Kur’anî ve nebevî ahlakla ahlaklandırmaya çalışalım.” Kalbi hastalıklarımız da diyebileceğimiz kibir, ucub, haset, kin, yalan ve iftira, cimrilik, acelecilik, hırs, içten pazarlıklı olmak, azgın şeytanların ahlakındandır. Bu gibi kötü ahlaklardan şiddetle sakınalım. Ailemizi ve  toplumumuzu da sakındıralım.

Başarının ve muvaffakiyetin o güzelim yolunu da ne kadar güzel tarif ediveriyor rahmeti bol olası o kıymetli insan. “Gerek şahsî işlerinizde gerekse İslamî hizmetlerde muvaffak mı olmak istiyorsunuz? Öyleyse: önemseyecek, benimseyecek, planlayacak, fedakarâne çalışacaksınız. Bu hususlara dikkat edilerek yapılacak hizmetlerde, hayırlı neticeler alınır, hizmetler bereketlenir. Hizmetin küçüğü büyüğü olmaz. Hizmetlerde Allah rızası gözetildiği takdirde küçücük bir hizmetten çok büyük sevap alınır. Allah indinde makbul bir amel olur.”  Evet, Allah katında makbul olan amelin sahih olması, niyetlerin tashihi yolundan geçer. İster paşa ol ister bey. İster yönetici ol ister yönetilen. Değil mi ki niyet bozuk o iş beş para etmez.

Dostlar, her vasiyet bir nasihattır, tutana.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.