Namazımız Miracımız Olsun

Namazımız Miracımız Olsun

Tirmizî’nin hasen kaydı ile rivayet ettiği meşhur Hadis-i Şerif’i Muaz bin Cebel radıyallahu anh rivayet ediyor:
Bir seferde Rasulullah aleyhisselam’la beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük. “Ey Allah’ın Rasulü, beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!” dedim. “Mühim bir şey sordun. Bu, Allah’ın kolaylık nasip ettiği kimseye kolaydır; Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekât verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullah’a hacc yaparsın!” buyurdular ve devamla “Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” dediler.

“Evet, ey Allah’ın Rasulü.” dedim. “Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok etmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiarıdır.” buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen): “Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rabblerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek O’na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta bulunurlar.” (Secde Suresi, 16). Sonra sordu:

“Bu işin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?” “Evet, ey Allah’ın Rasulü!” dedim. “Dinle öyleyse” buyurdu ve açıkladı: “Bu dinin başı İslam’dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır!” Sonra şöyle devam buyurdu: “Sana bütün bunları tamamlayan baş amili haber vereyim mi?” “Evet, ey Allah’ın Rasulü!” dedim. “Şuna sahip ol!” dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: “Ey Allah’ın Rasulü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?” “Anasız kalasıca Muaz! İnsanları yüzlerinin üstüne ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?” buyurdular. (Tirmizi)

İmam Mâlik’in anlattığına göre, Hz. Ömer radiyallahu anh valilerine şöyle yazdı: “Nazarımda işlerinizin en ehemmiyetlisi namazdır. Kim onu korur ve devam ederse dinini korumuş olur. Kim de onu zayi ederse, onun dışındakileri daha çok zayi eder.” Hz. Ömer radiyallahu anh yazısına şöyle devam etti:

“Öğleyi gölge bir ziralıktan birinizin gölgesi misli oluncaya kadar kılınız. İkindiyi, güneş yüksekte, beyaz, parlak iken, hayvan binicisinin, güneş batmazdan önce iki veya üç fersahlık yol alacağı müddet içerisinde; akşamı güneş batınca; yatsıyı ufuktaki aydınlık battı mı gecenin üçte birine kadar kılınız. Kim (kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin, kim (kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin, kim (kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin. Sabahı da yıldızlar parlak ve cıvıldarken kılınız.” (Muvatta, Mevâkît: 6, (1, 6-7)

Görülüyor ki Hz. Ömer radıyallahu anh’ın nazarında namaz, ferdlerin dini hayatını ilgilendiren bir mesele olarak kalmıyor, devletin meselesi oluyor ve en mühim meselesi addediliyor. Daha doğru bir ifade ile O’na göre “din” devletin en önemli meselesidir. Biliyoruz ki selefi Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh da “namazla zekâtın arasını açanlara”, “namaz kılarız ama zekât vermeyiz” diyenlere savaş ilan etmişti.

Rabbimiz biz mü’minlere “Salâtları, özellikle salâtül vüstâyı dikkatle muhafaza edin ve gönülden boyun eğerek Allah’ın divanında durun.” (Bakara Suresi, 238) buyurmaktadır. Salât, Kur’an-ı Kerim’de en çok zikredilen ve önemi en çok vurgulanan terimlerden birisidir. Genel olarak “kulun rabbi ile her türlü irtibatı”nı içeren bir ibadet/kulluk tezahürüdür. Salât hali belli zamanlarda değil, kulun her gününün her anında taşıması ve muhafaza etmesi gereken bir “hal”dir. Ayetin ilk bölümünde korunması istenen salâtlar böyle anlaşılmaktadır. “Kul her an Rabbi ile irtibat halinde olmalıdır.” demektir. İkinci olarak zikredilen “salâtül vüsta” ise Hz Ömer radiyallahu anh’ın da yukarıda saydığı beş vakit namazdır. En doğrusunu elbette Allah bilir.

Beş vakit namaz ümmete mirac gecesi farz kılınmıştır. Bu irtibattan dolayı olsa gerektir ki o günden beri namaz mü’minin miracı olarak da anılmıştır. Mirac yükseltici/asansör demektir ki bu anlamda namaz “kulu, kul katından Rab katına/Rabbin huzuruna” yükselten bir miractır.

Rabbiyle irtibatın gerekli olmadığına, dünya hayatını Rabbinden bağımsız ve bağlantısız yaşayabileceğine inanan kişiler İslam ve iman dairesinden çıkmışlardır. Âlimlerin çoğunluğu namazı kılmayanların da bu çerçevede olduğunu kabul etmişlerdir. Rabbimiz cehennemliklere “Sizi cehenneme sevk eden nedir?” diye sorulacağını, onların da “Biz namaz kılanlardan değildik.” diyeceklerini haber vermektedir. (Müddesir Suresi, 42-43) Efendimiz aleyhisselam ise “Kul namazı da terk etti mi, işte o zaman küfürle arasında hiçbir perde kalmamış demektir.” buyurmaktadır. (Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; İbni Mace)

“Mü’min, 24 saatinin her anını salât halinde geçirmelidir” demek, kişinin hayatının her anını salât/namaza göre planlamalıdır anlamına da gelmektedir. Hayatı maddi anlamda, “mescitlere bağlı bir şekilde” sürekli “vakti” gözlemekle geçmeli, manevi anlamda ise kendisini sürekli “ilahi huzur”da hissetmelidir. Namaz her anlamda hayatın merkezine alınmalıdır.

Kul kendisini Rabbinin huzuruna yükseltecek/taşıyacak olan namaza durabilmek için önce temizlenmeli, arınmalıdır. Daha sonra bedenini ve ruhunu “Beytullah”a yönlendirmelidir. Hayatının her anında sadece Allah’ın evini kıble edinmesi gereken kul, namaz anında temsili olarak da oraya yönelmelidir. Kâbe’ye ulaşmak için sadece Hacc ve Umre beklenmemeli her vakit namazda o şuurda olunmalıdır.

“Allah’ım ben kesinlikle inanıyorum ki en büyük sensin” diyerek dünya hayatındaki her türlü bedenî ve ruhî meşguliyetten sıyrılan kul, Rabbin “Secde et ve yaklaş” çağrısıyla ilahi huzura kabul edildiğini bilmelidir. Bu şuurdaki bir kul, tertemiz bir kalp, tertemiz bir beden ve elbise ile Allah’ın huzuruna çıkacağını da bilir. Kalbini ve düşüncelerini sadece Rabb’e odaklar. Derin bir huşû içerisinde Rabbi ile konuşur.

Kul her bir rekâtta Rabbine “Alemlerin Rabbi olarak sadece seni tanıyorum. Melik/Malik olarak sadece seni biliyorum. Allah’ım ben hiçbir kimseye, hiçbir şeye değil sadece sana itaat ve kulluk ediyorum; hiçbir kimseden değil, hiçbir şeyden değil sadece senden yardım istiyorum.” der ve bu halini hayatının her anına taşır.

Kul, Allah’a en yaklaştığı anın başının ayakları hizasına kadar, toprağa kadar eğildiği secde anı olduğunun farkında olmalı, bu fırsatı heba etmemeli, ana hedef olan Allah’ın rızasını kazanmadan dünyaya geri dönülmesinin ne büyük bir ziyan olacağını iyi düşünmelidir.

Namaz anında kulun hem bedeni hem de ruhu Rabbi için kıyam, kıraat, rükû, secde halinde olmalıdır. Ruh da bedenle beraber kıyamda, rükûda, secdede değilse namaz insanda bir bütün olarak kemâlât zuhura getirmez. Kişiyi münkerden ve fuhşiyyattan alıkoyması gereken namazdan istenen fayda hâsıl olmaz. Abdullah bin Mesud radiyallahu anh’ın “Bizimle beraber namaz kıldıkları halde günahları terk etmeyenleri biz namaz kılanlardan saymazdık.” sözü iyi teemmül edilmelidir.

Kul, namazını tamamlayıp ilahi huzurdan ayrıldığı zaman imtihan dünyasına tekrar döner. Belli bir zaman tamamen koptuğu, ayrı kaldığı dünya hayatına “ey sağımdakiler ve solumdakiler, ben geri döndüm, Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.” diye selamlayarak, namaz esnasında Rabbinden aldığı manevi füyûzâtı kalbinde taşır halde tekrar başlar. Özlemle Rabbin bir sonraki davetini ve randevusunu bekler.

Namaza böyle bakarsak; herkesin gözdesi olan bahçesinde namaz kılarken gözü bir kuşa takıldığında koşarak Efendimize gelen ve “Ya Rasulullah! Beni namazımda meşgul eden, namazımı unutturan bu bahçeyi istemiyorum.” diyerek olduğu gibi tasadduk eden Ebu Talha’yı anlayabiliriz. Bir savaş sırasında ayağına saplanan demir parçası şiddetli ağrı nedeniyle çıkarılamayınca “Bari namaz sırasında çıkarın” diyen Hz Ali’yi anlayabiliriz.

Hakkı verilerek ikame edilecek bir namaz eda edildiğinde bizatihi o namazla kazanılacak ecrin dışında geçmişteki günahların affına da vesile olacağını müjdeleyen hadisi şerifler vardır. Esasen hakkı verilerek yapılacak hacc ve umreler, tutulacak oruçlar ve bazı diğer ibadetler için de böyle müjdeler vardır.

İmam-ı Gazali manevi miracın gerçekleşmesine vesile olacak bir namazla kişide şu manevi hallerin tecelli olacağını nakleder:

1-Kalp huzuru: Kalp dünya işlerinden tamamen ayrılıp namazına, okuduğu Kur’an’a bağlanır. Yaptığı işten gaflet etmez, yaptığı işin farkındadır. İşte o zaman musallide huzur-ı kalp zuhur eder. Kalpler zaten Allah’ı anmakla huzur bulur.

2-Tefehhüm: Okuduğunu anlamaktır. Çok kere ağız okur fakat kalp manasını düşünmez. İşte böyle kılınan namaz, kişiyi her çeşit kötülükten alıkoyamaz.

3-Tazim: Saygı. Bir âmir, emri altındakine bir şey emreder, o da, kalbi huzur içinde emredileni anlayıp yapar ancak; emri verene bir saygısı olmayabilir. Onun için saygı tefehhümden sonra gelir. Yani Allah Teâlâ’nın emrini saygı duyarak yapmak gerekir.

4-Heybet: Bu tazimden üstündür. Saygı ile korkmak, tazimden sonra meydana gelen bir korkudur. Bu korku, süfli korku değildir. Yılandan, çıyandan korkmaktan farklı bir korkudur. Bu korku, Allah Teâlâ’nın sevgisini kaybetmekten meydana gelen ulvî bir korkudur.

5-Reca: Ümitli olmaktır. Sevap beklemek demektir. Allah Teâlâ’nın nimetlerini, rahmetinin bolluğunu, namaz kılanlara cenneti söz verdiğini ve verdiği sözde durduğunu bilmektir. İnsan padişaha saygı gösterip korksa da bir mükâfat beklemez. Hâlbuki Allah’ın azabından korktuğu halde, kıldığı namazdan sevap umar.

6-Hayâ: Utanmak. Kusurunu bilip, Allah’tan utanarak, namazı kusursuz kılmaya çalışmaktır. Namazda Allah Teâlâ’ya karşı saygılı olabilmek için, O’nun azamet ve celalini bilmek, kendisinin de, hakir, zelil ve Allah Teâlâ’nın emrine boyun eğen bir kul olduğu bilincinde olmaktır. O’nun azametini bilmeyen veya inanmayan kimse O’na gerekli saygıyı gösteremez. Allah’a imanı daha parlak, daha kuvvetli olanın huşusu da kuvvetli olur. Hazret-i Âişe validemiz, “Rasulullah bizimle konuşur, gülerdi. Ama namaz vakti gelince adeta bizi tanımazdı.” buyurmuştur.

Namaz kılarken eğer kalp namazda değilse, boş durmuyor; mutlaka dünyalık bir şey düşünüyordur. İnsan sevdiği şeyi çok düşünür, kalbi o şeylerle ilgilenir, meşgul olur. Bunun için Allah’tan başkasını seven kimse, namazda sevdiklerini düşünür, Allah’ı hatırlaması zor olur, namazda bile gaflet içinde olur.

Ashab-ı kiram; “İnsanlar kıyamette dünyadaki namazlarında gösterdikleri huzur, sükûn ve namazdan aldıkları lezzet ölçüsünde haşir olurlar.” buyurmuşlardır. ” (İhya)

Efendimiz aleyhisselam “İslam beş temel esas, beş önemli direk üzerinde durmaktadır.” buyurur. Bu beş ana direkten birisi de salât/namazdır. Bu direklerden hangisi çekilse bina çöker.

Namaz kıldıkları halde salât halinin önemini anlayamayanlara “veyl olsun o salât ehline ki” buyuran Rabbimiz salât halinden gafil olan bu kişilerin özelliklerini şöyle sayar:

“Dini yalanlayanı gördün mü?
İşte yetimi itip kakan odur.
Yoksulu doyurmaya teşvik etmez
Yaptıklarını gösteriş/riya içinde yapar.
Yardım etmekten de sakındırır.” (Maun Suresi)

Rabbimiz ümmetin yetimlerinin, yoksullarının çoğaldığı, kendi cellâtlarına sığınmak için çocuklarını dalgaların kucağına salmayı bile göze aldığı şu günlerde bizi salâtından gafil olanlardan, Rabbi ile irtibatını kesenlerden eylemesin. Bizi bir an bile nefsimize bırakmasın. Bizi ve zürriyetimizi salât ehli eylesin.

İbrahim aleyhisselam şöyle demişti: “Rabbim, beni ve zürriyetimi namazı ikame edenlerden kıl. Rabbimiz, duamı kabul buyur.” (İbrahim Suresi, 40)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.