Müslüman Kardeşler’in Kısa Tarihçesi ve Teşkilata Dair Notlar

1928’de İsmailiye’de (Mısır) Hasan el-Benna tarafından Cem‘iyyetü’l-İhvani’l-Müslimîn adıyla kuruldu. 1932’de merkezi Kahire’ye taşındıktan sonra ülke genelinde teşkilatlanmaya hız vererek şube sayısını bir yıl içinde 50’nin üzerine çıkardı. Suriye, Lübnan, Sudan ve Filistin’e de temsilciler gönderilerek teşkilatlanma ülke dışında da sürdürüldü.
Şube binalarında, camilerde ve diğer toplu yerlerde halka davalarını anlattılar. Teşkilat haftalık el-İhvanü’1-Müslimûn gazetesiyle (1933-1938) en-Nezîr adlı dergiyi (1938-1939) çıkarmaya başladı ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal ve ekonomik faaliyetlere de yöneldi. Çok sayıda ticarî, sınaî ve ziraî şirketle yüzlerce okul ve sağlık ocağı kurdu. Kuruluşun 20. yılı olan 1948’e gelindiğinde şube sayısının Mısır’da 2000’e, Sudan’da 50’ye ulaştığı; Filistin, Doğu Ürdün, Suriye, Pakistan ve İran’da da şubeler açıldığı açıklandı.
2. Dünya Savaşı sonrası bölgede yaşananları yakından takip eden teşkilat, Filistin’i kurtarmak için cihad çağrısı yaptı ve 1948’de İsrail’in kurulmasıyla başlayan Arap-İsrail savaşında bizzat yer aldı. Teşkilatı yakından takip eden Batılı devletler yaşananların ardından ülke yönetimi üzerinde baskı kurdu ve Mısır hükümeti “devlete karşı ayaklanma hazırlıkları içinde olduğu” gerekçesiyle 8 Aralık 1948’de teşkilatın dağıtılmasına ve bütün mallarına el konulmasına karar verdi. Bu karar sert tepkiyle karşılandı ve yirmi gün sonra Başbakan Nukrâşî Paşa, İhvan mensubu bir genç tarafından öldürüldü. 12 Şubat 1949 günü ise Hasan el-Benna sanki misilleme yapılırcasına hükümetin düzenlediği bir suikastla şehid edildi.
Mısır’da Abdünnasır Dönemi ve İdamlar
26 Ekim 1954’te Cemal Abdünnasır’a başarısız bir suikast teşebbüsünde bulunulması İhvan-ı Müslimîn’in tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Her ne kadar bunun bir tertip olduğu sonradan ortaya çıktıysa da suikasttan sorumlu tutulan teşkilat kanun dışı ilan edildi ve binlerce mensubu tutuklandı. 4 Aralık 1954’te 7 lideri idam cezasına çarptırıldı. Bazı İslâm devletlerinin baskısı üzerine başkan Hasan el-Hudeybî’nin cezası müebbet hapse çevrilse de diğer isimler idam edildi. Cezaevlerindeki üyelere yapılan ağır işkenceler sebebiyle 27 kişi işkenceyle şehid edilirken, 22 kişi de üzerlerine açılan yaylım ateşiyle şehid oldu.
İhvan-ı Müslimîn bu tarihten sonra faaliyetlerini yer altına kaydırdı. 1965 yılının ilk aylarında tutukluların çoğu şartlı tahliyeyle veya sağlık durumlarının bozulması gibi sebeplerle serbest bırakıldı. Fakat aynı yılın ilerleyen aylarında daha geniş çaplı bir tutuklama faaliyeti başlatıldı. Aralarında yüzlerce kadın ve genç kızın da bulunduğu tutukluların sayısı 20.000’i aştı. Yargılama sonunda 7 kişinin idamına, 100’den fazla kişinin de hapsine karar verildi. İdamlıkların bir kısmının cezası müebbet hapse çevrilirken Fî Zılâlil Kur’ân adlı tefsirin müellifi Seyyid Kutub da dâhil dört kişinin idam cezası 29 Ağustos 1966’da infaz edildi.
Teşkilat tarafından çıkarılan yayın organlarında özellikle teşkilatın resmen tanınması, şer‘î düzene geçilmesi, Enver Sedat’ın 1979’da İsrail’le imzaladığı barış antlaşması ve İsrail’in devlet olarak tanınıp Kahire’de elçilik açmasının reddedilmesi gibi gayet ciddi konular işleniyordu. Teşkilatın kadınlar kolunu temsil eden Firku’l-Ahavâti’l-Müslimât komisyonu ilk defa 1932’de toplandı. 1948’de 50 şubede kayıtlı 5000 üyesi bulunuyordu. 1954’te ise şubelerinin sayısı 250’yi aştı.
İhvan-ı Müslimîn siyasî, ilmî, sportif, kültürel ve sosyal alanlarda faaliyet gösteren çok yönlü bir teşkilat olarak gelişti. Islah programlarında fert, aile, toplum, devlet ve bütün bir beşeriyeti içine almaya yönelik çalışmalara önem verildi. Teşkilatın Mısır’daki ve diğer ülkelerdeki idari yapısı birbirinden bağımsız olarak gelişmekle birlikte Mısır dışındaki İhvan’ın en yüksek yöneticisine “el-murâkıbü’l âm” denilmekteydi.
Suriye İhvanı ve Hama Katliamı
Suriye’de Hafız Esad’ın 1976’da Lübnan’daki iç savaşa karışmasının ve Müslümanlara karşı Mârûnîler’in yanında yer almasının ardından İhvan-ı Müslimîn de Esad rejimine karşı cihad ilan edip asker ve polislere saldırı başlattı. 1980’den itibaren bunları büyük çaplı gösteriler ve grevler takip etti. Baas rejiminin teşkilatın faaliyetlerine son vermek amacıyla aldığı şiddetli tedbirler de halkın ve sivil kuruluşların İhvan’a olan desteğini arttırdı. Bunun üzerine 7 Haziran 1980’de çıkarılan kanunla teşkilata üye olmak, hatta herhangi bir biçimde onunla dayanışmaya girmek yasaklandı ve kanunu ihlal edenlere ölüm cezası getirildi.
26 Haziran 1980’de Esad’a karşı başarısız bir suikast girişiminde bulunulmasının arkasından yaklaşık 5000 İhvan mensubu tutuklandı ve birçoğu öldürüldü. Baas rejimi yıllardan beri süren silahlı mücadeleler ve grevler yüzünden sarsılan otoritesini tekrar tesis etmek amacıyla 1982 Şubatı’nda teşkilatın kalesi sayılan Hama şehrine havadan ve karadan saldırıya geçti. Binlerce kişi şehid oldu ve şehir yerle bir edildi.
Sudan’da İhvan İktidarı
1971’de Sudan’da gerçekleştirilen sol eğilimli bir darbe girişimi devlet başkanı Nümeyrî’nin dinî kesimle arasının düzelmesine yol açtı. Bu durum teşkilatın Sudan’daki sorumlusu Türâbî’ye istenen ortamı hazırladı ve üniversitelerdeki öğrenci dernekleri İhvan-ı Müslimîn’in kontrolüne geçti. 1973 anayasasında hukukun ana kaynağının İslâm olduğunun belirtilmesinin ardından başlatılan kanunların İslâmîleştirilmesi süreci teşkilat tarafından desteklendi. 1977-78’de sağlanan millî uzlaşmayla İhvan-ı Müslimîn Sudan’da güçlenmeye ve mensupları da önemli mevkilere gelmeye başladı. Hasan et-Türâbî kanunların şeriata uygunluğunu kontrol etme göreviyle başsavcılık makamına getirildi.
İhvan Nasıl Bir Teşkilat?
Dinî esaslara dayalı bir toplum modelini savunan İhvan-ı Müslimîn bunun bütün insanlık için en uygun sistem olduğunu vurgular. Din-devlet ayırımına şiddetle karşı çıkan teşkilata göre şeriatın hükümleri bütün zaman ve mekânlarda tatbik edilebilir ve bu durum hem dinî hem sosyal ve kültürel açıdan bir zorunluluktur. İslâm bütün emir ve hükümleri birbirine dayanan mükemmel bir sosyal düzeni öngörmesinden dolayı bütünüyle uygulanmalı, bir kısmı alınıp bir kısmı terk edilmemelidir.
İslâm’da yöneticinin bir kutsiyeti bulunmadığı gibi Kur’an ve Sünnet’te belirtilen emirler de hem devlet başkanı hem yönetilenler için geçerlidir. Toplumun temsilcileri durumundaki ehl-i şûra tarafından seçilen devlet başkanı yine onlara danışarak hareket eder ve onlar tarafından denetlenir. İslâm coğrafî sınır tanımaz, kan bağına itibar etmez ve bütün Müslümanları tek bir ümmet sayar. Hilafet, İslâm birliğinin sembolü, İslâm ülkeleri arasında bir bağ ve İslâm’ın bir şiarı iken halife de Allah’ın nizamındaki hükümlerin uygulayıcısıdır.
Hasan el-Benna İslâm âleminin problemlerinin ancak toplumun ıslahıyla çözümlenebileceğine inanarak hareketini bu fikir etrafında oluşturmuştur. Benna, hareketin hedeflerini esas ve özel olmak üzere iki grup halinde ele alır. Esas hedeflerinden birincisi, bütün İslâm topraklarının yabancıların hâkimiyetinden kurtarılıp hürriyetine kavuşturulması, ikincisi de bu hür vatanda İslâm hükümlerinin geçerli kılınıp İslâmî sosyal düzenin uygulanmasıdır. Özel hedeflerse teşkilatın içinde bulunduğu toplumun değiştirilmesiyle alakalıdır. İslâm hem inanç hem ibadet hem din hem devlettir. Bu durumdaİslâm’ı asrın rengine değil asrı İslâm’ın rengine sokmak gerekmektedir. Benna’ya göre anayasal bir parlamenter sistemin işleyişi için partiler zorunlu olmadığı gibi bunlar bencilliği, insanlar arasında düşmanlığı ve fırsatçılığı beslemektedir. Yine Benna’ya göre emperyalizme karşı cihad etmek her Müslümanın üzerine farzdır.
Teşkilata katılan bir kişi önce kendi nefsini her yönden ıslah etmek için çaba harcamalı ve İslâmî esaslara dayalı bir aile kurmalı, sonra da emri bil ma‘rûf nehyi anil münker ilkesini yerine getirerek toplumu düzeltmeye, İslâm topraklarını kültürel, fikrî, iktisadî ve siyasî alanlarda emperyalist güçlerin tahakkümünden kurtarmaya, İslâmî esaslara uygun, İslâm ümmetini koruyacak, birliğini sağlayacak, İslâm’ı hâkim kılacak ve kültürünü yayacak bir devletin kurulmasına çalışmalı ve yeryüzünde bozgunculuğun kaldırılması, İslâm’ın hâkim olması için cihad etmelidir.
Seyyid Kutub ile Hasan el-Benna’nın yaşadıkları dönemlerin farklı olması sebebiyle fikirlerinde de farklılıklar bulunmaktadır. Benna’nın konuşmalarında cahiliye veya dârül harp gibi kavramlara rastlanmaz. Kutub ise düzeni cahiliye saymakta ve ona karşı cihad edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Hasan el-Benna silahlı bir devrime karşıdır. Günümüzde Mısır’da yaşananların da gösterdiği gibi teşkilat Seyyid Kutub’dan ziyade Hasan el-Benna’nın çizgisinden gitmektedir.