MUHTAÇ OLDUĞUMUZ TARİH ŞUURU (tashih edildi)

Millet düşmanını dostunu tanır,
Yalancı tarihler yırtılır elbet…
Allah’tan korkar da kuldan utanır,
Kur’an-a dönerse kurtulur elbet…
“Tarih nedir?” sualine, ‘yer ve zaman bildirerek geçmiş olayları anlatan bir ilim dalı’ diye, klasik bir cevap verilebilir..
Yeterli bir tarif midir?..Elbette hayır!..
Bir daha tekerrür etmemesi için, tarihten ibret alan şahsiyetler; tarihin çok daha derin, çok daha geniş ve çok daha anlam ifade eden tariflerini yapmışlar…
Tarihi, bir pusulaya benzeten büyük devlet adamlarımızdan Cevdet Paşa; tarihi bilmeyen bir devlet adamının, pusula okuyamayan bir kaptan kadar tehlikeli olduğunu belirterek, “Her ikisinde de karaya oturmak tehlikesi var.” demektedir..
J.J.Rousseu tarihi, “okuyana kendi gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuz.” Olarak tarif ederken, Ömer Hayyam; “Tarih, kâinatın vicdanıdır.”diye, kendi vicdanının sesini dinlemektedir !…
“Tarih; kralların/generallerin çiftliği değil, milletin tarlasıdır… Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer.” tesbiti de Voltaire’ye ait…
Velhasıl, tarih kolay kolay tariflere sığmıyor.. Her şeyin bir başlangıç tarihi olduğuna göre, demek ki tarih her şeyle ilgili!..
Belki, hiçbir millete nasip olmamış zenginlikte bir tarihin mirasçıları olarak; mirasımıza sahip çıkamadık.. Ya aymazlığımızdan, ya gafletimizden, ya cehlimizden, ya da hırsımızdan, o mukaddes mirası har vurup, harman savurduk!..
Kuruluşundan 1402 yılına kadar toplanan Osmanlı Devletine ait belgelerin, Bursa’yla birlikte Topal Timur tarafından yakılması!..
Bir kısmının Yıldız Sarayıyla beraber yağmalanıp ocaklara atılması!..
1931 yılının 4 Haziranında, 200 balya tarihi belgenin, okkası 3 kuruştan, hurda kağıt olarak Bulgaristan’a satılması!.. Bunların içinden Bulgar devletinin işine yaramayanların 40 milyon leva karşılığında Vatikan’a aktarılması!..
Bizleri dilhûn eden, tarihimizin en acıklı yönleri bunlar işte!..
Tarihini yeterince bilmeyen veya yanlış bilen, kendi kültürüne, kendi diline, kendi dinine yabancı, kendi ecdadına düşman, gayesiz, hedefsiz, ibadetsiz, şükürsüz, zikirsiz, fikirsiz, her çeşit oyun ve eğlencenin anaforunda savrulan, uyutulan ve uyuşturulan bir nesil…Akif’in tabiriyle; “Dostunun yüzkarası, düşmanın maskarası.” değil mi!..
Halbuki; her çeşit peşin hükümden uzaklaşarak, gerçek tarihimize baktığımız zaman, her sayfası şeref levhalarıyla süslü muhteşem bir tarihe sahip olmanın sevincini ve hazzını yaşarız..
Çok değil, daha bir asır öncesine kadar, bu topraklara ve sınırları Orta Avrupa’dan bütün Akdeniz kıyılarına ve Asya içlerine kadar uzanan büyük bir coğrafyaya adaletle hükmeden, küfrün krallarına emir buyuran bir devletimiz vardı…
Kökü tarihin derinliklerinde ulu bir çınar gibi, altı asır süren bereketli bir ömür yaşayan Osmanlı; İhtişamlı bir medeniyete, yüce bir misyona ve ulvi bir ideale sahiptir. Dostuna güven kaynağı iken, düşmanının bile velînimetiydi…
“Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu beşer tarihinin en hayrete değer ve en büyük vakıalarından biridir.” diyor Grenard.
Toynbee ise;
“Osmanlı Türklerinin bu kadar küçük bir başlangıçtan, o kadar elverişsiz şartlar altında bu derece sürekli bir devlet kudretine erişmesi cihan tarihinin en fevkalade tezahürlerinden biridir.
Osmanlıların Yakın Doğu’da yerlerine geçen Avrupalı veya yerli bir devlet, bu bölgeyi Osmanlılar kadar iyi idare edememişlerdir. Avrupa Devletleri, Osmanlılardan aldıkları ülkeleri ancak zulümle yönetebilmişlerdir.” demektedir.
Corci Zeydan ;
“Müslümanların gösterdiği adalet, hoşgörü, ibadet ve takva, büyük başarılarının en önemli sebeplerindendir.” diyerek bir hakkı teslim etmektedir.
Peki; dün düşmanına bile adalet ve insafla muamele edip, hoşgörüyle bakan bir ecdadın devlet anlayışından, bugün birtakım içi boş kof kavramları silah olarak kullanıp öz be öz kendi insanına zulmeden, milletinin milli ve manevi değerlerini horlayan, yok sayan, “ Güç bendedir, öyleyse haklı benim.” cinneti içerisinde hakkı ve hukuku tanımayan bir yönetim anlayışına nasıl gelindi?!….
“Müslüman Türklere ‘vahşet’ isnat edenler, onları kıskanan ve çekemeyenlerdir. Bu milletin Balkanlar’da ve Avrupa’da vahşet göstermiş olduğu iddiası, iftiraların en iğrencidir. Müslüman Türkler; Avrupa’ya mazbut bir din ve gayet mükemmel bir devlet teşkilatıyla gelmiş yerleştikleri ülkeleri medenileştirmişlerdir.” diye bir gerçeği ifade eden Çiro Truhelka kadar da insaf sahibi olamayan kiralık kafaların hezeyanlarına, saçmalıklarına, saldırılarına ve iğrenç iftiralarına bu mazlum millet daha ne kadar sabredecek, ne kadar tahammül gösterecektir?!….
Tarih şuuruna ne kadar da ihtiyacımız var…
Darbe teşebbüsleri, faili meçhul cinayetler, vurgunlar, soygunlar, derin ilişkiler yumağı, düşen maskeler ülke insanının yarına olan güven duygusunu sarsmakta ve endişeye sevk etmektedir.
Osmanlı Devleti, özellikle son dönemlerinde maşalardan ve bazı paşalardan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir.
Halkın kısaca “gâvura gâvur denmeyecek” diye hülâsa ettiği, tanzimatın “büyük” ve “koca” unvanlarını kazandırdığı, dördü hariciye nazırlığı olmak üzere altı defa sadarete gelmiş Mason Mustafa Reşit Paşa… Üye sayısına kadar, her şeyiyle tam bir Fransız taklidi olan, günümüzde de zaman zaman arz-ı endam eden “Encümen-i Daniş” O’nun zamanında oluşturuldu.
Tuna Valiliği sırasında, bayrağımızdaki “hilâl” in yanına bir de “haç” ilave ettiren, bu zamana kadar “Âl-i Osman” dendi, bundan sonra da “Âl-i Mithat” denir, ne olacak diye hanedanlık peşinde koşan, Sultan Abdülaziz’in katli davasında tevkif edileceğini anlayınca, yakalanmamak için gidip Fransız Konsolosluğu’na iltica eden Mithat Paşa!…
Ali Paşa, Fuat Paşa, Said Paşa…Say sayabildiğin kadar. Hepsi ayrı bir alem…
Hele bunların içerisinde tıynetsizliğin, ruhsuzluğun, ahlaksızlığın en uç örneklerinden birisi olan Isparta’nın Gelendost ilçesinde doğmuş Eşekçi Ahmet’in oğlu, Sıpa Hüseyin diye bilinen bir Hüseyin Avni Paşa var ki; diğerlerine rahmet okutur…Devlette kaos ve kargaşa çıkarmak için sanki özel görevli…
İngilizlerin muvafakatını alarak, Sultan Aziz’i tahttan indiren sonra da avanelerine padişahın bilek damarlarını kestirerek öldürten katil…İflah olmaz bir ahlaksız…Osmanlıya ilk rüşvet belasını bulaştıran da yine O…
Ne dersiniz? Günümüzde de Hüseyin Avnileri kendilerine örnek alan şaşkınlar var mıdır?
Eğer varsa, yazıklar olsun ham ervahlarına…