Medeniyet Katliamı

Hdp’nin ilk parladığı günlerde dindar bir Kürt arkadaşımla oturuyorduk. Bana “Türkler İslam kardeşiyiz sloganı ile bizi kullanmayı mı planlıyorlar?” demişti. Bu hiç beklemediğim bir ithamdı ama aklıma direk Filistin geliverdi. Arap milliyetçiliğinin gazına gelip de Osmanlı’nın kendilerini kullandığını iddia ettikleri zamanlar geldi. Bir de, gelin Osmanlı torunu olarak bu toprakları adaletle yönetin diye çağıran torunları gözümün önüne geliverdi.
Osmanlı’nın son zamanlarına bakınca farklı milletlerin bir anda nasıl da bağımsızlık arzusu ile isyan ettiklerine şahit oluyoruz. 1. Dünya Savaşı’nda Ermenilerin isyanları ve tehciri, diğer yandan Arapların İngilizlerle savaştığımız cephelerde bizi yalnız bıraktıklarını görüyoruz. Birkaç yıl daha geri gidiyoruz. Balkanlardaki milletlerin teker teker isyan edip kopuşlarını görüyoruz. Bu noktada durup Osmanlı’nın o zamanlardaki yönetimlerini eleştirmeye başlayabiliriz. Olayları yönetim zafiyeti olarak yorumladığımızda bu yorumun ana teması güçsüzleşen bir devlet ve yıllarca baskı altında tuttuğu milletlerin bu fırsatı kullanıp bağımsızlıklarını kazanışı demektir. Oysaki Osmanlı fethettiği bölgelerin halkıyla iyi ilişkiler kurması ile meşhur bir devlettir. Hatta yatırımlarını ülkenin ana gövdesine değil de hep yeni katılan topraklarına yapmasıyla eleştirilmiştir. Peki, bu kadar birbirinden farklı özellikteki milletin ayrılma sevdası nerden geliyordu.
Bize hep tarih derslerinde ilk çağ diye başlanıp da yakın çağ diye biten bir sıralama anlatılır. İşte bu en son, içinde bulunduğumuz çağ olan yakın çağ Fransız ihtilali ile, bizle ne alakası var diye düşündüğümüz olayla başlar. Bu olayla birlikte ulusçuluk akımının dünyaya yayılmaya başladığı kabul edilir. Devamında da sadece Osmanlı devleti değil birden çok ulustan oluşan devletlerin teker teker dağılışları gelir. Yani Osmanlının son devrinde yaşadığı parçalanmaları yönetim zafiyetiyle açıklamak yetersizdir. Ortada bu çağa adını veren bir parçalanma akımı vardır.
Çok uluslu devletler 1. Dünya Savaşı ile bu dağılmadan kurtulmaya çalışmış ama çabaları boşa çıkmış, süreç hızlanmıştır. Kopan parçaları incelediğimizde her birinin başına ırkçı liderlerin geçtiğini görürüz. Ortalık; adları cumhuriyet olan, aynı ırka ait insanların birleşerek büyük bir yumruk olduğu faşist devletlerle dolmuştur. Avrupa’da Hitler ve Mussolini en büyük örnek olarak gösterilirken diğer yönetimlerin de çoğunluğu bu yapıya sahiptir. Balkanlarda oluşan küçük ulus devletleri sadece küçük olduğu için göze çarpmaz. Diğer taraftan Arap devletleri de aynı faşist cumhuriyetlere sahip olmuş ve günümüzde de bu yönetimler devam etmektedir.
Sisi’nin beş vakit namaz kıldığını ve karısının kızlarının başı örtülü olduğunu öğrenince o zaman neyin kavgası veriliyor orda diye şaşırıyoruz. Avrupalının faşisti hıristiyanlığı ırkının parçası olarak kabul ederken Arap’ın faşisti de İslam’ı ırkının parçası olarak görmektedir. İşte mücadele İslam’ı bir ırkın dini olarak görenlere karşı bu din ümmetindir diyenlerin mücadelesidir. Irkın üstünlüğüne karşı inancın üstünlüğünün mücadelesidir.
Bu çağda popülerleşen diğer bir özellik de duygu, düşünce ve davaların ruhi özellikten çıkıp maddi özelliklerle donanmasıdır. Kutsal değerler etrafında birleşen toplumların azalarak, yerine herkesin kendi şahsını dünyanın merkezinde gördüğü toplulukların doğmasıdır. Çağımızın insanı dünyaya neler borçlu olduğuna değil de dünyanın kendine neler borçlu olduğuna yoğunlaşmıştır. Tüm gayretleri dünyayı daha çok nasıl kullanabileceğine yönelmiştir.
Ne yazık ki bu durum batı ile sınırlı kalmamış kendini taklit etmek için her deliğe giren doğu insanını da kuşatmıştır. Doğudan çaldıkları ile zenginleşen batı, bu zenginliğinin kaynağını yalanlar ile süsleyip doğuya tekrar pazarlayarak doğuda bıraktığı son birkaç parçayı da çalmanın hesaplarına girmiştir.
Batının, adına orta doğu dediği toprağın insanları da ferdiyetçilik hastalığına tutulmuş, sadece doğduğu için her şeyi hak ettiğini zanneden tembel, açgözlü zavallılar ile dolmuştur. Daha komşu ülkesinde yaşam olup olmadığına karşı müthiş bir sorumsuzluk beslerken uzayda yaşam olup olmadığı geyiklerine kapılmış ve kendinden başka herkesi bunu araştırmadığı için eleştirir hale gelmiştir. Doğrusu bu toprakların yeni nesli “komşusu açken tok yatan bizden değildir.” hadisini unutup da yan dairesinde yaşam olup olmadığı konusunda bile fikir sahibi olmaktan fazlasıyla uzaktadır.
Yaptığı, düşündüğü işlerin yararını, gerekliliğini ve değerini hesaplamadan sadece o işten sağlayacağı şahsi menfaate odaklanmış bir nesil doğuyor. Kanımızı emmek için akbaba gibi başımıza üşüşen batı da bu manzarayı alkışlarla coşturuyor. Şahsi menfaatler büyüdükçe de ortalığı kan gölüne çeviren savaşlarla yüzleşiyoruz.
Bu topraklar sürekli savaş görüyordu. Dünyayı değiştiren büyük medeniyetlere gebe savaşlar ve bu medeniyetlerin bütün birikimlerini talan edip yakıp yıkan savaşlar. Bugünkü savaşlar yeni bir medeniyet vaadinden çok uzakta ben üstündüm sen üstündün yarışına dönmüş. Birbirinin birikimlerini talan etmekle kalmayıp bu toprakların üzerinde ve altında canlı cansız ne varsa talan edip tüketmekten başka bir sonuç getirmiyor.
Arkadaşımın sorduğu soruya tekrar dönersek o gün şu cevabı vermiştim. “Sen kendinizi çok abartmışsın. Sizi tabi ki kullanacağız ama sadece sizi değil dünyadaki tüm Müslümanları kullanmayı hedefliyoruz. Müslümanların üzerine dalga dalga gelen bir zulüm varken üç beş küçük parçayla mı bu dalgayı durduracağız.”
Kâfir öyle propagandalar ile aramıza giriyor ki hem kardeşliğimizi değersizleştiriyor hem de çaktırmadan İslam’ı sorgulatıyor. Şahsi geleceğimizin peşinde koştukça da ferasetini kaybetmiş korkak zavallılar olarak bütün değerlerimizi kaybetmeye doğru ilerleyeceğiz. Bu topraklara hâkim olmak korkaklığı ve tembelliğinden kurtulup bu toprakların insanlarını birleştirme cesaretine ve çalışkanlığına geçtiğimizde dünyaya ilham olacak büyük bir medeniyetin kurucuları olacağız inşallah.