MAVERADAN MACERAYA- Arkası Yarın / Ya Ma’şeral Hayevan!

MAVERADAN MACERAYA- Arkası Yarın / Ya Ma’şeral Hayevan!

Sevgili İlkadım Dergisi Okurları ve Sevgili Dostlar,

Diyanet İşleri Başkanlığı 2020 yılı Mevlid-i Nebi Haftasının ana teması olarak Peygamberimiz ve Çocuklar konusunu gündeme getirmiştir. Pandemi sürecinde, açılış programı bir yana Merkez Taşra ve Yurtdışı Teşkilatında görevli bütün personeli ile hafta boyunca sanal ortamda dijital materyaller ile sosyal medya üzerinden düzenlenen Sempozyum, Panel ve Konferanslarda bu konuya vurgu yapılmıştır. Bendeniz de geleceğimizin güvencesi çocuklarımıza ev yapımı tadında güzel bir hikâye anlatayım istedim. İnsanları güldürerek eğiten Nasreddin Hoca merhum benim modelimdir.

Efendim, evvel hayvanların dilinden insanlara nasihat eden ve sosyal hayata yön veren Feridüddin Attar, Mevlâna ve Gülşehri gibi kalem ehli ve kelam ustası insanlar vardı. Merhum Mustafa Akçay dedem de onlardan biriydi. Ümmi idi lakin itikadı sağlam ahlaken mazbut, model bir kişiydi. Babası Molla Mehmet merhum Çanakkale Harbinde şehit olunca amalarının yanında büyüyen üç erkek kardeşten en büyükleri idi. Öksüz büyüdüğü için bu aksakallı pîre Hava’nın Mıstık derlerdi. Annesi Feride’nin babası yani dedesi Filistin Cephesinde İngilizler ile çarpışan bir Osmanlı subayı, nam-ı değer Kolağası İbrahim merhumdur.

Hacı Mıstık Dedem TRT Ankara Radyosu Arkası Yarın Tiyatroları tadındaki meşhur hikâyesini bize bir kış günü anlatmıştı. Teneke soba ile ısınan, gaz lambası ile ışıyan Kemer Odamızda birlikte otururduk. Gözümüz ve kulağımız dedemizde, ayaklarımız iskemlenin içinde; ellerimiz iskemle üstündeki kertikli sahanlara konulmuş ceviz, köftür, iğde ve kuru üzüm üzerinde, hem atıştırır hem de dedemizin bu fabl türü hikâyesini dinlerdik. O tandırda kızaran balkabağının, çöreğin, Adapazarı patatesi kızartmasının, yoğurtlu tarhana çorbasının, boz bulamacın, pekmez helvasının, dolazın, kaygananın, sarı burma tatlısının, kedi batmazının ve testi kırığında kavrulan karakabak çekirdeğinin tadı hala damağımızdadır.

Efendim, hikâye şudur: Hayvanlar kendi arasında anlaşmışlar, yerli haftası içinde bir gün birlikte kır gezisine çıkarlar. Herkes dağarcığında getirdiği yerli malları ile pikniğe katılır. Uçanı kaçanı, yürüyen ve sürüneni, erkeği dişisi birçok hayvan ferfeneyi birlikte yapmak üzere yola revan olurlar. Fentalekâ. Koyun, keçi, at deve, canavar ve tilki bu kervanın kelek kesenidir. Konya üzerinden gelen kafile makas açar, Ihlara vadisine gelince bohçalar açılır, gün ışığında doyasıya güzel bir kahvaltı yapılır.

Manzara harikadır. Pınarlar, şelaleler, yediveren güller mis gibi tüter. Herkesin keyfi yerindedir. Keklik öter, köpek havlar, yılan kavından çıkar, kedi gınnav diyerek bıyıklarını yağlar. Kafilenin artıklarıyla karıncalar bayram eder. Mesire yerinde sıfir atık bırakılır. Çünkü, doğal hayat onlara bir gün değil her gün lazımdır. Menzil uzaktır ve gezilecek yerler vardır. Hafif bir kayluleden sonra açılırlar…

Kafile; öğle yemeğini güzel atlar diyarı Kapadokya’daki Göreme Vadisinde yemek istiyordu. Orada sellemine kallemine oturup dinlenmeye, sere serpile konaklayıp Paşa Bağları’nda burunlarından gelinceye kadar keten gömlek üzümü yemek için bağ bozumu şenliklerine katılmaya karar vermişti. Kafile Alayhan’ına kadar gelmişti. Açlıktan dizlerinde derman kalmamıştı. Ot ile beslenenlerin heybeleri doluydu. Lakin et ile beslenenler nefeslerini burunlarından almaya başlamışlar, gözleri kızarmış daha ilk günden niyetleri bozulmuştu. Canları et yemek istiyordu lakin ortada ne taze et ne de kuruyemiş kemik vardı.

Kral Aslan kafileye mazereti nedeniyle gelemeyince kafileye Tilki ve Canavar vekâlet ediyordu. Tilki başdanışman edasıyla her önemli karar ve işte temkinli hareket ediyor, acele ve tehlikeli işlerin kararını canavar veriyordu. Karınlarını doyurmak için Kangalı da yanlarına çekerek anlaşırlar ve harekete geçerler. Horoza talimat verirler. Ebu Yakzan, hanın duvarından okuduğu bir nağme ve fahri Müezzin sedasıyla kafileyi durdurur. Karar verilmiştir. Etçil olanlar doğal sit alanında uygulanan geçici avlanma yasağını çiğnememek için doğum tarihi esas alınarak ve büyüklere hürmeten en küçük olandan başlayarak onu ham edeceklerini açıkladılar.

Canavar hemen söze başladı. Ben dedi… Biraz yutkundu, sonra “Kayseri var iken ben de var idim” dedi ve Cemaziyel evvel ayında doğduğunu söyledi. Tilki hemen ortaya atıldı: “O da bir yaş mıdır Emmioğlu? Biz Ayasos halkı ile Kayseri yapılırken Erciyes’ten taş getirdik, Kepez’den say çaldık. Sözlerime Deve Hazretleri de şahittir.” diyerek hem kendini hem de potuk anası Deveyi kurtarmıştı.

Öyle ya şu durumda kafilenin en yaşlısı kendisi, en kıdemlisi deveydi. Ortalık karıştı. Kimi hay peşinde kimi pay peşinde idi. Karar vermek kolay amma uygulamak zordu. En sonunda keçiyi infaz etmek için yakaladılar. Zira hem cüsse hem de hisse bakımından en kolay lokma o idi. Keçi için inat derler lakin eti kadar sütü de değerlidir. Hemen saksıyı çalıştırır ve der ki: ‘’Arkadaşlar, beni yiyeceksiniz. Tamam. Lakin ben dünyadan hiç zevk almadım. Madem öyle, son bir dileğim var, ona müsaade edersiniz değil mi? Canavar: ”De haydi ne diyeceksen. Kelime-i şehadetini oku bakalım. Tiftik keçi dedi ki: “Ben size iki ayaküstünde bir raks edeyim, şöyle bir gerdan kırayım sonra ham edersiniz.” Eğlence başlar. Şarkıcı eşek nefreti makamdan anırır, koyun tizden meler, at kişner, arı vızıldar, keklik öter. Faslın tam ortasında keçi tırazın din tepesine çıkar ve canını kurtarır.

Ihlara Vadisinden hareket ederler. Bu meseleyi Mafyanın başkentine varınca hallederiz derler. Kanlı Acı Göle gelince bu defa koyun üzerinde hesap yapılır. Koyuna, Kurban Bayramı da üzerinden geçtiğine göre henüz iki yaşına bile girmedin denilir. Karga tulumba enselenerek ikna ve infaz odasına atılır. Uysallığı ile bilinen koyun ağırdan alarak derin bir ah çeker, sonra da: “Madem öyle. Gayri, Ulül Emir’e itaat farz oldu. Fakat bendeniz de size bir oyun kırayım. Ne de olsa soyumuz Urfa’ya huyumuz Karaman’a dayanır. Biriniz kaşık havası, biriniz keklik havası çalsın. Ben de oynayım. Haydi, çalın bakalım.’’

‘’Ermenek’ten çıktık yola, Çekerek’te verdik mola

Gemerek’ten dönüp sola, istikamet Siverek ola.”

Ha babam de babam Çöz de al Mustafa Ley! Aşıkların gözü kör olur denir ya işte aynen öyle. Koyun oynayıp zıpladıkça kuyruk altı budunu ve yağlarını gören canavar ve tilki açlığın verdiği tutku ile mayışıp kalır. Adeta sarhoş olur. Tam o hengâmede fırsatı değerlendiren koyun coplan derenin dibine akar ve gözlerden kaybolur.

Artık öfke zirveye çıkar. Herkes bir numara gösterip ahaliyi aldatmaktadır. Bir hışımla ata yüklenirler. ‘’Sen daha Tay oğlu Toysun. Başında yuların, sırtında eyerin ve koşumun olmadığına göre sen daha çocuksun. At heyete itiraz eder. “Burada benden genç eşek sıpası ve deve potuğu varken neden ben?” der. Lakin Deve Hazretleri söze karışır: “Biz Hicaz’dan Kutsal Topraklardan daha yeni geldik. Korona bile bize racon kesememiştir. Eşek Efendi de yolda kılavuz ve rehberimiz idi. Kızıl Boğa’nın yurdunda Fillerin bile kulağından çeken el Himarul Muğanni’ye hakaret ediyorsun ha. Biraz ayıp olmuyor mu? Bu ne aymazlıktır?”

Eeee. Artık bu iş epey uzadı derken atın aklına bir ayran gelir ve der ki: “Arkadaşlar, o zaman işler resmi olsun. Rahmetli Kadanam, doğum tarihimin sol ayağımın altında sülüs yazı ile kayıtlı olduğunu söylerdi. İçimizde Arapça bilen birisi varsa okusun, ben kaderime razıyım. “Meselenin künhüne vakıf olan Tilki: “Ben okuma yazma bilmem, Ümmiyim.‘’ der. Canavar büyük bir öfke ile Nalbantoğlu gibi iyice ata yanaşır ve uzat bakalım evlat ayağını, bu iş bize kalmıştır. “At doru attır. Solağına iyice yay gibi gerilir tak diye nasıl nalı çakarsa doğum tarihi canavarın alnına kırmızı mürekkeple kopyalanır. Canavar yazıyı okumuştur okumasına -sene hicri, sittin seb’a mie- diye. Lakin at ipi kırmış haykırıyordu: “Bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz…” Ot ile beslenenler kahkaha ile gülmeye cesaret edemediler. Çünkü; Canavar can çekişiyordu. Yarasına örümcek ağı bastılar, acısını dindirmek için Erez otu yedirdiler ve ayran içirdiler…

Dorat, güzel atlar diyarındaki Kızılırmak kenarındaki At Çiftliklerine giden patika yolda gözlerden kaybolur. Göre ’den girer Göreme’den çıkar gider. Kafile, çevre yolundan Nevşehir-i Dilara’ya doğru hareket eder, Çat yolu Kavşağı’ndan Nar’ın özüne iner. Aksaray’dan Açık Saray’a macera devam eder. Buraya kadar gelmişken Sulusaray’daki Fakı Pınar’ından yahut Karaca Ören Mevkiindeki Fatma Ana Çeşmesinden nuş etmek isterler. Gâvur Kalesi geçilir, Ağcadam’dan Kabakköy keşfedilir. Etçil yoldaşların artık sabrı kalmamıştır.

Canavar, Deve ‘ye sıranın kendisine geldiğini işmam eder. Deve Hazretleri, naçar bir vaziyette kafilenin önüne atılır ve şöyle bir veda hutbesi okur: “Yâ ma’şeral hayevan! Ben ne oğlan everdim ne kız gelin ettim. İmdi bana bir fırsat verin ki; Bendeniz bir evlat mürüvvetinin heyecanını yaşayım, sayemde siz de bir bayrak/düğün yemeği yersiniz. Daha sonra beni afiyetle yersiniz.”

Tilki: “Bu düğünün sağdıcı/ bayraktarı kim olacak?” Canavar: “Eğer uygun görürseniz ben olurum.” Bunun üzerine deve meydana ıhar, canavar kafasına geçirdiği bir hicaz poşusu ile deveye biner. Kafiledeki bütün hayvanat aminci alayı gibi devenin peşine düşerler. Deve Hazretlerinin niyeti kafileyi Cuma namazı çıkışında Sultan Alaattin Kemer Cami önünde toplu yapılacak gelin alma duasında buluşturup Benî Âdem ile tanıştırmaktır. Öyle de olur. Düğün Seğmeni, Davulcu Damına varınca köy halkı şaşırır, ayağa kalkar. Köyün yaşlı kadınları gördükleri manzarayı kıyametin alameti olarak yaygara ederler. Öyle ya nerde görülmüştür canavarın deveye binip düğün alayı tertip edilmesini? Devenin üstündeki adamı kuduzun dalayacağını?

Herkesin gözü canavarın üzerindedir. Zaten Davarcıların canavara olan kin ve öfkeleri zirvededir. Canavarı sopalarla döve döve devenin üzerinden indirirler. Öldü diye bırakırlar. Seğmen tızzık- mızzık dağılmıştır. Canavar da kendini zarın zor güç bela Kayabaşı’na çıkarmıştır. Tırazın altında ikindin güneşinin karşısında kendi kendisine kızar ve şöyle teselli eder: ” Ulan Oğlum, başına gelen bunca musibet kendindendir. Buldun bir keçi, ye kıçı kıçı. Buldun bir koyun, ye oyun oyun. Buldun bir dorat, ye surat surat. Kendini ulema sanıp da Kufe’ye kadı mı olacaktın. Bırak arşivi ve kitabeyi başkaları okusun. Buldun bir deve, ye geve geve. Sonra el âlemin düğününden ve derneğinden sana ne! Sağdıç veya bayraktar olmak senin neyine. Bırak başkası olsun. Bak şu haline ölümle burun buruna geldin.”

Derken birbirinden habersiz kayanın üstünde otlayan oğlak pıskırınca ödünün koptuğunu zanneden canavar oğlağa saklandığı kayanın kovuğundan kısık ve ürkek bir sesle seslenir: “Ah seni eski halimle görseydim asla buna müsade etmezdim.” der ve gözlerini yumarak oracıkta ruhunu teslim eder. Maveradan Maceraya uzanan hikâyemiz burada hitama erer.

Saat on, yatağa kon. Sabah namazda Sultan Alaattin Yeni Camiinde buluşuyoruz. İyi geceler!

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.