Makam Koltuğu

Her hikâye bir doğumla başlar. Ve her doğum bir hikâyenin habercisidir. Çekilen onca sancının, uykusuz geçen gecelerin, mide bulantılarının, izlemlerinin, şeker yüklemelerinin, yorgunlukların ardından nihâyet beklenen yolcu geldi.
Elleri iki küçük yumruk hâlinde doğdu bebek. Acaba nedendi bu? Neye kızmış, neye hırslanmıştı da tor topaç olmuştu minik parmakları. Hemşire baş aşağı etti bebeğin beş-on saniyelik dünyasını. Daha hiçbir suç işleme kabiliyetinde olmayan bebeğin arkasına iki küçük şaplak patlattı. Ağlamaya başladı bebek. İlk ağlayışı doktorlar anneye, bebeğin ciğerine dolan havanın tahliyesi için gerekli, diye açıkladı. Belki de ilk ağlayış, ilk nefes alışın habercisiydi. Anne ise ilk ve son kez çocuğunun ağlayışına seviniyordu.
Bir hemşire hastane koridoruna çıkıp bebeğin babasına seslendi. “Nur topu gibi bir oğlunuz oldu.” Bu cümle, babanın ve bebeği bekleyenlerin kulaklarında yankılandı. Yüzler gülümsedi, kaslar gevşedi. Bebeğin ağlayışı herkesi güldürmüştü.
Bebeği eve getirdiler. Beşiği aylar öncesinden hazırdı zaten. Yatırdılar beşiğe. Bu onun ilk makam koltuğuydu. Ve makamın sahibi, makamının dörtte birini ancak kaplıyordu. Yeni makamında kabullere başladı bebek. İnsanlar gelip gidiyordu sürekli, makamı tebrik için. Hayırlı olsunlar, çiçekler, takılar, takımlar, agucuklar, gugucuklar, “hık demiş babasının burnundan düşmüşler.” havada uçuyordu.
O bebek büyüdü. Çocuk oldu. Sünnet olması için ikna ettiler. Evin köşesine yeni ve büyük bir yatak süslediler. Çocuğun makam koltuğu bu kez buradaydı. Yine makamı tebrik için geldiler insanlar. Takı taktılar. Dayılar amcalarla, teyzeler halalarla yarıştı. Çocuk ilgiden ve makamdan memnundu. Uzaktan kumandalı arabalar, papyon kravatlar, rugan pabuçlar havada uçuyordu. Havada uçan pabuçlardan birisi kimsenin kafasına düşmeden bu fasıl da bitti.
O çocuk büyüdü. Genç oldu. Üniversiteyi iyi bir derece ile bitirdikten sonra müdür olarak başladı daha ilk işine. Güzel bir makam koltuğu gösterdiler. Deri kaplamalı, iki yanda kol dayamaları olan gerçek bir makam koltuğu. Güzel bir makam odası ve bir de makam arabası da cabası. İnsanlar bu kez gelmediler. Çiçekler geldi bu kez, üzeri mesajlar yazılı. Genç müdür sevindi. Tebrikler, hayırlı olsunlar uçtu havalarda. Pek meraklıydı böyle şeyler havada uçmaya. Koltuğuna yaslandı. Orta şekerli bir keyif kahvesi istedi sekreter kızdan. Sonra tırmanacağı kariyer basamaklarını düşlemeye koyuldu.
O genç biraz daha yaşlandı. Kariyer sahibi bir bayanla birleştirmek istedi hayatını. Düğün salonunun ortasında buldu kendini. Bu vaktin modası, bir düğün tahtına oturttu iki genci. Bu kez üç-beş saatlik makam koltuğu, burasıydı. Yine tebrikler, kutlamalar, takılar, bir yastıkta kocamalar, havada uçuyordu. Yine kimsenin kafasına hiç bir şey düşmedi havada uçanlardan.
Genç, biraz daha yaşlandı. Adam oldu. Sokakta öğrendi adam olduğunu. Bir gün adres tarif eden bir kadın, bizim genci göstererek; “Bak şu adamın olduğu sokaktan içeri gir, ilk baştan üçüncü apartman.” Artık şu adam, diye işaret ediliyordu. İşte o adam biraz da tutunamayınca zamanın kaygan zeminine karşı, genel müdür iken emekliye ayrıldı. Artık deri kaplı makam koltuğu, özel odası, telefondan bir tuşa bastığında orta şekerli kahvesini kapıp getiren sekreter kız yoktu. Yıllarını verdiği şirketten, verimli çalışma koşullarımıza ayak uydurmanız mümkün değil, denilerek zorunlu emekliye sevk edilmişti. O adam, artık makam koltuksuz ve koltukları da makamsızdı.
Emekliler kahvesine ilişti adamın gözleri. Kıdemce hayli altında çalışan bir iş arkadaşını ile karşılaştı. O da emekliye ayrılmıştı. Tahta bir sandalye uzattı arkadaşı, “al yeni makam koltuğun, dercesine. Tahta sandalyeye baktı adam. Oturdu. Beşiği, sünnet yatağı, düğün tahtı, deri kaplı müdür koltuğu geldi geçti, gözlerinin önünden. Boş ver, dedi. Buna da şükür. Bu kez tahta sandalyeyi tebrik etmek için kimse gelmedi. Takılar, tebrikler, maşallahlar havada uçmadı. Havada uçmayan ne varsa adamın kafasına tek tek ve ahenkle düştü.
O adam çok yaşlandı. İhtiyardı artık. Hastalandı. Yere bir döşek serdiler. Makam koltuğu sayılır mıydı bu döşek? Vadesi mi doluyordu kim bilir? Yine koştu geldi insanlar. Tebrik yok, takı yok, hayırlı olsun yok. Havada kasvet, keder, gam uçuyordu sanki. Birkaç hissedar yüreğe düştü, havada uçanlardan. İhtiyar üşüyor gibiydi yatağında. Belli ki soğuk bir şeydi bu döşek. Oysa döşeğin yanındaki soba gürül gürül yanıyordu.
İhtiyar vefat etti. Musallada dört kollu bir makam koltuğuna son kez oturdu. Bebek, çocuk, genç, adam, ihtiyar… Herkes bir koltuk kapma telaşındaydı. Fakat bu koltuk bütün makam sahiplerinin son makam koltuğuydu. İmam efendi er kişi niyetine durdu namaza. Dünyaya geldiğinde bebeğin ağlamasına gülenler, ihtiyarın dünyadan gidişine ağlıyorlardı. Makam koltuğunu omuzladılar merhumun.
Herkes makam koltuğunu baş üstünde taşıyordu.