Kur’an ve Sünnet Ölçeğinde Eğitilmeyenlerin Ümmetin Vahdetine Olumsuz Katkıları

Kur’an ve Sünnet Ölçeğinde Eğitilmeyenlerin Ümmetin Vahdetine Olumsuz Katkıları

Rasulullah -aleyhisselam-’ın, bütünüyle namaz kıldığı bir gecede, fecirle birlikte selam verdiğinde ona; “Ya Rasulullah! Bu gece o kadar namaz kıldınız ki, daha önce böyle namaz kıldığınız görülmedi.” diye sorulunca şöyle buyurdu:

“Evet, o ümit ve korku namazı idi. Rabbimden üç şey istedim, bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden bizi, bizden önceki ümmetleri helak ettiği şey ile helak etmemesini istedim, bunu bana verdi.

Rabbimden, dışımızdan bir düşmanı bize galip getirmemesini istedim, bunu verdi. Bizi fırka fırka ayırmamasını (ümmetimin bir birine düşürülmemesini) istedim, bu isteğimi kabul etmedi.”

Rasulullah –aleyhisselam-’ın bu duası gereği, Muhammed Ümmeti, diğer ümmetler gibi “toplu helak” cezasına çarptırılmamıştır. Bu gün Lût kavminin işlediği cinsel sapıklık, birçok Batı ülkesinde baş tacı edilmektedir. Danimarka ve Hollanda gibi ülkelerde erkeğin erkekle, kadının kadınla evlenmesi resmen kabul edilmiştir.

Dışarıdan Değil İçeriden Yıkılan Ümmet

Yani Lût kavmine taş çıkartacak cinsel sapıklıklara rağmen, Yüce Allah toplu helakler vermemektedir. Aids gibi küçük çaplı dikkat çekici belalar verse de, Rasulü’nün bu duası gereği toplu olarak yerle yeksan etmemektedir.

Yine bu ümmet, harici düşmanlar tarafından yok edilememiştir. O kadar haçlı seferleri yaptılar, Moğol saldırıları gerçekleşti. Birinci Dünya Savaşı’nda Müslümanları yok etmeye çalışan emperyalist güçler, İzmir’den denize döküldüler ve Çanakkale’yi geçemediler. Yani Rasulullah -aleyhisselam-’ın bu duası gereği, ümmetin kökünü kazıyamadılar.

Fakat Peygamber Efendimizin Rabbinden isteyip de Rabbinin reddettiği, ona söz ve garanti vermediği “Bu ümmeti fırka fırka ayırarak, şiddet ve terörlerini kendilerine dönük yapmaması, onları birbirine düşürmemesi” talebine Rabbi icabet etmemiştir. Aksine bu durumu, tabiat kanunları ile sosyal kanunlara ve sebep-sonuç ilişkisi kanununa bırakmıştır.

Ümmet bu noktada kendi haline bırakılmıştır. Allah, bu ümmeti hiçbir şeye zorlamamış, bu konuda ona ayrıcalık tanımamıştır. Eğer ümmet, Rabbinin emrine, Rasulü’nün talimatlarına, kitabın çağrısına uyarsa, sözü bir olur, safları toplanır, izzet ve güç kazanarak egemenliği ele alır. İslam’ın kendisinden olan beklentisini gerçekleştirir. Yok, eğer ümmet, insan ve cin şeytanların çağrılarına ve nefislerin hevalarına uyacak olursa, yollar onu ayırır, dağıtır.

Vahdet, Kur’an ve Sünnet’le Gerçekleşir

Ümmetin fırkalara ayrılarak dağılması ve kimilerinin kimilerine musallat edilmesi, kıyamet gününe kadar bütün zamanlara, bütün mekânlara ve bütün hallere şamil, kaçınılmaz, daimî ve genel bir durum değildir. Şu zikredeceğimiz Kur’an ve Sünnet buyrukları hayata geçirildiği zaman ümmetin vahdeti gerçekleşecektir:

“Toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Ayrılığa düşerek fırka fırka dağılmayın.”

“Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra ayrılığa düşerek dağılan ve ihtilaf edenler gibi olmayın. Ümmet birliğini bozanlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.”

“Dinlerini parça parça edip kendileri de fırka fırka olan müşriklerden olmayın. Bunlardan her bir grup, kendi yanındaki ile övünüp sevinç duyar.”

“Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da gücünüz gider.”

“Şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”

“Ve işte sizin bu ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse benden korkup sakının.”

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnızlığa terk etmez, kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da onun bir sıkıntısını giderir.”

Üstünlükte Yarışmak Men Edilmiştir

“Sizden biriniz, kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olmaz.”

“Birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin/ dargın durmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun!”  Öyleyse anlaşılmaktadır ki, bu talimatlara uyulduğu zaman, ümmet tefrikaya düşmeyecektir. Eğer, ayrılığa düşerek fırka fırka dağılma genel, daimî ve kaçınılmaz bir kader olmuş olsaydı, bu emir ve yasaklar abes olurdu. Çünkü bu durumda ayet ve hadisler, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeyi emretmiş ve kaçınılması da imkânsız olan bir şeyden men etmiş olacaktır. Bu da abestir. Allah ve Rasulü de abesle iştigalden münezzehtir.

İşte neslinizi bu İlahî ve Nebevî talimatlara, diğer bir ifade ile Kitap ve Sünnet’e göre yetiştirmezseniz, ümmetin vahdetine olumsuz katkılarda bulunan, tefrika üreterek birliği bozan, ölçü tanımayan, başıboş ve problemli bir nesil vücuda getirmiş olursunuz. O zaman da birlik yerine tefrika, kardeşlik yerine düşmanlık ve dayanışma yerine vurdumduymazlık alır başını gider.

İslamî Hizmet Kimsenin Tekelinde Değildir

Bunun neticesi olarak da, İslam’a hizmeti sadece kendi tekellerinde gören, herkesin kendileri gibi olmalarını dayatmaya yeltenen hastalıklı bir ruh haline sahip mutaassıb, fanatik ve asabi bir nesil, başınıza bela olur.

Şu iyi bilinmelidir ki, taassup meselesi halledilirse kardeşlik ve Müslümanların vahdeti meselesi de çözülür. Çünkü tefrikanın ana sebebi asabiyettir. Yani takva dışında herhangi bir şeyi üstünlük ölçüsü olarak almaktır. Mesela grubunu, cemaatini, mezhebini ve meşrebini üstünlük ölçüsü kabul etmektir.

Hâlbuki Müslümanlar, denizde buluşabilmek için dağların yamaçlarından akan küçük su arkları gibi, önce renk tonları birbirlerine yakın olanlar bir araya gelerek “cemaat arkları” oluşturmalı, sonra bu birliktelikleri ırmağa dönüştürmeli ve denizde/ ümmette buluşmalıdır. Müslümanlar bir cemaate mensup olurlar fakat cemaatçi olamazlar, olmamalıdırlar. Cemaat, İslam’ı hayata hâkim kılmada bir araçtır, amaç değil. Biz, insanları bu araçla İslam’a çağırırız.

İşte bizler İslamî bir hizmette yer alırken, inhisarcı ve bencil bir tavır sergileyemeyiz. Diğerkam ve paylaşımcı olmak zorundayız. “Her şeyin iyisini biz yaparız” veya “Bu işte biz olursak ancak sağlıklı sonuç elde ederiz.” Ya da “Ancak bizim cemaatimizin hizmetleri hak ve doğrudur, bizim dışımızdakiler yanlış yoldadır, bizim en kötümüz, sizin en iyinizden iyidir.” gibi bencil tavırlar ve inhisarcı anlayışlar, hem kendi içimizde hem de diğer İslami hizmetlerdeki Müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimizde soğuk rüzgârlar estirir.

İslam Asla Sahipsiz Kalmayacaktır

Kendilerini “vazgeçilmez” zannedenler ve onlar olmadan işlerin yere kapanacağını sananlar unutmasınlar ki, İslam davası kişilere ve gruplara endeksli değildir. Rasulullah aleyhisselam, ahirete irtihal edince nasıl bu dava sahipsiz kalmamışsa, bugün de kalmayacaktır, yarın da.

Bütün bu anlayışlar, Kitap ve Sünnet’teki ümmetin vahdeti ile ilgili buyrukları içimize sindirip bilinç haline getirerek hayata yansıtamadığımızdan kaynaklanmaktadır.

Kitap ve Sünnet’in eğitim tezgâhından geçmiş olanlar her hizmet grubunun, ümmetin kendisi değil, bir parçası olduğunu iyi bilirler. Dolayısıyla kendini ümmet bütününün bir parçası gören hizmet grupları, kardeş gruplara karşı bencil ve inhisarcı bir tutum sergileyemezler. Onlar yine bilir ki, tevhid; itikadî bütünlüğün karşılığı iken, şirk; itikadî parçalanmışlığın adıdır. Vahdet de, toplumsal bütünlüğü ifade ederken, tefrika da sosyal parçalanmışlığın ismidir.

Yani tevhidi parçalarsanız itikadî şirke girersiniz, ümmetin vahdetini parçalarsanız, tefrika dediğimiz sosyal şirke düşersiniz. Tefrika, kin ve düşmanlık temeline dayanan ayrışmadır. Farklı yolları kullanarak hizmet üretmek ise, hayırda yarışmaktır, tefrika ile ilişkisi yoktur. Bu sınırı iyi muhafaza etmek gerekir.

Her Rengin Kendine Ait Özellikleri Vardır

İslam’ın genel çerçevesi içinde kalmak kayıt ve şartıyla, hizmetlerdeki bu farklılık gayet doğaldır. Bunlar renk tonu farklılıklarıdır. Her rengin kendine özgü güzellikleri vardır. Bize düşen bu güzelliklere gölge düşürecek enaniyet/ bencillik ve haset yarışı içine girmemektir.  İslamî vahdet, herkesin aynı cemaat çatısı altında bir araya gelme zorunluluğu demek değildir.

İnsanları tek tipleştirmek, Yüce Allah’ın yarattığı farklılıklar dünyasında, insan fıtratına taşıyamayacağı yükü yüklemek olur. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a giden yolların farklı olabileceği şöyle ifade buyrulur: “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah, iyi davrananlarla beraberdir.”

Ayette “yolumuza” demiyor, “yollarımıza” diyor. Bu ifade de gösteriyor ki, Allah’a giden meşru birçok yol vardır. Bu yollardan kendi ruhuna uygun olan bir yolu seçenler, başka kulvarları kullananlara tepeden bakamazlar, hased ve kin duyamazlar, inhisarcı bir tavır sergileyemezler.

İşte Kitap ve Sünnet kaynaklı bu gerçekleri, eğitim programlarımıza alarak yeni nesiller yetiştirirsek, ümmetin vahdetini yeniden inşa edeceğimizden kuşkumuz olmasın.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.