Kur’an Okuma Geleneğimiz

Sonradan hidayete erenler ya da tevbe ederek sırat-ı müstakim’e avdet edenlerin Kur’an’a bakış açıları ile muhafazakâr çevrelerde yetişenlerin bakış zaviyeleri birbirinden çok farklı. Kerîm Kitabımızla sonradan tanışanların, değerli bir hazine bulmuşçasına Kur’an’dan istifade etmeye daha çok meyilli oldukları bilinmektedir. Diğer taraftan geleneksel Kur’an okuma âdetini sürdürerek, formel bir saygı ve koyu bir sahiplenme dışında hiçbir etkinlik göstermeden Kur’an’a hala mesafeli duranların oranı azımsanamayacak kadar çoktur.
Münib Engin Noyan “Kur’an Günlükleri” kitabının doğuş hikâyesini (özetle) şöyle anlatır: ‘Bir dost meclisinde söz dönüp dolaşıp mübarek Kur’an’a gelmiştir. Gayriihtiyarî o andaki konuya ve ortama pek uygun düşen bir notu hazirûna aktarmak için heyecanlandım. Aydınlanma notları olarak tutmaya çalıştığım “Kur’an Günlükleri”ni çantamdan çıkartınca dostlarım nedense pek şaşırdı. Onların şaşırması beni taaccübe sevk etti. Şaşırdığım diğer bir husus ise, sohbet meclisindeki herkesin (ki onların hepsi de Kur’an uzmanı idi) yani Kur’an’la amel etmeye gayret eden, Kur’an ehli insanların Kur’an’la ilgili herhangi bir not tutmuyor olmaları olmuştur.[1] ‘(Münib Bey Kur’an’la ilgili okuma notlarından hareketle, Kur’an Günlüğü-I, Kur’an Günlüğü-II, Kur’an Günlüğü-III ve Herkes İçin Kur’an Okuma Rehberi adlı eserlerini okuyucuların istifadesine sunmuştur.)
Münib Engin Noyan’ı şaşırtan tutum günümüzde hala gerçekliğini korumaktadır. Malesef bu konuda gelenekleri bir türlü aşıp yeni adetler ortaya koyamıyoruz. Bundan dolayı ortaya karmakarışık bir Kur’an okuma geleneği zuhur etmektedir.
Her gün ayetlerin metnini ve tefsirini okuma, anlama ve anlatma ideal olanıdır. Bunu yapan insanlar vardır. Akademisyenler, din görevlileri, sohbet ehli insanlar, öğretmenler ve kimi esnaf bu alışkanlığı edinmiş durumdadır. Ne var ki Kur’an’la hemhal olma mevzuunda henüz yeterli düzeyde olmadığımızı inkâr edemeyiz.
İşin daha kötü tarafı ise, son dönemlerdeki Kur’an’a bakış açımızın, bin yıllık gelenekselleşmiş Kur’an okuma alışkanlığını da geri plana itmeye başlamış olmasıdır. Sekülerliğin etkisi ile olacak, zaman zaman Kur’an okumayı dünyevi heveslerimize alet ettiğimiz bir vakıadır. Bu hakkımız mıdır? Cevap verebilmek için, tabi ki Hz. Peygamber’in Kur’an’a bakış açısını iyice bilmek gerekir.
İctimai dürtüler kimi hakikatleri nasıl kendine göre değiştirebiliyor? Biz, bunun cevabına dikkat çekmek için bazı ilginç gerçekleri bir nebze gözler önüne serelim istedik. Bugün gerek ideal manada Kur’an okuma ve anlama gayretleri, gerekse geleneksel okuma çabaları gençlerimiz arasında ilgi uyandırmama tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yani, Kur’an okunsun da ister geleneksel tarzda olsun, ister ideal manada olsun diyecek günlere mahkûm olacak gibiyiz. Bu olgunun peşi sıra göz ardı ettiğimiz ve göremediğimiz Kur’an ile ilgili toplumsal kullanımlara da birer nimet olarak işaret etmek kaçınılmaz olmaktadır.
Kur’an’ı Ramazan ayında hatim yaparak okumayı sürdürmekteyiz. Ramazan dışında birçoğumuzun hatim geleneği oluşmamıştır. Belli bir oranda her gün Kur’an okumanın gerekliliğini anlata anlata Kur’an’sız günler gelip geçiyor. Yazık bize! Temel, yetmişine merdiven dayadı; lakin bildiği dört dua asla değişmedi: Bir Fatiha üç İhlâs!
Beş vakit namazlarımızın, şampiyon zamm-ı suresi açık ara ile Kevser ve İhlâs suresidir. Yıllar var ki cemaatle kıldığım namazlarda Alak suresini tam olarak dinlemek nasip olmadı! (Hatimle kılınan teravihler de bize denk gelmedi demek ki.) Neden acaba!
Hz. Peygamber’in sekeratü’l mevt halindeki insanlara okuduğu Yasin suresi Türkiye’de ek olarak mezarda ve taziye evlerinde de okunmaktadır. İmam-ı Şafi’nin “Sadece Asr suresi inseydi bile dini anlatmaya yeterdi.” demesinden midir nedir, Asr suresi halk arasında anlamı en çok bilinen sureler arasında başı çekmektedir. Sohbetlerden sonra Asr suresi kıraati çok revaçta. Ne güzel!
Efendimizin “Kur’an’ın üçte birine denk” dediği İhlâs suresi sanki yanlış anlaşılıp matematiksel basit hesaplarla Kur’an hatmi yerine ikame edilmeye çalışılmaktadır. (Olmaz! İhlâs’ı kaç defa okursanız okuyun hatim olmaz! Boşuna uğraşmayalım. Anlamını kavramaya gayret edelim.)
Nasreddin Hocamız, arkadaşının, şaka olsun diye sofraya getirmediği çok sevdiği inciri, kıraatine başladığı Tin suresinin “ve’t tini” bölümünü atlayıp, direk “ve’z zeytuni” bölümünden devam ederek, arkadaşına hatırlatmıştı. (Arkadaşı hocam “tîn”i unuttun dediğinde rahmetli hemen taşı gediğine kondurmuş ve “Esas sen unuttun!” demişti. Bunun üzerine arkadaşı inciri sofraya koymak zorunda kalmıştı. Yaşayan Kur’an’a güzel örnek.)
Âlimlerimize şükranlarımızı sunuyoruz ki, yemek duasından sonra, hatim duasının nihayetinde, nikâh merasimi peşi sıra yapılan duanın akabinde, aşr-ı şerif okuduktan sonra “el fatiha” demişler. Ya “el Bakara” deselerdi!.. Halimiz nice olurdu! Günde kırk defa okumasına rağmen anlamını öğrenmemek için direnen mü’minlere Fatiha suresi ahirette ne diyecek merak ediyorum. “Muavizeteyn” sureleri namaz kılanların ve kılmayanların yatarken en çok okudukları sure olmaya devam ediyor, çok şükür. Namaz kılmayanlar iki surede de geçmekte olan “Rab” kelimesinin ne demek olduğunu inşallah düşünürler.
Anlatırken hala “Allahü lâ” (Böyle demek yerine Allahü la ilahe illa” şeklinde ifade etmek gerekiyor.) diyerek anlatılsa da âyetel kürsi yücelik ve ihtişam imajını zihinlerde sürdürmeye devam ediyor. Fetih suresi son dönemde okunması en yaygın surelerden biri oldu. Sınavlara girecekler, kız istemeye gidecekler, ameliyat olacaklar, siyasi krizi atlatmak isteyenler hemen “Fetih” okumaya gayret ediyor ve okunmasını dostlarına tavsiye ediyorlar. Sevindirici bir durum. Olsun, bir gün gerçek maksat için de okumalarına başlangıç olabilir. Zor işlerin üstesinden gelmek için “Fetih” okuyanlar, işlerin üstesinden geldikten sonra nedense “Nasr” suresini okumayı bir türlü akledemiyorlar. Sözüm ona zaferlerini Kur’an’sız kutlamak istiyorlar. Va esefa!
Bakara suresinin son iki ayeti günü kapatırken; Haşr suresi 20-24. ayetleri günün açılışını yapmaya devam ediyor elhamdülillah. Ve hala “amenerrasülü” ve “hüvallahüllezi” olarak biliniyorlar. “Bismillahi mecraha ve mürsaha inne rabbî le gafurur-rahim” ayeti arabasına binenlerin besmeleyi okuduktan sonra akıllarına ilk gelen ayet olmayı sürdürüyor. Ne mutlu! Babalarımız, annelerimiz sinirlendiğinde “la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” demeyi bir türlü terk edemediler. Darısı kızlarımız ve oğullarımızın başına.
Hey, evladım! Bak senin hocan hayret edilecek bir durumla karşılaştığında “sübhanallah…” diyor. Benzer bir manzara gördüğünde “My God…” demek sana yakışıyor mu! Yeni binalarda, apartmanlarda çeyrek yüzyıl öncesinde okuduğumuzماشاء الله yazısını görememek gerçekten üzücü. Her hangi bir iş yapmaya karar verip “ إن شاء الله ” yaparım diyenlerin sayısı çok şükür yine fazla.
[1] Münib Engin Noyan, Kur’an Günlüğü – I, s. 8