Körük Üfüren Dost

Körük Üfüren Dost

İman nasıl ki her daim attığımız adımın dahi hesabını tutmamızı, ettiğimiz sözün ve dahi gönlümüzden geçen her hissin bile terbiye ile bir nizama sokulmasını emrediyor. Aynı suret ve niyetle, ilişki kurduğumuz her insanla aramıza belli çizgiler çekmemizi ve her ilişkinin tıpkı Efendimiz aleyhisselamın riayet ettiği gibi, din ve mantık ekseninde, yere sağlam basan kolonlar üzerine inşa edilmesi gerektiğini bize telkin ediyor. Zira rayından çıkmış ve birlikteliğin yalnızca malayaniyi ve kavl-i şeytaniyyeyi nemalandırdığı bir arkadaşlığın, fertlerin hayatında gerek toplumsal adaptasyonu gerekse psikolojik baskılar ile şekillenmiş kişiliğin tedavisini ne denli olumsuz etkilediğini görmeye göz dahi lazım değildir. Samimiyetin, dini yükümlülükleri ve öz saygıyı zedeleyecek seviyede tutulması ve laçkalaşmaya yüz tutmuş muhabbetlerin onulmaz çekiciliğini tetiklemesi ve hak kelamını ilga edici özelliği, aslında bunun ne denli ince bir çizgi olduğunu ispat niteliğindedir.  Asr-ı saadet öğretisinin de temelini barındıran isar ve diğerkâmlık gibi arkadaşlığın ve yoldaşlığın en kâmil notasında duran sahabe dahi hak ilga edilmeye yüz tuttuğunda birbirlerini Allah’ın adı ile düzeltmiş ve gerekseydi kılıçla dahi düzeltmeye hazır halde idiler. Mevzu adalet olduğunda arkadaştan öte evlatlarını dahi kadı’nın huzuruna bizzat kendi elleri ile getirmişler, eğer haksız kendileri ise kul hakkından korktukları kadar hiçbir şeyden korkmamışlar ve şeriatın verdiği her hükme razı olmuşlardır.  Bu insanlardan kimisi ikinin ikincisi olmuş kimisi peygamberin ağzından övgü ve makamlara layık görülmüş, kimileri ise hicret ettikleri yerde, ömürlerinde hiç görmediği insanlar tarafından coşkun bir aşk ile misafir edilmiş ve nice vakit “kardeşimdir” denilerek elleri toprağa dahi değdirilmemiştir.

“Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45; Ebû Dâvûd, Edeb, 16)  buyurarak arkadaşında gördüğün her kusuru aslında senin üzerinde yürüdüğün bir yol kabul eden ve kavlî ve amelî çeşitli müdahaleleri dostlar arasında mubah kılan Efendimiz aleyhisselam,  bu dehlizde kulaç atacak her mü’minin kaderinin özde kendi boynuna, madde dünyasında arkadaşının boynuna bağlanıp “hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” buyurularak yürünecek yolun yine cemiyet ile yürüneceğini ve sorumluluklarımızın bir ümmet dolusu yoldaş kadar olduğunu beyan etmiştir.

Tek dişi dahi yozsuzluğundan toprağa karışmış medeniyet bozuntusu seküler anlayışın, kurulmuş bağları pamuk ipliğinden örüp canı isteyince geçmişe gömen ve yozu ıslah için efor sarf etmesi gereken yerde dönüp kaçmayı telkin eden fikirlerini, vehn’e kapılmadığından zaten yerin dibine gömmüş ve evinin, dostunun ve “neredeyse mirasçı” komşunun adının dahi bilinmediği ve otonomik ve bireyselci alemi kendine şiar edinmiş kültürlerden arınmış Müslüman aklını, yolda yürüdüğü arkadaşının her haliyle hallenip onun yürüdüğü yolu, tıpkı kendi yoluymuş gibi safiyetini korumaya özen gösterirken görürüz.

Allah’ın nuru ile bakan Mü’min daima basireti ve feraseti açık halde ve baktığı şeylerde o şeylerin özünü ve hikmetini görebilen bir konumdadır. Lakin nice dünyevi sebep zaman zaman bu fıtrî bakışların akıl ve gözlerimizden kaybolmasına ve nazar ettiğimiz insanlardaki onulmaz kusurların bize dahi sirayet etmesine sebep olabilir.

“İyi arkadaşla kötü arkadaş misk taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın!” (Müslim, Birr, 146; Buhârî, Sayd, 31)

Bu kokular bazen öylesine kuvvetle bağırır ki yine de basiret ve ferasetten nasip alamamış yahut türlü sebeplerle bundan mahrum kalmış Müslümanlar bu hasletlerin kara kokularını duyamaz ve nice vakitleri birlikte öldürdükleri arkadaşları ile o tarikin bir parçası oluverirler. Okumanın, tefekkürün, zikir ve duanın ve dahi ibadetin ömürlerden silindiği ve kimi zaman imanın dahi yaydan çıkmış bir ok gibi benliklerden uzaklaştığı zamanlarda işte bu dostluklar öyle tökezleyici olur ki ancak uzun müddet sonra “neredeydim, şu an neredeyim” sorusunu kendine sordurur. Her akil Müslüman gibi, gönlümüze düşürmemiz gereken sevgileri daima imanın terazisinde tartmalı ve bir anda yoldaşlarının etkisiyle düşünce dünyası ilimsiz ve akılsız felsefelerle şekillenmiş bedbahtlardan olmamalıyız ki kalplerimiz de bu karartılardan nasiplenmesin.

“Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, el-Câmiu’sĞSağir, 1, 24)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.