Kör Müsün Kardeşim!

Kör Müsün Kardeşim!

 

Bir gece vakti, odanın ışığını kapatsan, ne görürdün? Hiç, değil mi? Sadece karanlık! Hatta belki de için ürperdi! Hele bir de karanlık fobin varsa! Ya bir de karanlıkta belli belirsiz cisimler görsen, dokunuşlar hissetsen, ne düşünürdün? Ya da öyle olduğuna dair kaygıların olsa ve bu kaygılarını da yönetemiyorsan… Gerçekten, nasıl bir tepki verirdin? Peki, verdiğin tepkiler sağlıklı olur muydu? Verdiğin tepkilerin kontrolü sana ait olur muydu? Aklıselime uygun olabileceğini düşünür müydün? Bu örnek olaydan yola çıkarak şöyle bir sonuca varmak mümkün olabilir. Eğer duygu ve düşüncelerimiz bir şekilde bizim kontrolümüzde değilse ortaya çıkan davranışlarımızın da istediğimiz gibi olamayacağıdır. Ya da kişiler, baskı ve zulümlere maruz kaldığında verdiği/vereceği tepkilerinin çerçevesini çizmek hayli zorlaşacaktır.

İşte, duygu ve düşünce dünyamıza etki eden anlık ya da süreli baskıları ve etkileri, sağlıklı bir şekilde yönetemediğimiz zamanlarda, ortaya sorunlu bir davranış ve davranış kitlesi çıkıyor. Tarihin akışı içerisinde de böyle durumlar epeyce olagelmiştir. Baskı altında doğruyu eğip büktüklerini, zulme rıza gösterip adaletten ayrıldıklarını, baskıyı bertaraf etmek yerine baskı yapanın isteği doğrultusunda, doğru olandan vazgeçmeyi yeğleyen bazı milletlerin varlığını biliyoruz en azından. Buna rağmen böyle bir sistemi kabul etmeyen ancak zulme de dayanamayıp/direnemeyip silinen veya mücadele enerjisini bir sonraki nesillere aktarmadığından/aktaramadığından bir şekilde bertaraf olan nice nesiller de maalesef azımsanamayacak sayıdadır. Bunun sonucu olarak insanlar ya körleşip edilgen bir insan profilinden öteye geçememiş ya da dünyevileşip uğruna mücadele etmesi gereken değerlerin karşında bir duruş sergileyerek, mücadelesini o yönde vermeye başlamıştır. Bu baskı ve zulme rağmen direnenler de elbette olmuş ve olmaya devam edecektir. Zaten davalar da bu yüce gönüllü, mücadele gücünü kendinde gören insanların omuzlarında yükseleceği izahtan varestedir.

Hakikate kör bir nesil ister misin?

Şu bir gerçek ki, erki elinde bulunduranlar, sahip oldukları bu güçle zalimleşip, gücünü zulüm aracına dönüştürdüklerinde, kendisine tabi olanların/olması gerekenlerin sağlıklı düşünmelerini de ellerinden alırlar. Malumdur ki doğru davranışlar, belirli bir alt yapının ve şuurun göstergesidir. İnsanların sağlıklı düşünebilmesi ve kararlar alabilmesi için özgür olması ve iradelerinin boyunduruk altına alınmamış olması esastır. Ne zamanki erki elinde bulunduranlar bu gücü baskı aracına çevirdilerse orada hakikate karşı kör bir nesil ortaya çıkmaya başlamıştır.

İnsan, iki şekilde bir başka insanı helake sürükler. Ya elindeki gücü kötüye kullanır helake sürükler ya da elindeki güçle zulmü engellemez, şu halde yine helake sürükler. İnsan eğer ki kendini kontrol edemezse elindeki güç zulme dönüşür ve zulüm de onu ve sorumluluğu altındakileri körleştirir. Körleşen insanın bir değer üretmesi mümkün müdür? Adil davranması, hakikati görebilmesi, hakikate aracılık yapabilmesi mümkün müdür?

Rollerimiz biz ne söyler?

Düşünelim şimdi hayattaki rollerimizi? En baştan insanız, belki de devlet yöneticisi, anne-baba, evlat, dede-nine… Belki de şöyle önemli bir yer de makamımız vardır. Hiç biri olmasa bile belki de mal ve paramız vardır. Olur ki öğretmeniz, asker, polis, doktor, avukat, esnaf, işçi, memur, patron vs. çoğaltmak mümkün. Elimizde var olan imkânlar çerçevesince, sorumluluğumuz altındakilere ne yapıyoruz ya da yapmamız gerekirken neleri yapmıyoruz. İkisi de ihmal değil midir? İkisi de Allah katında bizi sorumlu kılmaz mı? Unutmayalım ki bizler hak ve hakikate karşı körleştirdiğimiz insanların hesabını vereceğimiz gibi gözlerini açmaya çalışana yardımcı olmadığımız ya da gözlerini açtırmak için çalışmadığımız insanların da hesabını vereceğiz. Haydi, şimdi tekrar soralım mı kendimize, hakikaten benim aracılığımla insanlar inançlarını, davalarını, şuurlarını, ışıklarını mı kaybediyorlar yoksa gözlerinde bir mücadele enerjisine, yüzlerinde de bir nura mı kavuşuyorlar. Sor sor, çekinme, üşenme kaçma, sor bu soruyu kendine!

Her rolün getirdiği bir sorumluluk ve yetki alanı vardır. Biz bu sorumluluk ve yetki alanımızla ilgili gerçekten kendimizi soruyor ve sorguluyor muyuz?

Öğretmen olarak kaç kişinin hayallerini çaldık çatık kaşlarımız ve sert dilimizle ve belki de ağır ellerimizle! Sadece bu mu? Peki, halini hatırını, derdini sormamız, desteklememiz gerekirken yanında olmayıp kaybettiğimiz talebeler… Soralım bir kendimize kaç talebeye ışık olduk, kaç talebenin ışığını aldık.

Anne-babayız belki de sorduk mu hiç kendimizde evladımız hakkında gerçekten, doğumundan itibaren onun Allah ile tanışması adına neler yaptık? Bir matematik, bir fizik kadar değeri olmadı mı yoksa ahlaklı olmasının?

Devlet kademesinde çalışan bir makamız. Peki, uçup kaçmadan, ayakları yere basan bir soru sorayım mı? Kanuni olarak elinde yetki varken hangi siyasi, ekonomik ve sosyal rant için Allah adına kullanmadın o yetkiyi? Hangi insanı ortaya koyduğun ürünlerle, projelerle dünyevileştirdin, hakikatten azade kıldın? Düşün bakalım. “Ama” dediğini duyar gibiyim, “ama”ların gerçekten Allah katında seni temize çıkaracak mı, düşündün mü hiç?

İşveren misin? Elinin atında bulunanların maddi-manevi haklarına sahip çıkabildin mi yoksa baskı ve zulümle kendine kul-köle mi eyledin? Rızkını helalinden kazanmak isteyen çalışanına karşı vazifeni yerine getirdin mi, sordun mu hiç kendine? Nasılsa bana muhtaçlar diyerek baskı ve zulüm ile kör birer insan mı ürettin? Sor bir kendine?

Siyasetle mi uğraşıyorsun? Milletinin sevabını günahını ne kadar düşünüyorsun? Onların her yapıp ettiklerinden sana da bir sorumluluk var, biliyorsun değil mi? Ülkenin evlatlarını özgürleştirip hakka ve hakikate mi uyandırıyorsun yoksa baskı ve zulmünle, eline aldığın anayasal kırbaçlarla, halkını körleştirip, dünyalık bir meta haline mi dönüştürüyorsun? Unutmayasın ki, sana da bir gün hesap sorulur!

Hangi zihniyetin borusunu öttürüyorsun, farkında mısın?

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Şu bir gerçek, dünya sevgisine dalanlar, daldıkları dünyada boğulurlar, boğulurken de boğarlar. Dünyevileşmenin önünü açanlar, insanların yaşamlarından bu hastalığın panzehrini kaldıranlar, bu kötüleşmeden mesul değil de, nedir? Bunun sonucu olarak dünyaya değer vermeye başlayan insanın mikyası da dünya ve dünyevi değerler olur. Dünyevileşme sonucunda kişinin mevcudata ve olaylara bakış açısı da değişir. Sağlıklı bir pencereden bakamaz. Düşünün bir kere, yedi nesil dedesinden beri dine, güzel ahlaka, vatana, millete düşman olup da o parti senin bu dernek benim ortada gezenlerden hangi konuda Allah rızası için adil ve sağlıklı bir karar almasını bekleyebiliriz. İşi gücü kokuşmuş dünyevi düzenin devam etmesi için çalışan birinden nasıl olur da hakka ve hakikate, adalete uygun bir karar beklersin. İşte bu zihniyet bir şekilde bazı makam ve mevkilere geldiğinde hiç gözünü kırpmadan, kendi zihniyetine uymayanları ötekileştirmiş ve onları baskı altına almıştır. Bu baskı ve zulümler her ne kadar bazı kimseler tarafında ret olunmuş ise de herkes tarafından, kendi iç dünyasında ulvi bir dava olarak tebdil ve tahvil olunamadığından mütevellit, bu baskı ve zulme uğrayanları ya sükûtu hayale gark eylemiş ya da istemli-istemsiz boyun eğmeye icbar eylemiştir. Peki, şimdi sorarım size, icbar olunan bu zihinlerden ortaya çıkan hangi aksi sedalar bu dünyaya Allah’ın halifesi olan insanı, Allah adına hâkim kılabilir. Hangi insanı mükerrem ve müşerref kılabilir.

Lütfen, iyi düşün!

Kıymetli okuyucu ne demek istediğimi lütfen iyi anlamaya çalış, anlamlandır. Zihninizde canlandırın. Piyango parasından hayr olmaz, bu parayla cami, okul vs. yaptıramazsın, kabul olmaz, idrar suyu da su olmasına rağmen abdest olmadığı gibi. Sizler bizler, tabi olduğumuz yere ve zihniyete göre hareket ederiz ve yargılanırız, istesek de istemesek de. O halde sağlıklı fikirlerin ve nesillerin neşvünema bulabilmesi için sorunu kökten çözmek elzemdir. Calibi dikkat olan bir benzetmedir ki suyun kaynağı temizse eğer suyun aktığı sonraki yerlerinden de o suyu rahatça içebiliriz. Su ne kadar berrak ve leziz ve dahi nezafetli olsa da içine pis su karışan bir akardan testimizi dolduramayız/doldurmayız, öyle değil mi?

Yetkiyi elinde bulunduranlar, insanları baskı ve zulüm ile dünyevileştirebilir ya da insanları icbari yöntemlerle düşünme sistemlerini elinden alabilir. O zaman da insanlar ya doğal olarak kendileri körleşir ya da zorla körleştirilmiş olur. Şu halde yazımızın başına dönecek olursak ışığı kapalı bir odada kalan insan metaforuna, bu tip bir insanla sağlıklı bir tavır, davranış ve düşünce sistemi ortaya konulabilir mi, itidalli bir nizam tesis edilebilir mi? Eğer böyle olursa, nesilleri uyuşturmuş olursunuz. Merhum Zarifoğlu’nun dediği gibi “Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslümanda değil cihat etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?”

Peki, baskı ve zulüm ile bir şekilde körleşenler, hakikati göremeyenler/gördürülmeyenler ya da baskı ve zulmü bertaraf edip de kendini bu cendereden kurtaramayanlar ya da kendisini kurtarıp da nesillerine etki edemeyenler ile nasıl olur da bu dünyayı Allah adına yönetecek bir kabiliyet, bir cesaret ve bir dava şuuru bulabilir ve bekleyebiliriz? Bu soruya hepimiz başta nefislerimizde olmak üzere, cevap aramalıyız.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.