Kimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime – ilkadim DergisiKimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime – ilkadim DergisiKimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime – ilkadim DergisiKimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime – ilkadim DergisiKimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime – ilkadim Dergisi

Kimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime

Kimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Halime

‘Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olurmuş’ denir, o halde sadece perşembe gününü bilenler yani çarşamba hakkında fikri olmayanlar hiçbir zaman aşina olamayacaklar perşembeye, ta ki çarşambayı yaşayanlardan çarşambayı dinlemek ya da çarşamba hakkında araştırma-okuma yapmak akıllarına gelinceye kadar. Bu zahmeti göze almayanlar için elbette tarih tekerrürden ibaret olacak ve aynı şeyleri farklı kişiler aynı şekilde farklı zamanlarda tekrar tekrar yaşayacak, ibret almayan ibret olacak. Geçmişi bilmeyen geleceğini de kuramayacak.

Ay son 70 yılın en büyük haliyle arz-ı endam etti geçen gecelerin birinde kendisini. Ondan önceki gece bulutluydu hava ve ay küçük bir parçasını bile esirgemişti gözlerimizden oysa. Şu an ise ince bir çizgi halinde ay, sanki 20 gün önce gözlerimizi, gönüllerimizi parlaklığıyla aydınlatan, bizlere kendini sıra dışı büyüklüğüyle hatırlatan o değilmiş gibi. Ayı sadece bulutlar ardında gören ve ay hakkında hiçbir araştırması olmayan, malumatı bulunmayan birisi ayı nasıl tarif eder? Peki, ayı sadece son 70 yılın en parlak ve büyük haliyle temaşa eden birisi ayı nasıl anlatır gelecek nesillere?

Ay Allah’ın işaretlerinden bir işarettir, Hz. Peygamber’in her halini sevdiği ve bazen sırf onu seyretmek için dışarı çıkıp gökyüzüne baktığı ve gördüğünde Allah’a dua ettiği hatta zaman zaman konuştuğu bir mahlûktur, şairin ‘Ay nice batsa da meğer insanlar kadar, karanlık bırakmazmış kimseyi’ dediğidir, günlerin eksik bıraktığını tamamlayandır, bazı anıları aydınlatandır, bazen erken doğarak hırsızı ortaya çıkaran, bazen geç görünerek günahları kapatandır ve ay içinde bizim için nice ibretler barındırandır.

Tarihi, batılı ressamların kirli bilinçaltlarının manzarası eşliğinde yaptıkları harem resimlerinden ibaret zannedenler, ayın bulutlar arkasında ki haline bakıp hiçbir bilgi-deney-tecrübe-araştırmaya ihtiyaç duymadan ‘ay hiç aydınlatmıyor’ diye kalplerindeki hastalığa sebep arayanlardır. Tarihi padişahlara yazılan mersiyelerden okuyanlar ise ayın 100 yılda bir görünen en parlak halini genellemek işlerine geldiği için içlerinde ki karanlık noktaları ayın parlaklığını mübalağa ederek kapatanlardır.

Oysa tarih sadece tarihtir, ayın sadece ay olduğu gibi ve bizim de bir gün tarih olacağımız gibi. Kimisinin bizi kahraman gibi anlatıp kimisinin de etkisiz eleman olarak hatırlayacağı gibi. Hakikatte kim olduğumuzu sadece Allah’ın bilmesi gibi.

Tarih, uzun atlama yapmadan önce bir adım geri gitmek misali ya da araba da ileri gidebilmek için zaman zaman faydalanılan dikiz aynası gibidir. Tarih insana özeldir çünkü hayvan unutur, sadece şimdiyi yaşar ve onun için ne geçmişi ne geleceği vardır, insan hatırladıklarıyla insandır ancak İtikat da değildir tarih, Kur’an’dan başka hiçbir bilgi kesin değildir ve Peygamberden başka hiçbir lider de günahsız değildir.

Bunu bilen bir Fransız onca hatasına, kaybettirdiği savaşlara, yıktığı hayallere rağmen Napolyon’a hain demiyor, ondan bir aziz çıkartmaya da çalışmıyor, bir İngiliz kralını-kraliçesini tarihi bir hatıra olarak baş üstünde tutuyor. Ancak tarihin tarihliğinin farkında olmayan bir Türk akademisyen bilimsel metot olduğunu iddia ettiği eleştirel-objektif yöntemlerle padişahlarından pedofili-sapık-şizofren birer lider portresi çıkarmak için araştırmalar yapıyor. Elinde ki hain bandrolünü yapıştırmak için Avrupalıların İngilizceye tercüme ettiği yazma eserlerimizi İngilizcesinden tekrar Türkçeye çevirerek 500 sene önce olan bir savaştan mutlak sonuçlar çıkartıp, kesin suçluları halka duyuruyor.

Daha gözümüzün önünde ki savaşların sebep-sonuçlarını kestiremezken 1400 yıl önceki karışıklıklardan yeni kâfirler, fâsıklar çıkartılıp, bu yargılar cömertçe etrafa yayılıyor, eski savaş-mücadele konularından yeni ayrılıklar-yeni gruplar üretiliyor. Ve böylece tertemiz dimağların elindeki son dayanak da alınıyor, tarihsiz, geleceksiz yeni bir nesil geliyor.

Hâlbuki önce sever (anaokulu-ilkokul) sonra merak eder (ortaokul) sonra araştırır (lise) sonra farklı tarihlerle kıyaslar (üniversite) sonra da hiçbir zaman kesin olmayan sonuçlara ulaşır insan. Ancak bu batılı eğitim sisteminden geçen Müslüman zihinlerde farklı ve tersten işler: Önce yargı sonra yargı ve hep yargı şeklinde. Küçücük dudaklardan nefret dolu şiirler, yargı dolu şarkılar ezberletilir mesela, her yeni öğretmen kendi hainlerini ve kahramanlarını boca eder mesela, batılıların yazdığı Avrupa merkezli tarih kitapları müfredatlar da kaynak olarak kullanılır mesela.

Allah’ın, Resul’ünün ve Mü’minlerin üzerine rahmetini indirdiği, görmediğimiz ordularını gönderdiği, küfredenleri azaplandırdığı Huneyn Savaşından sonra Müslümanlar o zamana kadar görmediği bir ganimet imtihanıyla baş başa kaldı. Hz. Peygamber ganimetten kendi tasarrufunda olan meblağı bolca, kalbinin İslam’a ısınmasını istediği Mekke’nin ileri gelenlerine ve yeni Müslüman olan Kureyş büyüklerine paylaştırdı. Resul-i Ekrem’in daha düne kadar Müslümanlara bütün şiddetiyle düşman olan, İslam için en küçük bir fedakârlıkta bulunmayan, bu yolda hiçbir zahmet çekmemiş olan bu kimselere bolca ihsanda bulunma davranışında ki hikmeti anlayamayan bazı sahabeler buna üzüldü ve tavırlarıyla da üzüntülerini belli etti, hatta bazıları hoşa gitmeyen sözler söyledi. Bu durumu öğrenen Hz. Peygamber, Ensar’a şöyle seslendi:

‘Ey ensar! Siz yolunuzu şaşırmış kimseler iken ben yanınıza gelmedim mi? Allah, benim vasıtamla sizlere hidayet ihsan etmedi mi? Sizler fakir iken Allah benim vesilemle sizi zengin kılmadı mı? Sizler birbirinize düşman idiniz, Allah benim vasıtamla kalplerinizi ısındırıp birleştirmedi mi?’

Hz. Peygamber sözlerine şöyle devam etti: Ey ensar cemaati? Siz isteseydiniz şöyle diyebilirdiniz ve muhakkak doğruyu söylemiş olurdunuz: ‘Sen bize yalanlanmış olduğun halde geldin; biz seni doğruladık! Sen bize terk edilmiş olarak gelmiştin; biz senden hiçbir yardımı esirgemedik! Sen yurdundan kovulmuştun; biz sana kendi nefsimiz gibi baktık.’

Şimdi objektif-eleştirel kriterlerle tarih okuyan sevgili tarih sever-tarih okuyucusu haydi itiraf edelim kendimize! Ensar batılı tarzda bir eğitim sisteminin dişlilerinden geçseydi, Peygamberimizin ikinci seçeneğine evet diyecekti ve biz de şu an ki eğitilmiş zihnimizle Peygamberin Ensar’a olan muamelesini hakkaniyetsiz bulacaktık değil mi? Şimdi kalbimize soralım ey okuyucu! Tarihi nasıl okuyoruz, okurken hangi değer yargılarını merkeze koyuyoruz ve atalarımızın yaptığı yanlışları kime şikâyet ediyoruz ve şikâyetlerimizle kimleri memnun ediyoruz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.