KİBİR HASTALIĞI

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Kibir gerçeği inkâr etmek, hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemek, hor görmektir.” [1]
Kibir, kişinin kendini üstün görmesi ve başkalarını aşağılamasıdır. Tevazunun zıttıdır. Kibir; beraberinde ucb (kendini beğenme), tehafut (övünme), haset (başkasında olan bir şeyin zayi olmasını arzu etme), tahkir (hor görme), tecebbür (zorbalık), tuğyan (taşkınlık), gurur gibi duygu, düşünce ve davranışları beraberinde getirir.
Tüm iyi ve kötü eğilimler, insanın yaratılışında imtihan gereği potansiyel olarak bulunmaktadır. İnsan ise bu eğilimlerinin hangileri iyi, hangileri kötü temyiz edebilme kabiliyetine sahiptir. İnsan iradesini ortaya koyup bu kötü eğilimlere karşı mücadele etmelidir. Bu kötü eğilimlerden en önemli olanlardan birisi de kibirdir. Zira kişi kibir duygusunu kontrol altına alamazsa, ıslah edemezse İblis örneğinde olduğu gibi faturası ağır olur. Andolsun sizi yarattık; sonra size şekil verdik; sonra da meleklere, “Âdem’e secde edin” diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenler arasında yer almadı. Allah buyurdu: “Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis), “Ben ondan daha üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Öyle ise in oradan! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Artık sen aşağılıklardansın!” buyrulur.[2] Bu ayetten de anlaşıldığı üzere İblis, kibrinden dolayı Allah’a karşı geldi. Yine kibrinden dolayı “Ey Rabbim! Suçumu biliyorum. Hatamdan dolayı affet!” deyip af dilemedi. İblis kibrini kontrol edememe, ıslah edememe karşılığında kafirlerden oldu.
İblis, belki de bu olay yaşanmadan önce başına böyle şeyler geleceğini tahmin bile edemezdi. Bu şekilde biz de bu kötü duyguyu ıslah edemezsek, kontrol altına alamazsak, sonucunu tahmin bile edemeyeceğimiz bir sonla karşılaşabiliriz, küfür çemberinin tam ortasında kendimizi bulabiliriz. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kibre karşı bizi defalarca sakındırmıştır
Lokman (aleyhi’s-selam) bu kalbî hastalığın ne denli tahribata yol açacağını bildiğinden dolayı olmalı, oğlunu uyarmıştır : “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.” [3] Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ebu Cehil, Yahudiler, Firavun gibi…
Bir kimse kibirli olmadığını düşündüğü halde kibirli olabilir. Makam ve mevki, mal ve servet, güzellik, zekilik, güç ve kuvvet gibi sahip olduğu üstün vasıfların kendi meziyeti olduğu vehmine kapılabilir. Tüm bunların Allah’ın bir lütfu olduğunu unutabilir. Tam da bu kertede kibir tüm benliğini sarabilir. Bundan dolayı özeleştiri yapmalı, iyice düşünmeli ve kendimizi test etmeliyiz.
Örneğin; birisi hakkı tavsiye ettiğinde “sen kimsin de bana akıl veriyorsun!” edasıyla dinliyorsa, arka planda kibir vardır.
Bir topluluk içerisinde başka birisi övüldüğünde, övülen kişiyi buna layık görmeyip, kendini bu övgüye layık görüyorsa, övülene haset ediyorsa, arka planda kibir var anlamına geliyordur.
Zeki oluşundan dolayı başkalarının görüşlerini küçümsüyorsa arka planda kibir vardır.
Bir makam sahibi veya bir gruba önderlik yapan birisi, bir yere gittiğinde makamından dolayı özel ilgiye kendini layık görüyorsa arka planda kibir yatmaktadır.
Bir ilim adamı “Bilmiyorum.” demekten imtina ediyorsa, “Bilmiyorum” demeyi kendine yediremiyorsa kibir üstüne kibir vardır.
Yukarıda belirttiğim gibi, herhangi bir kimse bu kötü ve hastalıklı duyguyu kontrol edemezse, bu duyguya engel olamazsa, bir zaman sonra öyle bir noktaya gelir ki, Allah’a başkaldırı sürecinin tam ortasında kendini bulabilir ve bu sürecin sonunda –Allah muhafaza- şeytanlaşabilir, nemrutlaşabilir, firavunlaşabilir, karunlaşabilir.
[1] Müslim, İman, 147
[2] Araf, 7/11,12,13
[3] Lokman, 31/18