Karınca Yuvasında Yaşayan Çocuk

Bir ırmağın içerisinden akan su misali zamanda insanın içerisinden akıp gidiyordu habersiz. Su, ırmağın şekline göre nasıl kıvrım kıvrım akarak taşa toprağa ve dallara çarpıyorsa, insanda sağa sola bakarak bazen ayağı takılsa da hayatın onu sürüklediği yolda koşturmaya çalışıyordu. Bu koşuşturma içerisinde bazen zihnimizi dinlendirmek bedenimizi dinlendirmekten daha iyi gelebiliyor. Sükûnet ortamında düşünmek insanın bütün yorgunluklarını aldığı gibi insanın insani duygularını hatırlamasına da yardımcı oluyor.
Havanın güneşli, çiçeklerin ve ağaçların canlı, insanların mutlu gözüktüğü bir gündü. Kalabalık insan gruplarının olduğu yolda, okul harçlığını çıkarmak için trafik ışıklarının yeşil olmasını bekleyip birazdan yola atlayacak olan küçük Esma da elindeki mendilleri satmak için oradaydı. Yüksek katların arasında yürürken başım gökyüzüne bakarmışçasına kaybolmuştu renkli binaların arasında. Birden yirmili katlarda bütün vücudu ile cama yaslanarak aşağıyı seyreden küçük Ayaz dikkatimi çekmişti. Biraz daha dikkat kesilmiştim binaya doğru. Aşağıdan karınca kadar küçük gözüken Ayaz, günlerce zihnimi meşgul ederek, beni düşünmeye sevk edecek bakışmayı yaşamıştım habersizce.
Gözlerim uzakları iyi görmese de kısık gözlerle izliyordum çocuğu. Aslında birçok insanın modernleştiği günümüz toplumlarında çok da anormal bir şey değildi bu durum. Bir süre sonra yukarıya bakmaktan dolayı yaşaran gözlerimi kapattığımda çoğu insanın özlem duyduğu çocukluğumu hatırladım.
Maddi durumu çokta iyi olmayan bir ailenin ilk dönemlerini köyde yaşamış bir çocuğu olarak, o dönemin ebat olarak büyük ama değeri küçük madeni paralarını alabilmek benim için paha biçilmez bir olaydı. Şehir merkezinden ziyarete gelen akrabalarımızın getirdiği taze şehir ekmeğinin kokusu evin her yerini sarardı ya da öyle hissederdim. Az da olsa tamamen yırtılacak seviyeye gelen ayakkabılarımız değişirdi bayramdan bayrama. Büyük telaş olurdu arife günleri. Çünkü bayram olacak, küs olan insanlar barışacak, akrabalar ziyaret edilecekti. Büyükler ziyaret edildiğinde yaşlı olmalarına rağmen sana takılıp çocukluk yapmaları, bayramı bayram yapar ve herkes onunla birlikte gülmeye başlardı. Yastığımın hemen yanına koyduğum bayramlıklarım saatlerce uyumama müsaade etmezdi.
Zaman zaman soruyorum kendime; acaba o zaman sadece ben mi mutluydum yoksa kirlenen dünyanın yüzünü fark eden insanlarda mutlu muydu?
Şimdilerde hiperaktif denilen çocukların benim yaptığım haylazlıkların yanında ne kadar masum kaldığını fark ettim. Bekçi Ali ağayı istisnasız her gün çileden çıkarmak benim için gerçekleştirilmesi gereken ritüel bir eğlenceydi. Bekçinin beni kovalaması eve geldiğimde bahçenin kapısını kilitlemem ile son bulurdu. Bağırarak içeride uyuyan babamı uyandırmaya çalışan bekçiyi, duvardan bahçe hortumu ile ıslatmam ancak gitmesini sağlardı. Benim için eğlenceli olduğu kadar karşı tarafı memnun etmeyen davranışlarım, köyün imamını o kadar çok kızdırmış olacak ki ona ve camiye verdiğim zararlardan dolayı minareden anons yaparak ailemi camiye çağırmıştı. Köyün bütün yaşlıları ile kavgalı olmama rağmen harçlık alabilecek kadar da masum olabiliyordum isteyince. Her mahallede olduğu gibi bizim mahallemizde de topları patlatan her gün bize kızan birileri vardı. Öyle olsa da saatlerce oyun oynayıp terler içinde kaldıktan sonra, herhangi birimizin evine gittiğimizde hemen ekmeğimizin üzerine sürülen reçel veya yoğurdu yer, yaz günlerin vazgeçilmezi olan soğuk ayranı içerdik. Teyze diye girdiğimiz evlere gerçek teyzelerimizin ilgisinden farksız samimi duygular ile çıkardık.
Ağaçlarındaki meyvelerden olgunlaşmadığı için kopardığıma kızan yaşlı Ahmet amca beni sürekli kovalasa da koyunlarını götürmesine sürekli yardım ederdim. Köyün en yaşlısı ile oturup arkadaş gibi muhabbet eder yaptıklarımı anlatırdım. Misket oynarken oyundan çıkarsan oyun bozucu olacağından akşam ezanı ile evde olacaksın kuralını çiğneyerek azar yemeyi kabullenirdim her seferinde.
Okula gidecek yaşlara gelince, eti de senin kemiği de senindir denilerek teslim edilmiştik okulumuza. Başarı olarak çok iyi olmasak da saygıda hiç kusur etmediğimiz hocalarımız durumu yanlış anlamış olmalılar ki gerçekten etimizi kemikten ayırmaya çalışır gibiydiler. Kulaklarımızın sünmesine sebep olsa da o eller, okşamasını bilirdi yer yer.
Biz televizyonda gördüğümüz oyuncakları rüyamızda göremiyorduk ki gerçekte görmek isteyelim. O zaman anlamıştım aslında kişinin ulaşamadığı şeylerin daha kıymetli olduğu gerçeğini. Elde ettiğimiz ne varsa bir süre sonra kıymetini bilmediğimiz gibi, bizleri tatminde etmemeye başlıyordu. Toprağın kokusunu içine çekmiş, ineğin doğal sesini sürekli kendisinden duyarak öğrenmiş kişiler olarak; resimleri gösterip onun sesine benzetmeye çalıştığımız çocuklarımız kimliğinden ve kişiliğinden uzaklaştığı gibi saf ve öz halini yitirmektedir.
Her seferinde üzdüğümüz annelerimizin kalbini almasını başarır her gün kızdırdığımız komşularımız ile barışır isteklerini yerine getirmesini bilirdik. Yaramazdık ama hayali oyunların arkasında sessizlik numarası da yapmazdık. Bazen sobanın ısısı bitip üşüsek bile samimiyetsiz soğuk evlerde kalmazdık. Yeniden yerine koymak kaydı ile kırardık parçalardık ama kırılamaz cam kalıpların arkasında saatlerce dışarıya bakıp kalmazdık.
Camdan aşağıya dakikalarca bakan çocukla birlikte çok şey canlanmıştı gözümde. Babası şehrin büyük şirketlerinin birinde genel müdür olarak çalışırken annesi ise alanında uzman nitelikli öğretmenlerden birisiydi. Babası onun çok güzel yetişerek topluma faydalı sağlıklı bir birey olmasını istiyor, onunla alakalı düşündüğü meslekleri üçüncü sınıfa geçmiş Ayaz’ın yanında eşiyle tartışıyordu. Bir eğitimci olarak annesi oğluna aldığı bilgisayar oyunları ile onun daha da ufku açık birisi olacağını ısrarla söylüyor, bütün hayatını onun için harcadığını söylüyordu.
Ayaz kendisine samimi gelmeyen sanal oyunlardan, ruhuna hitap etmeyen eğitimden, kendisinden daha çok önem verilen mesleğinden, ona sunulan küçük karınca yuvasından, babasının sevgisinden daha çok aldığı harçlıktan, annesinin şefkatinden daha çok ona yaptığı programlardan bıkmış, bitmiş, tükenmişti artık. Hapsolduğu evden bütün vücudunu dışarıya atmak isteyip, şöhretten, paradan, ihtişamdan ve yalıtımı son teknoloji ile yapılan soğuk duvarlardan kurtulmaktı onun tek gayesi. Bütün vücudu ile cama yaslanarak, aşağıdan onu hayranlıkla seyreden bana bir şeyler fısıldıyordu sanki.
Keşke…