KAPAK-Vakıf İnsanı Doğulmaz Vakıf İnsanı Olunur

KAPAK-Vakıf İnsanı Doğulmaz Vakıf İnsanı Olunur

Zeki SOYAK Hocaefendi rahmetullahi aleyh, Fazilet Toplumu eserinde hizmet bahsine “Müslüman hizmet insanıdır.” diyerek başlar. Diğer bir tabirle Müslüman, vakıf insandır. Hizmet ehli olabilmek lütf-i ilahi iken aksi halde bulunmak, gaflet içerisinde olmaktır. Hizmet ehli olmakla başlayıp ulaşılabilecek ulvi noktadır Vakıf İnsan olmak. O halde kavramsal boyutta “Vakıf İnsan” olmanın manasından başlamalı evvela.

Vakfetmek, kendisine ait bir mülkü karşılık beklemeden ve bir şarta bağlamadan cemiyetin faydasına sarf etmektir. Bu çerçevede,

Vakıf İnsan Olmak

Mecaz manada insanın kendisini topluma bağışlamasıdır. “İnsanların en hayırlı olanı insanlara hayrı olandır.” hadisinin gereğini tatbik etmektir. Fedakârlıkların hesabını yapmamak, saate ve takvime bakmamak, bıkmamaktır. Heybesinde sadece fakirlere değil zenginlere de verecek bir şeyleri bulunan kişi olmak, en fazla dertlenen, çok fazla şükreden olmak, bedeni yaşlandıkça ruhu gençleşen, enerjisini hizmetten alan, aranan ve özlenen adam olmaktır. Yardım kolisi dağıtmaktan, kurbanda deri toplamaktan çok daha fazlasıdır. Ölüm döşeğinde “Ya Rabbi, yirmi yaşındaki gencin heyecanını taşıyorum, eğer ecelim gelmediyse senden hizmet ömrü istiyorum.” diyebilmektir.

Böylesine özelliklere sahip bir Müslümana en çok ihtiyaç duyulan dönem içerisindeyiz. Hal bu iken iyi bir Müslüman olmaktan daha fazlasını yapmak mecburiyetindeyiz. Sadece iyilik yapmak değil, iyilikler etrafında örgütlenmek, örgütlemek gereklidir. Her mü’min, gücü ve meziyeti nispetince iyilik halkalarına dâhil olarak vakıf insan ruhuna ulaşma yolunda kendisine uygun görevi bulmalı ve o doğrultuda elinden gelenin en iyisini yapmalıdır.

Yaptığı ile yetinmeyip, hesap gütmemeli ve daha ileriye gitmek için kendisini mütemadiyen geliştirmelidir. Vakıf İnsan olmak ümidiyle, hizmet eri olmayı başararak bu yola baş koymalıdır. Hizmet eri olarak çıkılan bu yolda sadece büyük tabelalar, büyük isimler, büyük organizasyonlar değil; samimi küçük adımlarla da büyük işler yapılabileceğinin sevdasını yüreğinde taşıyabilmelidir.

Cenab-ı Hak, salih ve muttaki Müslümanların özelliklerini sayarken “… Hayırlı işlerde birbiri ile yarışırlar. …” (Âl-i İmran, 114) buyurmaktadır. Yarış tek başına yapılan bir fiil değildir. Öyle ise kendimize, tıpkı bir yarış parkurunda koşarcasına aynı hedefe koşan akranlar bulmalı, onlarla birlikte yol almalıyız ki muttaki ve salih bir hizmet eri olabilelim.

Atılacak İlk Adım

Hizmet eri olmak isteyen bir mü’min “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe asla hayrın kemâline eremezsiniz (ve Cenâb-ı Hakk’a yaklaşamazsınız) …” (Âl-i İmran, 92) ayetinin gereği, Cenab-ı Hakk’ın Kerem sıfatını idrak etmekle bu yola girmelidir. Malından, vaktinden, nefsinden verebilmeyi öğrenmeli, fedakârlık hasletine sahip olabilmelidir. Fedakârlık meziyetini kazanmış, hizmet şuuruna ermiş olan bir mü’min, “Allah yolunda nasıl hizmet ederim, nereden başlarım?” diye düşünmekle oyalanmaz. Onun paylaşacak bir şeyleri mutlaka vardır.

Nefsinden koparıp vermenin manevi yüceliğiyle, bazen bir tek dirhem, yüz bin dirhemi geçer. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kiram; “Bu nasıl olur, ey Allah’ın Resulü?” diye sordular. Şu cevabı verdi: “Çok zengin olan bir adam malının kıyısından yüz bin dirhemi tasadduk eder. Diğer bir adam da iki dirheminden birini verir.”

İnfak hususunda az ile çoğun farkı olmadığı gibi, Allah yolunda hizmet etmek için gerekli olan fedakârlıklar da sadece maldan değil her türlü imkândan gösterilebilir. Hiç mi imkânımız yok hizmet etmeye, vakfetmeye! Bazen de iman meselesidir… İman varsa imkân da vardır. Nefes alıp verişimiz devam ediyorsa, imanla dolu bir kalp atmaya devam ediyorsa, zaman mefhumu henüz bizden söküp alınmadıysa imkân vardır demektir.

Zaman Demişken…

En büyük imtihanlarımızdan birisi zaman tasarrufu ve tanzimidir. Fedakârlıkla başlayan uzun ince hizmet yolu sistematik olmayı gerektirir. Müslüman, hizmet anlayışını zamanının bir kısmı içine yahut boş zamanına değil, bütün bir ömrüne bezeyerek gayeli, planlı ve ölçülü yaşamalıdır.

Zaman kavramı hak ettiği değeri ancak şahit olduğu amellerle kazanır ya da kaybeder. Hayatımızdaki her eylemi Allah yolunda kullanabilecek fikriyata büründüğümüzde, zaman kıymetlenecek ve bereketlenecektir. Bu fikriyat sistematik hale geldiğinde yani “Bugün Allah için ne yaptın?” gündemi zamanımızı şekillendiren birincil etken olduğunda, hizmet sevdası gönüllere düşmeye başlamış demektir. İçinde bulunduğumuz anı sorgulayan o soru, başka soruları doğuracak ve “Dertlenme” dediğimiz o büyük hadise cereyan edecek.

Önce kendimizle dertleneceğiz; “Neden ben böyleyim?” Derken “Kendimi düzeltmeliyim” çözümü ile savaş başlayacak. Kendimizle savaşımız yetmezmiş gibi başka karşı ataklarla da mücadelemiz başlayacak. Vakıalar arttıkça dışardan bir bakışla geçtiğiniz sorunlar artık sorunlarınız olacak. Bir de bakmışınız ki bütün dertler sizi dertlendirir olmuş ve dert adamı, dava adamı oluşunuz. Davasına hizmet etmeyen, dava adamı olur mu hiç?

“Hamur ne kadar yumruk yerse, ekmek o kadar kaliteli olur.” demişler, öyle de olacak.

İşte bu fikriyatla zamanımız nurlanacak, günümüz nurlanacak, haftalar ve aylar… Nihayet, zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir Müslüman, zamana ve mekâna kazandırdığı değerleVakıf İnsan olmaya, ömrünü adayan insan olmaya talip olacak inşallah.

Vakıf İnsanı Doğulmaz, Vakıf İnsanı Olunur

Vakıf insanın cinsiyeti, dili, milliyeti, mesleği yoktur. Mevzu talip olmak, parmak kaldırmak, dertlenmektir. Bir mü’minin dünya hayatındaki yegâne hedefi, Hizmet Adamı olmak ve elde ettiği süslü unvanlar içinde en şereflisi olan Vakıf İnsan unvanını kazanabilmek olmalıdır. Dünyevî unvanlarımız, kariyerimiz için sık sık düşüncelere dalıyor, üzülüyor veya heyecanlanıyor, planlar hazırlıyoruz. Peki, Allah Teâlâ’nın bize bahşettiği imkânların ne kadarını Allah yolunda sarf edebiliyoruz? Cenâb-ı Hak, Muhammed suresinin 7. ayetinde “Ey îman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz, o Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” buyuruyor.

Önce kendimizi ıslah ederek ve veren el olma meziyetimizi artırarak yola çıkmalı, sonrasında “Benim kabiliyetim yok” zihniyetine aldanmamalı, insana yarayan her hizmeti ibadet şuuru ile yapabilmeliyiz. Her insan bir kabiliyete binaen dünyaya gelmiştir. Vakıf adam ruhuna ulaşmak, bu kabiliyetler doğrultusunda elimizden geleni yapmakla mümkün olacaktır. Allah Teâlâ’nın ayette belirttiği üzere vaadi açıktır; yardımı bizlerledir.

Cesaret gösterip parmak kaldıracak, sağına soluna bakmadan “Ben varım!” ve “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlakını benimseyen insanlarımız eksik olmasın… Amin.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.