KAPAK-Ramazan İbadet Ayı mı Yoksa Eğlence Ayı mı?

KAPAK-Ramazan İbadet Ayı mı Yoksa Eğlence Ayı mı?

 

Belirli bir süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma, perhiz yapma ya da belirli yiyecekleri yememe, sükût etme, ağzı ve kulağı yalandan ve kötü sözden koruma vb. şekillerde yerine getirilen oruç ibadetine hemen bütün dinlerde rastlanır. Bazı toplumlarda oruç tövbe, kefaret, matem ve bir ritüele hazırlık gibi amaçların dışında sihir ve zühd gerekçesiyle de tutulmuştur.

Yahudilerin kutsal bildikleri metinlerindeki ifadelerinde yer alan orucun, insanların bilinçli veya bilinçsizce yaptıkları kötü fiillere kefaret ve böyle bir durumdan ötürü duyulan pişmanlığın dışa vurulması için tutulduğu anlaşılır. (I. Krallar, 21/1-10) Yahudilikteki en önemli oruç, kefaret günü (Yom Kipur) orucudur. O gün Yahudiler bir yıl içerisinde işledikleri hatalardan ötürü duydukları pişmanlığı dile getirerek Tanrılarından af dilerler. (Tevrat’ın Levililer bölümü, 16/29-31; 23/27-32)

Hıristiyanlar ilk dönemlerde bilhassa her çarşamba ve cuma günü oruç tutmuş, yılın belirli dönemlerinde genelde et ve süt ürünlerine karşı perhiz uygulamışlardır. Çarşamba ve cuma günü oruç tutmanın sebebi, Hz. Îsâ’nın güya ölümü öncesinde ve ölümü esnasında çektiği acıların hatırlanması ve bunların içselleştirilmesidir.

İslam’da ramazan ayında orucun farz kılınışı ise, Hicret (622 M.)’in ikinci yılında olmuştur. Buna göre Allah’ın Resulü, hayatında tam dokuz kez Ramazan ayını idrak etmişlerdir. Bunun dördü 29 gün, beşi de 30 gün olarak yaşanmıştır.

Resul-i Ekrem, “mübarek bir ay” olarak nitelendirdiği ramazan ayı girdiğinde cennet kapılarının açılıp cehennem kapılarının kapandığını ve şeytanların bağlandığını (Buhârî, “Ṣavm”, 5; Müslim, “Ṣıyâm”, 1, 2), inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını (Buhârî, “Ṣavm”, 6; Müslim, “Müsâfirîn”, 175) haber vermektedir. Nitekim rivayetler ramazan geldiğinde Resûlullah’ın mânevî yaşantısında fark edilecek derecede bir değişiklik meydana geldiğini, bu ayda Cebrâil ile buluşup karşılıklı Kur’an okuduklarını, özellikle bu günlerde onun cömertliğinin doruk noktasına ulaştığını (Buhârî, “Ṣavm”, 7; Müslim, “Feżâʾil”, 50), ramazan ayının son on günü girdiğinde O’nun geceleri ihya edip ev halkını uyandırdığını ve kendisini tamamen ibadete hasrederek eşleriyle ilişkisini kestiğini (Buhârî, “Leyletü’l-Ḳadr”, 5; Müslim, “İʿtikâf”, 7, 8) bildirmektedir.

Hz. Peygamber’in Cebrâil ile karşılıklı Kur’an okumasına dayanan mukabele uygulaması da bu aya mahsus geleneklerdendir. Ramazan orucuna başlamadan önce sahura kalkmak, Hz. Peygamber Efendimizin başlattığı ve asr-ı saadette canlı olarak uygulanan sünnetlerdendir. Çünkü sahurda bereket olduğunu söyleyen bizzat Allah’ın Resulü’dür. Sahuru geciktirip iftarı erken açma işi de asr-ı saadette uygulanan bir tatbikattı. Yani gecenin en son vaktinde sahur yenir, akşamın ilk vaktinde de iftar edilirdi.

Asr-ı saadette gördüğümüz bir başka İslâmî gelenek de Ramazan ayındaki yemek davetleridir. Varlıklı sahabîler, bu ay süresince fakir ve kimsesiz Müslümanlara yemek ikram ederlerdi. Özellikle Mescid-i Nebî’de kalmakta olan ehl-i suffa’yı evlerine götüren zengin Müslümanlar, onlarla birlikte iftar etmekten zevk duyar, sevap umarlardı. Asr-ı saadetteki bu yemek davetlerinin günümüzde de bütün canlılığıyla Ramazan aylarında devam ettiğini kaydetmek gerekir.

Savaş da dahil olağanüstü hiçbir hadise Ramazan ayında asr-ı saadetteki Müslümanları etkilemezdi. Onlar, İslâm’ın müdafaası için düşmanla savaşmaktan kaçınmazlar, oruçlu oldukları halde cephelerde çarpışırlardı. Halbuki seferi durumlarda oruç tutmama ruhsatı vardı. Buna rağmen azimetle hareket edip oruç tutan ve muharebe eden çok sayıda sahabîye rastlamak mümkündür.

Asr-ı saadette sosyal ve ekonomik hayat hiçbir değişikliğe uğramaksızın Ramazan ayında da aynen devam ederdi. Herkes beşerî ilişkilerini sürdürür, ticaret hayatına ve günlük işlerine devam ederdi. Oruç diye istirahata çekilme gibi bir alışkanlıkları yoktu. Bir süredir artık ramazan ayı ve orucu ile özdeşleşmiş bulunan Teravih Namazı ise, bugünkü gibi olmasa bile o gün de Sahabe-i Kiram’ın rağbet ettiği bir ibadetti. Bayram ise, ramazan ayının semeresinin alındığı ve orucun manevî zevkinin çıkarıldığı en kutlu gündü.

Her zaman sevinç ve coşkuyla karşılanan ramazan ayında çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede ülkemizde ve İslâm dünyasında ramazana has birçok dinî ve sosyal içerikli gelenek oluşmuştur. Camilerde kandillerin yakılması, minareler arasına mahya kurulması, iftar davetleri, ihtiyaç sahiplerine yardımların arttırılması, sokaklarda davul çalınıp mâniler söylenerek sahur vaktinin halka duyurulması, ramazan gecelerinde oyun ve eğlencelerin tertiplenmesi, ramazana has yiyeceklerin hazırlanması gibi uygulamalar farklı şekillerde de olsa varlığını sürdürmektedir.

Başlangıçta, büyük şehirlerde yaşayan ve gerek mesai gerekse trafik sorunu yüzünden evlerinde iftara yetişemeyen insanlara iftar ettirmek için çeşitli belediyelerce kurulan iftar çadırları özellikle son yıllarda isim değiştirerek “Ramazan eğlencesi” adını alıp zaman zaman içinde bulunulan manevi iklimin ruhuna uygun olmayan çeşitli etkinliklerin yapıldığı mekânlar haline geldi. Bu kıymetli vakitler, ibadet ve kulluk yerine, müzik ve eğlence ile geçirilerek ramazanın ruhundan uzaklaşıldı. Oysa her dakikası çok kıymetli bu mübarek rahmet ve mağfiret ayının iftar saatlerini oyun ve eğlenceye dönüştürerek isyan ve israf ayına çevirmeden; sakin, yalnız ve mahcup bir edayla ibadet, taat, dua ve gözyaşı ile ihya etmek gerekir. Filistin’de süren zulümde, Gazze’de devam eden ablukada, Afganistan, Myanmar vb. birçok ülkede devam eden işgal ve katliamlarda, Suriye’de devam eden vahşette, başta Yemen olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde ki açlık ve susuzluktan ölmekte olan insanlarda bir sorumluluğumuz var mı bir düşünelim.

Rahmet ayında mazlum ve muhtaçları hatırlayarak; mübarek ramazanı israf etmek yerine paylaşmaya, eğlence yerine tefekkür ve ibadetle dolu dolu geçirmeye, on bir ayın sultanı olan bu bereketli ayı ihya etmeye çalışalım inşallah.

Karagöz seyri değil, gözyaşı dökme ayı;

Bilinmez’i bilirler, bilseler ağlamayı…

Necip Fazıl Kısakürek

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.