KAPAK- Önceliğimiz Allah’ın Dostlarına Dost Düşmanlarına Düşman Olmaktır

Şehid İmam Hasan El Benna, Müslümanların yol haritasını şöyle çizmektedir:
“Gayemiz, Allah’tır.
Önderimiz, Rasulullah’tır.
Yasamız, Kur’an’dır.
Yolumuz, cihattır.
Emelimiz, şehid olmaktır.”
Allah Teâlâ, hayat Kitabımız ve Rehberimiz Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, kazandığınız mallarınız, zarara uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşunuza giden evleriniz, size Allah’tan, Resulünden ve onların yolunda cihad etmekten daha sevimliyse artık Allah’ın azabı gelinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez” (Tevbe: 24)
Ayet-i Kerime, durumu güneş gibi aydınlatıyor.
Allah Teâlâ, sırf imtihan için, terazinin bir kefesine Allah’ı ve Resulünü, Allah ve Resulünün sevgisini ve onların yolunda cihadı, diğer kefesine de babaları, oğulları, malları, ticareti, parayı, evleri, diğer zevk ve lezzetleri yani dünyalık güzel görünen her şeyi koyuyor.
İşte bu imtihanı kazanmak kendisine ismen Müslümanım diyen herkesin harcı değildir.
Bu iş, ancak gerçekten Mü’min olan ve bu İman ile Allah’a teslim olanların harcıdır, işidir.
Zira şehid olmaya bunlar taliptir.
Ahiret mükâfatına bunlar taliptir.
Müslümanların, cihat görevlerini yerine getirmeden kurtuluşa ermeleri mümkün değildir.
Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran, 142)
İşte cennet, amelî imtihanlardan sonra gelir.
Yorulmadan, mücadele verilmeden, fedakarlıkta bulunmadan, bu din kâmil olmaz ve kalplere yerleşmez.
Bizler, vurgunuyuz dediğimiz bu yüce İslam davası için hiçbir şey yapmazken ya da çok az şey yaparken, Hazreti Ebu Bekir malından, şehitlerin efendisi Hazreti Hamza canından, Rasulullah’ın gözdesi, ilk Kur’an öğretmeni, başarılı davetçi Mus’ab bin Umeyr gençliğinden, güzelliğinden, kollarından ve hayatından, bir günlük evli Hanzala’lar hanımlarından ve zifaflarından vazgeçtiler.
Hep ön sırayı ve önceliği Allah’a ve Resulüne verdiler.
Allah yolunda cihâdı en başa koydular, sevda edindiler ve çok sevdiler.
İşte İslam devleti, böyle fedakâr mücahitlerin ve şehitlerin omzunda oluştu, gelişti ve hayata hâkim oldu.
Ashâb-ı Kiram, Allah’a ve Resulüne dostluğun, onların düşmanlarına düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdir.
Mesela, Mus’ab bin Umeyr, kardeşi Ubeyd bin Umeyr’i öldürdü.
Mus’ab radiyallahu anh, Uhud Savaşı’nda annesi ve kardeşi Ebu Aziz’e karşı kılıç çekti ve savaştı.
Hazreti Ömer, Bedir Savaşında dayısı As bin Hişam’ı öldürdü.
Hazreti Ali ve Hazreti Hamza, en yakın akrabaları olan Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe’yi öldürdüler.
Hazreti Ebu Bekir, oğlu Abdurrahman’ı öldürmeye kast etmişti.
Hazreti Ebu Bekir’in oğluna ve yakın akrabalarına, Hazreti Huzeyfe’nin babasına, Hazreti Ali’nin kardeşine, Mus’ab bin Umeyr’in kardeşine, Bedir Savaşında kılıç çekmeleri, Allah’a ve Resulüne itaatin en büyük tefsiridir.
Bu ne büyük bir dava ya Rabbi!
Anneler oğullarına, oğullar babalarına, dayı ve amcalar yeğenlerine, kardeşler kardeşlerine karşı savaşıyordu.
Çünkü onlar, Allah Teâlâ’nın bu ayet-i kerimesine iman ve itaat ediyorlardı.
Küfrü, imana tercih edenleri, onlar babalarımız ve kardeşlerimiz bile olsalar dost edinemeyiz ve sevemeyiz diyorlardı.
“Ey imân edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli ve dost edinmeyin. Kim onları veli ve dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir” (Tevbe: 23)
Hazreti Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman, Mekke’nin fethi gününe kadar Müslüman olmamıştı. Bedir ve Uhud savaşlarında düşman saflarında yer almıştı.
Bir gün babasıyla sohbet ederken dedi ki:
“Baba seni Uhud savaşında gördüm, fakat seninle karşılaşmak istemediğim için başka tarafa yöneldim.”
Hazreti Ebu Bekir, oğlu Abdurrahman’a baktı ve samimi bir ifadeyle şunları söyledi:
“Şayet ben Uhud savaşında seni görseydim, başka tarafa dönmez, karşına dikilir ve seni tepelerdim.”
İşte onların İslam’a bağlılığı, Allah’a ve Resulüne sevgileri böyleydi.
Onlar, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorlardı.
Onlar, bu ayet-i kerimede ifadesini bulan imanlarının gereğini yerine getiriyorlardı.
Onlar Hizbullahtır. Allah taraftarıdır yani Allah’ın askerleridir.
Onlar, Allah’a ve Resulüne itaat ediyorlardı.
Onlar, Allah’ı ve Resulünü her şeyden ve herkesten daha çok seviyorlardı.
En yakın akrabaları dahi olsa, Allah’a ve Resulüne düşman oldukları için onları dost edinmiyor ve onları sevmiyorlardı.
Çünkü onlar, Allah’tan yana ve O’ndan taraf olanlardır.
Onlar, Allah erleri olan Rabbanîlerdir.
Allah’ın kendilerine rahmet ettiği cemaattir onlar.
Allah Teâlâ ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sevgisi ile hareket ederler.
Onların yolunda yürürler ve cihad ederler.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri ya da akrabaları dahi olsa, Allah’a ve Resulüne düşmanlık edenlere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte Allah, bunların kalplerine imanı yazmış, katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyar. Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuştur. İşte onlar hizbullahtır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecek olanlar Allah’tan yana olanlardır.” (Mücadele: 22)
“Hiçbir amelime güvenmiyorum. Lakin, Allah Teâlâ’nın (dostlarına dostluğum), düşmanlarına düşmanlığım var.” Abdülhakîm Arvasî (rahmetullahi aleyh)