KAPAK-Namaz Kimlere Ağır Gelir?

Bir sahabi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi. Bazı günahlarını itiraf etti. Tövbeyi öğrendi ve gitti. Giderken birden aklına geldi, geri döndü ve Peygamber Efendimiz’e sordu:
–Ya Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Ben bu günahları işlerken Allah beni görüyor muydu?
–Evet, buyruldu. Sahabi efendimiz, havfından ve hayâsından, gıkı çıkmadan, olduğu yere yığıldı, kaldı. Kalbi çatlamış, ölmüştü…
“Kullar görüyor” de, ama Allah Teâlâ’nın görmesini umursama… Olacak şey mi? “Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara, 45)
“…Öyleyse insanlardan değil benden korkun! Benim ayetlerimi, basit menfaatlerle değiştirmeyin!” (Maide, 44) Sadece Allah’tan korkandan herkes korkar. Hiç şüphesiz ki bu kâinatta korkulması gereken yegâne varlık Allah Teâlâ hazretleridir. Kur’an’da geçen tehdit ayetlerini göz önüne aldığımızda haşyetten başka bir duygu hissetmek veya düşünceye yönelmek mümkün olmuyor. Çünkü insanız ve Allah’ın bizden istediği şeyleri yerine getirmediğimizde, Allah korusun, ayetlerde bahsedilen azaba biz de uğrayabiliriz.
Kur’an’da geçen tehditleri hiç üzerine almayan insan, sanki tehdit içeren ayetler hep başkaları içinmiş gibi davranır. Hiçbir garantimiz olmadığı halde, kendimizi sürekli olarak cennet ayetlerinin müjdeleri içinde hayal ederek avunmak, pek sağlıklı olmasa gerek. Çünkü mü’min havf ve reca; yani korku ve ümit dengesi içerisinde yaşadığı müddetçe sağlam bir yoldadır. Bedbinliğe kapılmayacak kadar korku, şımarmayacak kadar ümit sahibi olmaktır dengede kalmak.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ben sizin görmediğinizi görürüm ve sizin işitmediğinizi işitirim. Sema çatırdamaktadır. Onun çatırdaması da hakkıdır. Zira dört parmaklık bir boşluk yoktur ki, orada muhakkak Allah’a secde etmek için alnını yere koymuş bir melek olmasın! Vallahi siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız, zevcelerinizle meşgul olamaz, yollara dökülür, yüksek sesle Allah’tan yardım dilerdiniz.” Ebu Zer radıyallahu anh bu hadisi rivayet ettikten sonra kalbindeki Allah korkusu sebebiyle “Kesilen bir ağaç olmayı ne kadar isterdim.” demiştir. (Tirmizi, Zühd, 9/2312)
Hz. Ömer radıyallahu anh günlük virdini okurken rastladığı bir ayet sebebiyle boğazı düğümlendi, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve yere düştü. Bir iki gün evinden çıkamadı. Öyle ki insanlar onun hastalandığını zannederek ziyaretine gelmeye başladılar. (Ahmed, Zühd, s. 119) Hz. Ömer radıyallahu anh bir gün Tekvir suresini okuyordu: “Güneş katlanıp dürüldüğünde, Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, Dağlar yürütüldüğünde…” Onuncu ayet-i kerimeye geldi: “Amel defterleri açıldığında…” dedi ve daha fazla dayanamayıp baygın düştü. (Gazali, İhya, IV, 184)
Ebu Vâil anlatıyor: “Abdullah bin Mesud radıyallahu anh ile beraber yola çıktık, yanımızda tabiinden Rebi bin Haysem radıyallahu anh da vardı. Bir demircinin yanından geçiyorduk. Abdullah durup ateşin içindeki demire bakmaya başladı. Rebi de ateşe baktı ve düşecek gibi oldu. Sonra Abdullah oradan ayrıldı. Fırat sahilinde bir fırının önüne geldik. Abdullah fırının içindeki ateşin alev alev yandığını görünce: “Cehennem ateşi uzak bir mesafeden onları görünce, onun öfkelenişini (müthiş kaynamasını) ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak cehennemin daracık bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yok oluvermeyi isterler.” Ayet-i kerimelerini okudu. Bunun üzerine Rebi bayıldı. Onu kollarımızda taşıyarak ailesine götürdük. Abdullah radıyallahu anh öğlene kadar başında bekledi ama Rebi ayılmadı. Akşama kadar bekledi ve nihayet Rebi ayıldı. Abdullah radıyallahu anh da evine döndü.1
Nafi radıyallahu anh anlatıyor: İbn Ömer radiyallahu anh gece namazı kılardı. Cennetten bahseden bir ayet okuduğunda durur, Allah’tan cenneti ister, dua eder, bazen de ağlardı. Cehennemden bahseden bir ayet okuyunca yine durur, cehennemden Allah’a sığınır, dua eder ve bazen de ağlardı. Bir gün “İman edenlerin, Allah’ın zikri ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?” ayetine gelince ağladı ve “Evet, geldi ya Rabbi; evet geldi ya Rabbi” dedi. Bir gün de Mutaffifin suresini okuyordu: “Öyle bir gün ki, insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzurunda (hesap için) divan duracaklardır.” ayetine gelince o kadar ağladı ki kendinden geçti.2
Mü’minlerin annesi Hz. Aişe radıyallahu anha namazda: “(Cennet’e girenler;) “Allah lütfetti de bizi vücudun içine işleyen yakıcı azaptan korudu, derler.” ayetini okuyunca ağladı ve “Allah’ım bana lütfet de vücuda işleyen o yakıcı azaptan koru! Sen, iyiliklerin sahibisin ve merhamet edensin” diye niyazda bulundu.3 Behz bin Hakim radıyallahu anh anlatıyor: “Tâbiinden, Basra’nın kadısı ve imamı olan Zurare bin Evfa, Ulu Cami’de sabah namazı kıldırıyordu. “O Sûr’a üfürüldüğü zaman var ya, işte o gün zorlu bir gündür. Kâfirler için (hiç de) kolay değildir.” ayet-i kerimelerini okuyunca yere düşüp vefat etti. Onun cenazesini taşıyanlar arasında ben de vardım.3
Allah korkusunun bir Müslümanın hayatının her anına tesiri söz konusudur. Müslüman “Nerede olursanız olun O (Allah) celle celaluhu sizinle beraberdir” şuuru ile yaşar. Bu şuur mü’min bir kulun hayat felsefesidir. “O (Allah) size şah damarınızdan daha yakındır” bilinciyle yaşayan bir Müslüman için hayata bakış ve o hayatı yaşayış elbette ki çok daha hoş ve çok daha anlamlı olacaktır. İmam Taberi şöyle nakleder: “Müslümanlar Medain şehrini aldıkları zaman bütün ganimeti topladılar. Bu arada bir adam yaklaştı. Elinde bir küp altın vardı. Küpü ganimetleri toplayan memura verdi. Memurun yanında bulunanlar:
-Şimdiye kadar böylesini hiç görmedik! Elimizdeki tüm eşyalar bunun değerine ulaşamaz hatta ona yaklaşamaz bile dediler. O zata:
-Bundan bir şey aldın mı, diye sordular.
-Allah’a yemin ederim ki Allah korkusu olmasaydı bu küpü size getirmezdim dedi.
O şahsın salih bir kimse olduğunu anladılar ve:
-Sen kimsin, diye sordular.
-Allah’a yemin olsun ki siz ve başkaları beni övmeyiniz diye kim olduğumu söylemeyeceğim! Peşine adam taktılar ve O şahsın Amir bin Abdikays radıyallahu anh olduğunu anladılar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Allah katında iki damla ve izden daha sevimli bir şey yoktur: İki damla; haşyetullah (Allah korkusu) sebebiyle akan gözyaşları ile Allah yolunda akıtılan kan damlasıdır. İki iz de Allah yolunda (cihad ederken) bırakılan iz ile Allah’ın farzlarından birini eda esnasında bırakılan izdir.”
Fanilerin kuru ve tesirsiz sözlerini bırakıp Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in duasına bütün kalbimizle amin diyelim.
“Allah’ım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse nasib eyle! Bizi, cennetine ulaştıracak kadar taatini nasib eyle! Dünya musibetlerini kolaylaştıracak kadar yakîn ihsan eyle! Allah’ım! Hayat verdiğin müddetçe bizi kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır (taatte kullandır); ölümümüze kadar da onları devamlı kıl! Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al! Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et! Bizi dinimizde musibete uğratma (itikad ve ibadetlerimize bir noksan gelmesin)! Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz, ilmimizin ulaşabileceği son nokta kılma! Bize acımayanları üzerimize musallat etme!” (Tirmizi, Deavat, 79/3502) Amin!
Dipnotlar
1,2,3Dr. Murat KAYA, Altınoluk dergisi, Ekim 2014