KAPAK – İhsan

Kur’ân-ı Kerîm’de ihsan kavramı hem Allah’a hem de insanlara nispet edilerek yetmişi aşkın ayette mastar, fiil ve isim şeklinde geçmekte, bu ayetlerin bir kısmında “başkasına iyilik etmek”, bir kısmında “yaptığı işi güzel yapmak” manasında, çoğunda ise herhangi bir belirlemeye gidilmeden mutlak anlamda kullanılmıştır. Hadislerde de aynı kullanımlara geniş olarak rastlanmaktadır.
İhsan; iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır. Allah’ın huzurunda olduğunu, O’nu gönül nuruyla görüyormuş gibi tasavvur ederek kulluk vazifelerini yerine getirmektir.
İyilik ise insanların birbirine ve hayvanlara karşılık beklemeksizin iyi niyetli davranışlarda bulunması, ihtiyaç durumunda veya ihtiyaç halinin dışında da birbirlerine yardım etmesidir.
Muhsin ise, ihsan eden, iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan demektir. İhsan sahibi olmak; takva sahibi olmaktır.
İslam dini Müslümanlara her koşulda iyiliği emreder. Yapılan iyiliklerin karşılık beklemeden yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yapılması gerekir, çünkü Müslümanlar yalnızca kendi iyiliğini değil, diğer insanların iyiliğini de düşünen iyi niyetli insanlardır.
Hz. Peygamber’in “Cibrîl hadisi” diye bilinen hadiste geçen, “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir” şeklindeki açıklaması (Buhârî, “Tefsîr”, 31/2, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1) ihlâs terimiyle de ifade edilen bu bağlamdaki ihsanın en güzel tanımı kabul edilmiş ve üzerinde önemle durulmuştur. İhsanın bu kapsamı bilhassa takvâ ile yakından ilgili görünmektedir.
İhsan yalnız ibadetle ilgili meselelerde müslümanın yükümlü olduğu bir sorumluluk değil, bütün söz ve işlerindeki değişmez tavrıdır.
İhsan kavramının nebevî sünnetteki, hadislerdeki kullanımını genel itibariyle üç kategoride değerlendirmek mümkündür.
1-) Güzellik: Yapılan işi en güzel şekilde yapmaktır.
2-) İyilik: Başta insanlar olmak üzere bütün canlılara iyilik yapmaktır.
3-) Kulluk: Allah’ı görüyormuşçasına kulluk vazifesini ifa etmektir.
Yapılan iyiliklerin hasbî ve Allah rızası için olmasının gerekliliğine işaret eden Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar bize iyi davranırsa onlara iyilik yaparız şayet kötü davranırlarsa onlara kötülük yaparız diyen şahsiyetsizlerden olmayın. Kendinizi, insanlar iyi davranırsa onlara iyilikle mukabele etmeye, şayet kötülük yaparlarsa onlara aynıyla karşılık vermeyip iyi davranmaya alıştırın.” (Tirmizî, Birr, 63)
İhsan, basiret üzere hareket etmektir. Bu, iyiliğin en yüksek düzeyde gerçekleşmesi anlamına gelir.
Dinimiz de yapılan işlerin İslam dininin gereklerine uymasını ve hakkı ile yerine getirilmesini emreder. Peygamber Efendimiz, bu konu ile ilgili, “Allah, amel sahibinin (iş adamının) iş yapınca iyi ve güzel yapmasını sever.” (Taberani) buyururlar.
Bir şeyi yapmaktan çok, onu nasıl yaptığımız önemlidir. Bir şeyi hakkıyla yapmak; insanları vicdanen rahatlatır ve kişiler arasındaki itimadı arttırır. Başkalarının işlerini eksiksiz yaptığında insanların bize olan güven duygusu ve aynı şekilde bize olan ilgileri de çoğalır. Bu bağlamda güzel iş ancak; ilim, ihsan ve iyi amel yan yana geldiğinde ortaya çıkabilir.
Peygamber Efendimiz, bir hadisi şerifinde ilmin amel ile bağlantısını, “İlimle az amel faydalı olur, ilimsiz çok amelin kıymeti olmaz.” (Deylemi) diyerek yorumlar.
Kişinin, hangi iş ile meşgul olursa olsun, mesleğinde ihtisas yapması demek; kendi ilminde ilerlemesi demektir.
İslam, helal kazanç yolunda çalışmayı bir ibadet olarak kabul eder. Bu bağlamda, Allah için atılan her bir adımın ve yapılan her bir işin Allah katında değeri vardır. Bizlere düşen ise dünya yaşamında elimizde olan vaktin kıymetini bilmek, iyi ve faydalı işler peşinde koşmaktır. Zamanı israf etmek, bir işi savsaklayarak yapmak, kötü mal satmak ve buna benzer diğer davranışlar; dinimizde hoş karşılanmaz.
Bir işte güzeli ortaya çıkarmak, özveri ve ciddiyet gerektiren bir konudur. Helal rızık peşinde olan kişinin başından şeytanın vesvesesi eksik olmaz. Şeytan, kişiyi fakirlikle korkutur ve onu helal rızkın peşinden koparmaya çalışır. Nefis de bu yolda şeytan ile dostluk eder. Bu bağlamda, işlerinde yanında AllahTeâlâ’nın olduğunu düşünen kimse bu vesveselere boyun eğmekten kurtulur.
“İman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar bilmelidirler ki, biz güzel iş yapanların ecrini asla zayi etmeyiz. İşte onlara, içinden ırmaklar akan adn cennetleri vardır. Onlar orada ince ve kalın ipekli yeşil elbiseler giyecekler; altın bileziklerle bezenecekler; orada tahtların üzerine kurulacaklardır.” (Kehf, 30-31) Bu ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere rızkın peşinde koşanlar ve faydalı işlerde bulunanlar, ahirette bunun karşılığında cennet ile mükâfatlandırılırlar.
İhsan sahibi olmak, kişinin Allah’a inanması, İslam’ın temel kurallarını yerine getirmesi, inancını davranışa dönüştürmesi, amellerini de Allah’ın kendisini görüyor bilinci ile yerine getirmesi demektir.
Bilgi adım adım ilerleyerek idrak ve şuura geçiş yapar. İdrak ise bilgiyi kişiliğin bir parçası kılar. Kişiliğin ayrılmaz bir parçası olan bilgi ona görmeyi; derinliğine görmeyi, soyut düşünme ve görmeyi mümkün kılar. Basiret sahibi kişi, bilgiyi elde ederek bu bilgi ile kişiliğini sağlama almış ve kişiliğinin üzerine bina ettiği bilgiyi şuur üzerinden bir melekeye dönüştürerek onu her düşünce ve eyleminin görücüsü kılmış kişidir. İşte ihsan, bu görücülüğü, ilahi gazeteciliğin soyut karakterini doğru algılayarak varlığını ona göre düzenlemesidir.
İhsan, hamd üzere yaşamayı başarabilmektir.
İhsan, bir beklenti olmadan verebilmektir.
İhsan, salt bir iyilik yapmak değil, olup biten her şeyin Allah ile bağını da idrak etmek ve ona göre kulluğunu temellendirmektir.