KAPAK- İhlas ve Takvanın Davranışlara Yansıması

İhlas ve takva, insana ve insanın amellerine değer kazandıran iki önemli esastır. İhlas ve takva, sadece zihin ve kalpte olan bir duygu ve düşünceden ibaret değildir; kalpte olan bu duygu ve düşünce, hareket ve davranışlara yansıdığı takdirde anlam kazanır. İhlas ve takva, amel ve davranışlara yansıdığı vakit amelleri makbul kılar ve insana değer kazandırarak Allah’a yaklaştırır.
İhlas ve takvanın insanın hal ve hareketlerine yansıyabilmesi için de kişinin, ihsan şuurunda yaşaması gerekir. Nitekim peygamberler başta olmak üzere bütün Allah dostları ihsan şuurunu canlı tutarak hayatlarını bu şuurda sürdürmüşlerdir. İnsanlara en güzel örnek model olarak sunulan İslam peygamberi, ihsanı; “Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.”[1] şeklinde tarif etmiştir. Yaptığı her şeyi Allah’ın gördüğünü, söylediği her sözü Allah’ın işittiğini, hatta kalbinden geçen duygu ve düşünceleri dahi Allah’ın bildiğini bilen bir kişi, hiç Allah’ın yasakladığı bir davranışı yapabilir mi? Elbette yapamaz.
Takva sahibi olmanın yollarından biri de iyilik ve salih amel yapmaktır. Salih amel yaparken sırf Allah’ın rızasını gözetmek gerekir. Nitekim Bakara suresi 177. ayette iyiliğin sadece sözle olmayacağı, fiil ve davranışlara yansıması gerektiği şöyle ifade edilmektedir:
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.”[2]
Bu ayette ifade edildiği gibi sadece sözle iman etmek ve “ben takva sahibiyim” demek yeterli değildir. Asıl olan ihlas ve takvanın insanın amellerine yansıması ve insanın Allah’ın rızasını gözeterek yakın akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara ve dilenen insanlara en değerli malından harcamada bulunmasıdır. Ayrıca Allah’ın emri olan beş vakit namazını dosdoğru kılması, malının zekâtını vermesi ve antlaşma yaptığında verdiği sözde durması/ahde vefa göstermesidir. Başına gelen bela ve musibetlerin Allah’tan bir imtihan olduğunu düşünerek sabretmesidir. İşte gerçek manada takva sahibi olan insanlar, ihlas ve takvasını davranışlarına yansıtanlardır.
İnsan, ihlası yaşamındaki en önemli hayat felsefesi haline getirmelidir. Yaptığı bütün işlerini sağlam ve düzgün yapmalıdır. Zira “Allah işini sağlam ve düzgün yapanları sever.”[3] Yapılan işlerin düzgün ve sağlam yapılması, ihlasın bir tezahürüdür.
İhlas ve takva sahibi mümin, korku ile ümit arasında bir hayat sürer. Yani bir yandan Allah’ın rahmetinden ümit kesmezken diğer yandan da ibadetlerine ihlasla devam edip günahlardan sakınarak tövbe ve istiğfarda bulunur.
İhlaslı insan, dünyevî makam ve mevkilerden uzak durur. O makama daha layık biri varsa onun o işi üstlenmesi için makam ve mevkiyi ona bırakır. Ancak o mevkiye getirildiği zaman da onu maddî ve kişisel çıkarlarına alet etmez.
İbadet ve zikri gizli yapmak da ihlasın tezahürlerindendir. Zira ibadet ve zikri açıktan yapmak, ihlası ortadan kaldırdığı için özellikle nafile ibadetleri gizli yapmak tavsiye edilmiştir.
Dinî vazifeleri de sırf Allah rızası için yapmak gerekir. Dinî vazifeler ihlasla yapılmazsa yapılan davette başarılı olmak mümkün değildir. Dinî vazifeleri yapan görevliler, ihlas ve samimiyetle bu hususta çaba ve gayret sarf etmeli, Allah’ın vazifesine karışmamalıdırlar. Zira insanların kalplerine imanı yerleştirmek, davetçinin görevi değildir. Allah’ın görevidir. Nitekim Allah Teâlâ,“(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”[4] buyurmak suretiyle peygamberini uyarmıştır. Peygamberler Allah’ın elçileridir. Onların vazifesi sadece apaçık bir şekilde Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek/iletmekten ibarettir.
Vatan ve millete hizmeti de dünyevî bir karşılık için değil, sırf Allah rızası için yapmak gerekir. Yapılan hizmet karşılığında insanlardan hediye dahi olsa bir karşılık almamak gerekir.
Kul hakkına azami ölçüde riayet etmek, ihlas ve takvanın gereklerindendir. Örneğin hac ve umre ziyaretlerinde izdiham sebebiyle insanlara eziyet etmemek için hacer-i esvedi öpmeyi terk etmek, ihlas ve takvanın gereğidir. Zira hacer-i esvedi öpmek için o izdihama girmek, insanlara eziyet etmeye ve kul hakkına girmeye sebep olacaktır.
İhlas ve takva, insanın tarafgirlikten uzak durmasını gerekli kılar. Zira tarafgirlik ihlası kırar ve hakikati değiştirir.
Başa gelen bela ve musibetlerin Allah’tan bir imtihan olduğunu düşünerek sabretmek, Allah’a şükretmek, ihlas ve takvanın bir tezahürüdür. İnsan, muhtaç olduğu bir durumda, zekât alması caiz olmasına rağmen benden daha muhtaç olan alsın diyerek hakkından vazgeçmesi de ihlas ve takvanın gereğidir.
Kısacası ihlas ve takva, insanın bütün organlarına yansımalıdır. Şöyle ki:
İhlas ve takva, insanın diline yansıyarak dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan, boş konuşmaktan alı koymalı, kişiyi Allah’ı zikretmeye, Kur’an okumaya, çevresindeki insanlara faydalı konuşmalar yapmaya yöneltmelidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.”[5] buyurmaktadır.
İhlas ve takva, insanın gözüne yansıyarak haram olan şeylere karşı gözünü kapatmalı, bu sayede kul, çevresindeki dünyalıklara ihtirasla değil, ibret nazarıyla bakmalı; helal olmayan şeylerden bakışlarını alıkoymalıdır.
İhlas ve takva, insanın kulağına yansıyarak onu Allah’ın yasakladığı haram sözleri dinlemekten uzaklaştırmalıdır. İnsan, ihlası sayesinde kulağını Allah kelamı başta olmak üzere Allah’ın meşru kıldığı güzel şeyleri dinlemekte kullanmalıdır.
İhlas ve takva, insanın eline yansıyarak ellerini harama dokunmaktan sakındırmalı, Allah’ın razı olacağı helal şeylere uzanmaya vesile olmalıdır.
İhlas ve takva, insanın ayaklarına yansıyarak onu günah işlenen yerlere değil, Allah’ın emrine uygun, O’nun rızasını kazandıracak yerlere yöneltmelidir.
İhlas ve takva, insanın kalbine yansıyarak kalbi Allah’ın yasakladığı kin, haset, kıskançlık ve düşmanlık gibi haram olan bütün duygu ve düşüncelerden temizleyerek; sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat ve merhamet gibi güzel duygularla beslemelidir.
İhlas ve takva, insanın midesine yansıyarak mideye haram lokma girmesine engel olmalı, bu itibarla kişi helal rızıkla beslenmeye gayret etmelidir.
Netice olarak diyebiliriz ki, ihlas ve takva sadece kalbî bir duygu ve düşünceden ibaret kalmamalıdır. İnsanın dünya ve ahirette gerçek kurtuluşa erişebilmesi için bu duygu ve düşünceleri amel ve davranışlarına yansıtması kaçınılmazdır.
* NEVÜ İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanı, msoysaldi@gmail.com
[1] Buhârî, İman, 37; Müslim, İman, 1.
[2] Bakara, 2/177.
[3] Âl-i İmran, 3/148.
[4] Kasas, 28/56.
[5] Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75; Ebu Dâvûd, Edeb, 122.