KAPAK – İdeal Örnek ve Önder Bir Din Görevlisi Olabilmek

Cenâb-ı Hakk’ın şu dünya hayatında yarattığı, bütün mahlukatı hizmetine sunduğu en şerefli varlık insandır. İnsanın fıtratından gelen, kaçması mümkün olmayan iki hususiyeti vardır. Aynı zamanda bu iki hususiyet insanın kelime manasında da gizlidir. Birincisi hemen girdiği ortama alışan, ayak uyduran mânâsındaki ünsiyet, diğeri ise unutan mânâsındaki nisyandır. İnsan, fıtratında olan bu iki özelliği hayra dönüştürmek için gayret edecektir mutlaka. Lakin bu noktada gayret göstermez, Allah’ın razı olduğu ortamlarda salih ve sadıklarla birlikte bulunmaya çalışmazsa, yapılan öğütlere kulak vermez ise, Ebu Cehil misali eline kemik parçasını alır da bir damla hakir sudan yaratıldığını unutarak “Allah bu kemikleri tekrar mı yaratacak?” diye hadsizce söz sarf edebilir. Binaenaleyh salih ve sadıklarla birlikte olmak, hayra çağıranlara kulak vermek, yapılan öğütlere uymak insanı büyük felaketlerden koruyacaktır.
Şu dünya yaratıldı yaratılalı insanları hayra davet eden, hayırlı ortamlara çağıran, Kur’an ve Hadisle öğüt veren ve ben Müslümanlardanım diyen davetçiler daima olmuştur. Bu davetçilerin başında Peygamberler, daha sonra Peygamberlerden aldıkları ilim mirası ile Hakk’a davet eden alimler gelmektedir. İnananlar, Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şeriflerle bu davetçilerden olmaya teşvik edilmiş ve bu kişiler övülmüştür. Çünkü insanın unutmaması gereken, unuttuğu takdirde hem dünyasını hem ahiretini perişan eden önemli noktalar vardır. Örneğin; insan, Yaratıcısını, dünyaya gönderiliş gayesini, kimin ümmeti olduğunu, kendisine yüklenilen büyük mes’uliyeti, gördüğü iyiliği, yaptığı kötülüğü, işlediği hataları, dünyanın faniliğini, ölümü, ölüm sonrası hayatı velhasıl imanını ve ibadetlere olan aşk ve heyecanını diri tutacak birçok şeyi unutmaması gerekir. Ancak nisyan özelliğine sahip olan insan bazen hayatın getirdiği yoğunluklardan dolayı bu hakikatleri unutuverir de karanlık ve çıkmaz sokaklarda buluverir kendisini. İşte unuttuklarını hatırlamaya, uyarılmaya, nasihate her zaman ihtiyacı vardır insanın. Günümüzde bu hatırlatma ve hayra çağırma vazifesini birçok kardeşimiz yapmaya gayret göstermektedir. Ancak resmî anlamda devlet eli ile Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından camilerimizde ve Kur’an Kurslarımızda vazifelendirilen Din Gönüllüsü Hocalarımıza bu şerefli vazife yüklenmiştir.
Toplum olarak kadını erkeği ile genci yaşlısı ile manevi anlamdaki eksikliklerimiz ne kadar fazla olursa, din gönüllüsü hocalarımıza o anlamda fazla sorumluluk düşmektedir. Her Müslüman tabi ki dini tebliğ ile sorumludur ama bizzat bu şerefli işi yapması için devlet tarafından maaş bağlanıp vazife verilen din gönüllüsü hocalarımızın Allah katındaki mes’uliyetleri daha ağır ve fazladır. Din gönüllüsü hocalarımızın ideal bir davetçi, kabul edilir bir rehber, örnek alınması gereken bir önder olmaları için olmazsa olmaz hususlar vardır. Bu hususların başlıcaları şunlardır;
Atanmış Değil Adanmış İnsan
Yazımda din görevlisi yerine din gönüllüsü dememdeki maksat bu başlık idi. Zira Hakk’a davet vazifesine kendisini adamayan kişiler, atandıkları zaman normal bir memur zihniyeti ile bu vazifeyi layıkıyla yürütemezler. Adanmışlık mesâi mefhumu gözetmemektir. Adanmışlık kırıcı sözlere aldırış etmemektir. Adanmışlık gönül kazanmak için kafa yormak, plan yapmaktır. Adanmışlık nefsi bastırarak adam kaybetmemek için çaba göstermektir. Adanmışlık maaş için değil maaş alsa bile bu şerefli ve aziz vazifeyi Allah için yapabilmektir. Kendisini bu vazifeye adayamayan, sadece iş kaygısıyla atanan din görevlileri mesai mefhumu gözeterek şahsî işlerine öncelik verir, söylenen kırıcı sözlere karşılık vererek insan kaybetmeyi önemsemez, maaşını alır, keyfine bakar. Üretken, çaba gösteren, uykusundan ve istirahatinden fedakarlık eden, ümmetin gidişatından, ümmetin evlatlarından kendisini sorumlu tutanlar ancak adanmış din gönüllüsü hocalarımızdır. Maaş almak bunu değiştirmez. Ailesinin rızkını temin için tabi ki maaşını alacaktır. Ancak maaşını helal kılmak için vazifesinin şerefine ve yüceliğine yakışır şekilde azimle çalışacaktır.
Söz ile Değil Hal ile Nasihat
Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in cehaletle dolu bir toplumdan 23 yıl gibi kısa bir sürede “Asr-ı Saadet Devri” olacak faziletler medeniyeti inşa etmesindeki ve her biri örnek ve önder şahsiyetler yetiştirmesindeki en önemli sebep “söylediğini önce kendisi yapan Peygamber” olduğundan dolayıdır. Her davetçi her din gönüllüsü bu noktayı asla kaçırmamalıdır. Zira insanlar mihraptaki Kur’an tilavetlerimize, kürsüdeki ve minberdeki haykırışlarımıza bakmazlar. Özellikle kürsüden anlattıklarımıza kendileri ile olan ilişkilerimizde ne kadar tâbi oluyoruz, ona bakarlar. Anlattıklarımıza başta kendimizin uyması insanlar tarafından örnekliğimizin kabulünü sağlayacak, sözlerimizi daha tesirli ve etkileyici kılacaktır.
Hayatlara Etki Gönle Girmekten Geçer
Din gönüllüsü hocamız özellikle sıkça görüştüğü, dersine gelen, arkasında saf tutan kimselere hâl hatır sormayı, bir ihtiyacının olup olmadığını sormayı eksik etmemelidir. Esnaf ise işyerlerinde, ihtiyar ise evlerinde, genç ise okullarında onları ziyaret etmeyi ihmal etmemelidir.
Bu kimseler evlilik sürecinde, çocuğu dünyaya geldiğinde, sıkıntılı zamanlarında, hastalandığında, cenazesinde velhasıl sevinçli ve acılı günlerinde camisinin görevlisini yanlarında görmek isterler. Bu günlerinde yanlarında olmayan hatta davet edildiği halde gitmeyen din görevlileri tabiri caiz ise ağızlarıyla kuş tutsalar, üst düzey Kur’an tilavetleri olsa, müthiş vaazlar verseler yine de o kimselere bir faydaları dokunmaz. Çünkü hakikat şudur ki gönle girmeden hayatlara etki edilememektedir.
Zamanın ve Çevrenin İhtiyacını Bilmek
İslâmî değerlerin baş tacı yapıldığı zaman ile İslâmî değerlerin ayaklar altına alındığı zaman, köyde görevli olmak ile şehirde görevli olmak, bir davetçi için büyük önem arz etmektedir.
İslâmî hassasiyetin çok olduğu zamanlar aile büyükleri hem kendilerini hem de evlatlarını şuurlu bir Müslüman olarak yetiştirme noktasında gayret gösterirler. Hal böyle iken din gönüllüsünün mes’uliyeti biraz daha hafifler.
Maalesef günümüzde olduğu gibi bırak evlatlarını yetiştirmeyi, aile büyüklerinin dahi İslâmî hassasiyetten uzak olduğu zamanlarda din gönüllüsü hocalarımıza büyük vazifeler düşmektedir. Hem ailenin hem de aile fertlerinin İslâmî noktada gayrete gelmeleri için din gönüllüsü hocamız büyük çaba göstermelidir. Aile ziyaretleri yapılarak çay sohbetleri ile ailenin, dînî değerlerin, namazın, helalin, haramın önemi vurgulanmalıdır. Aileyi kazandığımız kadar toplum İslamlaşacaktır.
Ümmetin Umudu da Geleceği de Gençliktir
Zamanın en büyük ihtiyacı gençlik faaliyetleridir. Bir din gönüllüsünün alamet-i fârikası ise gençlik çalışmalarındaki başarısıdır. Maalesef oluk oluk ateşe doğru giden büyük bir genç nüfus bulunmaktadır. Bu kadar vatan evladı, ümmetin çocuğu Batı’nın ve modanın etkisi altında kalarak, sapkın düşüncelere ve gayr-i ahlakî tutum ve davranışlara kapılmışken hiçbir gençlik faaliyeti yapmamak en azından haftada bir sohbette gençleri toplayıp ikramda bulunup nasihat etmemek en hafif ifade ile akıl tutulmasıdır. Ümmetin gençlerinde sessiz bir çığlık var. “Elimizden tutacak kimse yok mu?” diye. Ahlak, iyilik ve merhamet mahrumu bu gençliğin elinden din gönüllüsü hocalarımız tutmaz ise kim tutacaktır? Din gönüllüsü hocalarımızın ihmalkarlığından dolayı sapkın düşüncelere ve akımlara kapılan gençliğin vebalini Allah Teâlâ mahşerde kimden soracaktır? “Annesi babası ilgilenseydi canım” dememiz acaba mazeret olarak ne kadar kabul edilecektir? Binaenaleyh zamanın en büyük ihtiyacı gençlik faaliyetleridir. Her din gönüllüsü hocamızın plan çerçevesinde mutlaka ilgilendiği bir gençlik grubu olmalı, camide, gençlik merkezinde onlara mekan ve imkanlar sunacak ortamlar hazırlamalıdır. 30 sene bir camide görev yapıp arkasından üç-beş genç yetiştirip bu vatana, millete ve ümmete hizmetkar olarak bırakamayan hocalarımız oturup bunu düşünmelidirler.
Velhasıl, sözün özü, bir an önce atanayım da maaşa bağlanayım diyerek seçilecek basit bir meslek değildir Din Görevliliği. Bu niyette olanlar için başka meslekler seçmek daha uygundur. Ümmet-i Muhammed’in gidişatı için dertlenebilenler, mesai mefhumu gözetmeden insanlık ve nesil için kendisini adayabilenler, uykusuzluğa, yorgunluğa talip olabilenler, gençlere ve çocuklara sabredebilenler bu vazifeyi seçmelidir. Bu vazifenin mes’uliyetini kaldıracak olanlar da ancak bunlardır. Vesselam.