KAPAK- Haçlı Zihniyeti ve Kudüs

Kudüs şehri ve bu şehirde bulunan Mescid-i Aksa, İslam dininde büyük bir öneme sahiptir. Nitekim Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs şehri ve civarında, tüm insanlığa peygamber olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilen Hz. Musa ve Hz. İsa başta olmak üzere Hz. İbrahim, Lût, İshak, Yakub, Yunus, Yusuf, Davud, Süleyman, Zekeriya gibi birçok peygamber yaşamış yahut bir süreliğine olsa da burada bulunmuş ve bu bölgedeki birçok mekânı mabed olarak kullanmışlardır.
Kudüs tarihteki en eski şehirlerdendir. Bu şehir kısaca söyleyecek olursak, İslam dünyası açısından Müslümanların ilk kıblesi, Kıble Mescidi’ni (Mescid-i Aksa) içinde barındırması ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in “İsra ve Miraç” hadisesinin yaşandığı yer olması bakımından oldukça büyük öneme sahip, kutsal bir şehirdir.
İslam için önemli olduğu kadar Yahudi ve Hıristiyan dinleri için de kabul gören bazı yapı taşları burada bulunuyor. Yahudiler için Kudüs’ün kutsallığı Mescid-i Aksa’nın hemen altında yer alan ve Hz. Süleyman döneminde yapılan tapınağa ait olduğuna inanılan Ağlama Duvarının burada bulunmasından kaynaklanmaktadır. Hıristiyanlar için ise Kudüs’te bulunan Kutsal Kabir Kilisesi’nde İsa Peygamber’in çarmıha gerildiği ve kabrine konulduğu düşünülüyor. Bu yüzden de bu bölge Hıristiyan dünyası için hac noktası olarak kabul ediliyor.
Kudüs’ün bütün semavi dinlerce de kutsal bir bölge olarak kabul edilmesi tarih boyunca bu toprakların savaş alanı olmasına da neden olmuştur. Yaklaşık 4000 yıllık bir tarihe sahip olan Kudüs’ün rahat ve huzura kavuşmaya başladığı dönem Hz. Peygamberin vefatından 6 yıl sonra 638’de İslam Halifesi Hz. Ömer’in burayı ele geçirmesiyle başlar. Hıristiyanların bu bölgedeki kutsal merkezi Kudüs’ü kuşatan İslâm orduları başkumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh’tan aman dileyen Kudüs halkı, şehri bizzat halifeye teslim etmek istediğini bildirmiştir. Hz. Ömer, Ebû Ubeyde’nin daveti üzerine Kudüs’e gelerek şehri Patrik’ten teslim alıp anlaşmayı imzalamıştır.
Kudüs’te bir cami inşa edilmesini emreden Hz. Ömer, kadı olarak tayin ettiği Ubâde b. Sâmit’ten halka İslâm’ı öğretmesini istedi. Filistin’in fethinden sonra bölgenin yarısının yönetimini verdiği Alkame b. Mücezziz’e Kudüs’ü idare merkezi yapmasını tavsiye etti. Hz. Ömer’in vefatından sonra Hz. Osman da Kudüs’e önem verdi ve Silvan bahçeleri gelirlerini şehrin fakir halkına vakfetti. Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen Kudüs’ün fethinin ardından birçok sahâbî ve tâbiîn şehri ziyaret etmiş, bir kısmı buraya yerleşmiştir.
11. yüzyılın sonlarına kadar huzurun hâkim olduğu bu topraklara bu tarihten itibaren, Avrupa’nın Hristiyan damarının kabarmasıyla “Kudüs’ü ve kendilerince kutsal sayılan yerleri Müslümanların elinden alma” sloganıyla başlattıkları siyasi ve askeri harekât olan haçlı seferleri ile bir asra yakın sürecek olan kan ve gözyaşı yeniden geldi. Papa II. Urbanos, Clermont konsilinde din adamlarına seslenerek, Müslümanların elinde bulunan başta Kudüs olmak üzere Anadolu’daki ve Suriye bölgesindeki şehirlerin ele geçirilmesi gerektiğini söyledi. Papa, bu seferlerin büyük bir hac ibadeti olacağını, bu seferlere katılacakların bütün günahlarının affedileceğini iddia ederek halkın dini duygularını istismar ediyor ve batı dünyasındaki kıtlık, açlık ve topraksızlık problemlerini hafifletmek maksadıyla halktan sefere katılmalarını istiyordu. Ayrıca “Doğu’nun sokaklarında bal ve süt akmaktadır” anlayışından hareketle Doğu’nun zenginliklerini de ellerine geçireceklerini ve Tanrının kendilerini dünyada iken bile cennetin nimetlerinden yararlandıracağını söylüyordu. Böylelikle İslam’a ve İslam fetihlerine karşı derin bir kin duyan Avrupalılar kendi emperyalist duygularını açığa vuruyorlardı.
Bir milyona yakın kişi ile Anadolu’yu yakıp yıkarak 15 Haziran 1099 tarihinde Kudüs’e gelen Haçlılar, kutsal şehirde Müslümanlara acımasızca bir tavırla saldırıya geçmiş, tavuk keser gibi insanları doğramıştır. Haçlıların Kudüs’ü işgali sırasında sadece çok az sayıda insan hayatta kalabilmiştir. Yalnızca Müslümanları değil buradaki Yahudileri de Havralarında tümüyle ateşe vererek diri diri yakmışlardır. İşgalcilerin arasında bulunan Hristiyan tarihçi Raimundus işgalin ertesi günü Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mahalleye cesetlere basa basa ve dizlerine kadar çıkan kan göletlerinin içinden geçmek zorunda kalarak geldiğini, 3 gün içinde öldürülen insan sayısının yetmiş bin olduğunu itiraf ederek eserine kaydetmiştir. Bu katliamda Kudüs’te yalnız normal halk değil yüzlerce ilim adamı da şehit edilmiştir. Bu haber Bağdat’a, hilafet merkezine ulaştığında bütün Müslümanlar gözyaşı dökmüştür.
Müslümanlar 638 yılında Kudüs’ü fethettiklerinde Halife Ömer, Hristiyanlara can ve mal güvenlikleri konusunda söz verip, onların haklarını belirten bir anlaşma imzalamışken, Haçlılar ise tam aksine bir davranışla şehirde bulunan bütün Müslümanları, hatta Müslümanlara yardım ettikleri gerekçesiyle bütün Musevileri öldürerek dünyada eşi görülmemiş bir vahşet örneği sergilemişlerdir. Orduyla birlikte Kudüs’e giren Haçlı tarihçisi Fulcherius, şövalyelerin ve askerlerin Arapların yuttukları altınları bağırsaklarından çıkarmak için bunları öldürdükten sonra karınlarını deştiklerini, ellerinde kılıç şehirde dolaşıp hiçbir canlı bırakmadıklarını, bütün evlere girip ne buldularsa aldıklarını anlatır.
Zulümle bir asra yakın süren Haçlı Kudüs Krallığının sonunu ise 4 Temmuz 1187’de Hısttîn mevkiinde yapılan savaşta Kudüs krallık ordusunu yok eden Selahaddin Eyyubi getirmiştir. Bu zaferin ardından Müslümanlar, Kudüs Krallığı’na ait şehir ve kaleleri süratle ele geçirmeye başladılar. Mi‘rac kandiline denk düşen 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Selahaddin Eyyubi, Kudüs’e girdi. Haçlıların seksen sekiz yıl önce kana buladıkları şehirde hiçbir taşkınlık yapılmadı; Müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde kutladılar. Haçlılar, Kudüs’ten çıkıp giderken Ortodoks ve Ya‘kūbî Hristiyanlar şehirde kaldı. Musevilerin de şehre yerleşmesine izin verildi. Bir süre Kudüs’te kalan ve Haçlılarca tahrip edilen Mescid-i Aksa’yı kendi elleriyle süpüren ve gül yağıyla yıkatan Selahaddin Eyyubi, Harem-i Şerif’i Hristiyanlara ait sembollerden arındırdı. Fethin ardından, önceleri Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Kubbetü’s Sahra’daki haçın indirilmesiyle 88 yıl boyunca duyulmayan ezan sesi tekrar şehrin semalarında yankılanmaya başladı. Daha sonraki yıllarda Kudüs’ü ele geçirmeye uğraşan Haçlıların girişimleri başarıya ulaşmadı.
Sonraki tarihlerde Fatımilerin ve Memlûklerin yönetimine giren ve uzun yıllar İslam’ın hüküm sürdüğü Kudüs ve bölgesinin yeni hâkimi; 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye savaşlarından sonra Memlüklü Devleti’ni ortadan kaldırarak Mısır’ı da ele geçiren ve İslam dünyasının halifelik makamını elde eden Osmanlı Devleti ve onun muzaffer padişahı Yavuz Sultan Selim oldu. 1917 yılına kadar 400 yıl Osmanlı himayesinde kalan Kudüs, Osmanlı için her zaman büyük önem arz etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman, şehrin duvarlarını günümüze uzanan şekli ile yaptırmıştır. Yeni yapılan su yolları, havuzlar, hamamlar ve sebiller şehre farklı bir görünüm kazandırmıştır. Özellikle IV. Murad, Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamid Kudüs’e büyük hizmetler yapmıştır. Günümüzde şehrin en çok göze çarpan yapısı Kanuni Sultan Süleyman’ın 1536-1540 yılları arasında Haçlılara ait kalıntıların üzerine yaptırdığı eski Kudüs surlarıdır.
Ama ne yazık ki bugün Kudüs hâlâ işgal altındadır hem de 1948’den beri süren bir Siyonist işgal… Irkçı, zorba, faşist ve Batı’nın desteğini arkasına almış, alabildiğine şımarık ve küstahça tavrıyla insafsızca zulmüne devam eden Yahudi işgali… Ve bunun karşısında büyük bir İslam dünyası, eli kolu bağlı olarak duruyor. Ama yine de bilinçli Müslümanların Filistin’e sahip çıkma ve Mescid-i Aksa’yı esaretten kurtarma arzusu ve gayreti hala var. Bu konuda hassas olan ve elinden geldiğince gayret eden Müslümanlar “Kudüs için ben ne yapabilirim?” sorusunu sürekli olarak kendi kendilerine sormak zorundadırlar. Her Müslüman bu soruyu zihninde sürekli olarak canlı tutarsa, önümüzdeki yıllar Kudüs’ün geleceğinin daha da aydınlık günlere taşınacağı anlamını verecektir. Aynen Kudüs’ün Haçlı işgalinden kurtarıldığı günlerde olduğu gibi herkes Selahaddin Eyyubi’nin taşıdığı bilinç ve duyguya sahip olursa bu mübarek şehir elbette esaretten kurtulacaktır.