KAPAK- Duygularımız O’na Uyuyor mu?

“Hiçbiriniz, duyguları benim getirdiklerime tâbi olmadıkça, (imanın zevkine varan, kâmil) mü’min olamaz.” (Beğavi, Şerhu’s-sünne, I, 160). Mümin tepeden tırnağa iman etmelidir. Aklıyla, kalbiyle, bedeniyle, duygularıyla… İmanın tezahürleri bunların hepsinde görülmelidir. Kimi zaman yüce dini önümüzde hazır bulmuş olmak onun özelliklerine ve güzelliklerine tam olarak vakıf olamamamız sonucunu ortaya çıkarıyor. Zaten içine doğduğumuz Müslümanlığı gördüğümüz kadarıyla yaşayan insanların sayısı hiç de az değil. Bu nedenle iman ettiğimizi söylerken tam bir irade ortaya koyamıyoruz. Hâl ve hareketlerimiz yanında duygu ve düşüncelerimize asıl yön vermesi gereken unsurun iman olması gerektiğini unutup hevalar ile veya günübirlik dünyevi kaygılarla hareket ediyoruz. İslam kendisinde bir eksiklik olmadığı gibi müntesiplerinin de kendisine eksiksiz iman etmesini ister. İslam’a bir bütün olarak bakmayı bir de böyle değerlendirmek gerekir. Dindeki bütünlük (kâmiliyet), iman esaslarındaki ayrılmazlık Müslümanın üzerinde de (ibadetinde, ahlakında, muamelatında, duygularında …) görülmelidir. Diliyle inancını haykıran mümin her haliyle bu imanı tasdik etmelidir.
Sevgi, canlılar için yaşamın kaynağı olduğu gibi insanların davranışlarının da temeli olan fıtri bir duygudur. Sevgisizlik diye bir şey söz konusu değildir. Herkes bir şeyleri sever ve peşinden gider. Tabii ki insan sadece sevgiden ibaret değildir. Hal ve hareketlerimiz, düşüncelerimiz, heyecanlarımız, korkularımız … da bizim bir parçamızdır. Mühim olan onlardan olması gerektiği kadar üzerimizde taşımaktır. Örneğin Allah korkusu elbette olmalıdır. Fakat bizim asıl bağlılığımız muhabbetullahtan gelir. İnsani ve imani konularda sevgi en kuvvetli ve etkili yoldur. ‘’Sevgiden kaynaklanan itaat içten gelir, korkudan kaynaklanan itaat ise dıştan gelir ve sebebin kalkmasıyla yok olur.’’ (Ragıp el İsfahani)
İman başlı başına bir sevgi meselesidir. Sevdiğimiz için inanır, inandığımız için severiz. Kuvvetli bir iman, kuvvetli bir sevgi ile kazanılır. O ise Allah ve Resulünü her şeyden fazla sevmekle elde edilir. ‘’Buna rağmen öyle insanlar var ki, Allah’tan başka varlıkları O’na denk tutar da Allah’ı sever gibi onları severler. Gerçek mü’minlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir. Keşke o zulmedenler, azabı gördüklerinde anlayacakları gibi, şimdiden bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın, azabı gerçekten çok şiddetli bir zat olduğunu anlasalardı.’’ (Bakara, 165)
Müslümanların sevgileri Allah içindir. Müslümanlar Rablerini diğer insanların dünyayı sevdiğinden daha çok severler ve Allah’tan yana tavır alırlar. Tabii ki başka sevgileri de vardır. Vatanını, milletini, ailesini, evini, malını vs. de sever. Fakat Allah’ı sever gibi sevmez. Bunların sevgisi de Allah’a bağlıdır. Allah sev dediği için sever. Müminin sevgisi de kini de Allah içindir. İşte bu da amellerin en üstünüdür. Bu bir manasıyla Allah’tan razı olma durumudur (Onlar Allah’tan razı Allah da onlardan). Allah’ın kulunu sevip razı olması, kulun Allah’ı sevip ondan razı olmasıyla ilgilidir. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) Hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Maide, 54)
Allah sevgisi herhangi bir eşyanın sevgisi gibi değildir. Allah ı sevmek iddiası Allah’ın sınırlarını korumak ile ortaya çıkar. Mümininin gönlündeki Allah sevgisi onun davranışlarına yön verir. Hayra yönlendirip şerden uzaklaşmasını sağlar. Allah sevgisi Allah’a kul olmayı kolaylaştırır ve sevdirir. Hakiki manada kulluk ise sultanlık demektir. Allah sevgisi yerine başka sevgiler ittihaz etmek, O’ndan başka ilahlar edinmeye benzer. Hakiki iman ve Allah sevgisi Allah’a ait olan alanları Allah’a has kılarak olur. Ancak ve ancak O’na ibadet edip O’ndan yardım istemekle olur. Bu ‘’Allah’ı çok seviyorum.’’ iddiasının delilidir. Bu konudaki samimiyetimizi şöyle bir hayatımıza bakarak test edebiliriz; Çocuklarımız gayri İslami yollara saptığında, namazdan, oruçtan uzaklaştığında (Allah sevgisinin azalması sonucu) gösterdiğimiz tepki ile derslerden zayıf getirdiğinde, işsiz kaldığında veya evlenemediğinde gösterdiğimiz tepkiler aynı mı? Bu da Allah sevgisi kapsamında bizim turnusol kağıdımız olsun.
Allah’ı seviyorum demek Allah’ın sevdiklerini sevmek; dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmaktır. Seven sevdiğinin sevdiğini sever ve tabii olur. Allah’tan sonra sevilip tabi olunacakların en başında Allah Resulü (sas) gelir. “(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.’’ (Âl-i İmran, 31) Peygamber-i Zişan’a (sas) gereğince tabii olmadan iman ve Allah sevgisi iddiası boş bir iddiadır. Kafamıza göre kulluk edemeyiz. Peygamber’in (sas) ortaya koyduğu örneği özümsemeden kulluk etmiş de olmayız. Allah’ın onayladığı kulluk modeli peygamberin (sas) yaşadığı kulluktur.
Taşıdığı iman cevheri sebebiyle müminlerin diğer müminleri de sevmesi imanının bir neticesidir. Bakın Müslüman kardeşini sevmeyi Rabbimiz, Peygamberinin dilinden imanda nereye koyuyor; “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” (Müslim, Îmân 93-94; Tirmizî, Et’ime 45; İbn Mâce, Mukaddime 9) Allah Teâlâ kendi rızasını insanların muhabbetine ve rızasına bağlıyor. Kardeşlerimizi sevince Allah’ı sevindirmiş, onları üzünce Allah’ı üzmüş olacağımızı bilmeliyiz. Müminleri sevmezsek ihlasımızı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Nasıl ki imansız cennet olmazsa, müminleri Allah için sevmek de imanın gereklerindendir. Kalbimize söz geçirip bunu başarmak zorundayız. İslam’ı daha iyi yaşamak için gittiğimiz, tuttuğumuz yol doğru yol olabilir ama inanın tek doğru yol bizimki değildir. Mümin kardeşlerimizin de yoluna, usulüne, karakterine İslam’a bir aykırılığı olmadığı müddetçe tahammül etmeliyiz. Ülfetin, muhabbetin, uhuvvetin ve ünsiyetin sevgisiz gerçekleşmesi mümkün değildir. Hiçbir vasfıyla bize uymayan bir insanı sadece mümin olduğu için sevmek Allah için sevmektir. Sevgiye Allah için değerini kattığımız oranda imanımız güzelleşiyor. “Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resulünü (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67.Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10)
Sevgi en çok istismar edilen şeylerin başında gelir. Sevginin direkt etkilemediği hiçbir alan yoktur. Adalet, ibadet, iradeli davranışlar, sosyal yaşamımız… hepsi sevgilerimizin yol göstermesiyle şekillenir. Bu sevgiye yön veren Allah sevgisi olmazsa aşırılıklar, bağımlılıklar, vehn hastalığı hatta zulümler insanların yakasını bırakmayacaktır. Peygamber Efendimiz (sas) “Bir şeyi çok sevmen seni kör ve sağır eder.” (bk. Müsned, 36/24, h. no: 21694; Keşfu’l-Hafa, 1/395) buyuruyor. O halde sevginin körü, sağırı ve kölesi olmamak için öncelikle onu doğru kanalize edip ölçülü olacağız. Yine Peygamberimizin (sas) “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet; olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir.” hadisi de bu gerçeğe vurgu yaparak bizi itidalli olmaya çağırıyor. Sevgide ölçüyü kaçırmak bizim için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Sevgisini düzene koyan müminliğini de düzene koyacaktır. Hz. Ömer’e (ra) ‘’Ben şerefi ve izzeti İslam’da buldum’’ dedirten, herkesin soy sop saydığı bir yerde Selmân-ı Farisi’ye (ra) ‘’Ben İslam’ın oğluyum’’ dedirten saik imanın sevgi ayarını iyi yapmış olmaları değil midir?
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın duasıyla; ‘’Sen duyurmazsan biz duyamayız, sen sevdirmezsen biz sevemeyiz, sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini.’’ El Vedud olan, en çok seven, en çok sevilen, sevginin kaynağı olan Allah’a emanet olunuz.
“Allah’ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla süsle! Bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı sevdirme, kerih göster, bizi doğru yolu bulanlardan kıl!” (İbn Hanbel, III, 424)
Kaynaklar
1. Kelam Araştırmaları, Sevgi İstismarı ve Sevgide Aşırılık, Prof. Dr. Şaban Ali DÜZGÜN
2. Hadislerle Gerçekler, Prof. Dr. İsmail Lütfü ÇAKAN