KAPAK- Dr. Hasan Hüseyin Uysal İle Söylesi

“Biz, Dünyaya İyiliği Götürmeye Çalışan Bir Toplumuz”
İlkadım: Mavi Marmara gemisinde bizzat bulunan şahıslardan birisisiniz. Sizi tanıyabilir miyiz, nerden katıldınız?
Hasan Hüseyin Uysal: Ben, Op. Dr. Hasan Hüseyin Uysal. Konyalıyım. Konya bölgesinden katıldım. Konya’da Mazlumder yönetim kurulundayım. Konya Özel Selçuklu Hastanesinde halen göz hekimi olarak görev yapmaktayım.
İlkadım: Bu insani yardım gemisine katılmaya nasıl karar verdiniz?
Hasan Hüseyin Uysal: Daha önce de insanî yardım amaçlı olarak iki kere Afrika’da ve komşu ülkelerimizden birinde bulundum. Salt insanî yardım götürmek amacındayız. Bu bizim özümüzde var, ruhumuzda, düşüncemizde var. İnancımızın özünde de bu var. İnşaallah bu hadiseden dolayı herhangi bir yılgınlık söz konusu değil. Yaşarsak, ileri hayatımızda da buna yönelik planlarımız var. Yani ben mümkün olursa bu yıl içerisinde, olmazsa başlayacak yıl içerisinde Afrika’da katarakt ameliyatlarına katılmak istiyorum. Allah izin verirse, buna benzer yardım faaliyetlerinin içerisinde yine bulunmak istiyorum.
İlkadım: Gitmeden önce böyle bir güçle karşılaşabileceğinizi hiç tahmin ediyor muydunuz, aklınızdan geçiyor muydu?
Hasan Hüseyin Uysal: Doğrusu şimdiye kadar yapmış oldukları davranışlarıyla İsrail’in bir ölçüsüzlük yapabileceğine ihtimal veriyordum, ama bu kadar vahim bir tabloyu düşünmemiştim. Biz ailemizle bu manada helalleştik. Yani ne olur ne olmaz, bir kişi ölecekse o da ben olurum düşüncesiyle helalleşmiştik. Fakat asla ve asla bu boyutta bir saldırı beklemiyorduk. Öyle tahmin ediyorum ki hayal edemeyen yalnızca ben değilim, bütün dünya böyle bir şeyi düşünmüyordu. Bu, herkes için korkunç bir sürpriz oldu. Kocaman savaş gemileriyle küçücük bir yolcu gemisine saldırıyorsunuz, deniz altı getiriyorsunuz, sayısını bilmediğimiz kadar helikopter, sayısını bilmediğimiz hücum botları getiriyorsunuz. Savaşa mı giriyoruz? Yani giderken böyle bir tahminimiz yoktu. Ama böyle bir sürpriz ile karşılaştık, dehşet verici bir şey.
İlkadım: Hocam İsrailli askerlerin korkudan ağlayan resimlerini gördük. Aktivistlerin elinde bunları korkutacak derecede silahlar mı vardı? Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Hasan Hüseyin Uysal: Gemiyi savunan arkadaşlarımızın hiçbirisinin elinde silah yoktu. Arkadaşlar bana getirdiler o esiri. “Ufak tefek yarası olabilir, korkuyla bize teslim oldu. Tıbbi olarak ne gibi bir ihtiyacı var biz bilmiyoruz. Siz buna bakın. Bu bizim namusumuzdur, lütfen hiç kimse taşkınlık yapıp bunu incitmeye kalkmasın.” dediler.
Biz dünyaya adaleti, iyiliği örnek olarak göstermeye çalışan bir topluluğuz. Zaten bu bizim de anlayışımızdı. Bir kere biz mü’miniz. Adaleti, ölçüyü ortaya koymak için varız. Mü’minliğimiz bunu gerektiriyor. İkincisi, ben hekimim. Dolayısıyla bu insanlar, bize dünyanın ortak sularında saldırdıkları halde bizim arkadaşlarımız bu duyguyla bize getirdiler. Biz de yine aynı hassasiyetle bunların yaralarının bakımlarını yaptık. Gördük ki çok ağır yaraları yok. Bizim arkadaşlarımız bunlardan çok daha ağır yaralarla yaralanmış olmalarına rağmen, biz onların pansumanlarını yaparken, “Ben namusumu savunmaya geri gideceğim.” diyorlardı. Biz, “Dur biraz, şuranı buranı da saralım da öyle git.” diyorduk. Ama bu askerler öyle üç beş tane çizikle teslim olmuşlardı. Çok korkuyorlardı. Yani birisi korkmuş, dehşet içerisinde hem ağlıyor hem de – özür dilerim ama – altını kirletmişti. Bu, asker bir çocuktu. Biz ona İngilizce olarak: “Ben doktorum, sana da tıbbi bakım gerekiyor, sen revirdesin. Biz sana tıbbi hizmet vereceğiz, korkma.” dedim. Gerçekten elimizde pansuman malzemelerini görünce rahatladı. Dünyaya ne yansıdı yansımadı bilmiyorum, ama bizim kendi tecrübelerimiz bu yönde. Yani Allah’a şükür vicdanen rahatız. Bu konuda kalbimizde bir tereddüt yok. Üzerimize düşen buydu, yaptık, müsterihiz.
İlkadım: Bu İsrail askeri rol mü yapıyordu, yoksa gerçekten mi korkuyordu sizce?
Hasan Hüseyin Uysal: Benim kanaatim gerçekten korktuklarıydı. Teknoloji olarak çok üstün olabilirler, ama yürek olarak bu kadarlar. Sadece sayıları kalabalık olduğu zaman kendilerine cesaret geliyor. Bunların ölçüsü olmadığı görülünce, herkes açık alanda kalmasın, salona girsin, kimse eline tabak çanak bir şey almasın denildikten sonra bile çok kalabalık sayıya ulaşana kadar bizi teslim almaya gelemediler. Sayıları çok kalabalıklaştı, ancak öyle geldiler.
İlkadım: Ne kadar asker vardı?
Hasan Hüseyin Uysal: Tahminimce 500 silahlı, donanımlı asker vardı. Hem de nasıl bir donanım. Bu kadar abartılı bir donanım, ama bir yere giderken ellisi birden gitme gereksinimi duyuyor.
İlkadım: Hocam doktorların bile İsrail askerleri tarafından işkence gördükleri, dövüldükleri yönünde haberler okuyoruz. Size böyle bir saldırıda bulunuldu mu?
Hasan Hüseyin Uysal: Herkes bulunduğu noktayı terk edip içeri girsin denildiği anda biz “Bunların yaralılarını verelim, belki bunlar da böyle azgın bir şekilde, psikopat bir şekilde saldırma duygularını bırakır, bizim insanlığımızı görürler de bir adım bize gelirler.” dedik. Ama esir askerleri veren doktor arkadaşa ateş açtılar. Hamdolsun ki tam dönme anında koluna zarar verildi, gövdesine bir şey gelmedi. Daha sonra sen doktor musun, sen şu musun, sen bu musun hatta sen hanım mısın, sen beyefendi misin demeden hepimizi ellerimizi arkadan çok kaba bir şekilde, sıkı bir şekilde kelepçelediler. Öyle ki ellerin beslenmesi bozuldu, morardı. Bildiğimiz kadar İngilizceyle: “Bakın bu sizin için hukuki olarak da sıkıntı doğuracak. Bir kısmımızı öldürdünüz zaten. Şu an esir aldığınız esirlere de kötü muamele ediyorsunuz. Yani bu adamların beslemesini bozacak, parmaklarının kangren olduracak şekilde boğuyorsunuz, bunu serbest bırakmak zorundasınız.” dedik. Bir takım tazyiklerle bunu gevşettiğimiz durumlar oldu. Tabii bin bir güçlükle, tüfek dipçiğiyle susturulmaya çalışılarak, sus konuşma diyerek. Bizim de elimiz bağlıydı.
İlkadım: Şehitlerimizin hepsi İsrail askerlerinin silahlarıyla mı yoksa daha farklı öldürülme şekliyle mi öldürüldüler?
Hasan Hüseyin Uysal: Bize gelen ilk yaralılar hafif yaralılar, orta yaralılardı. Belli bir kademe sonra bunların ölçü tanımaz ölümcül yaralar olduğunu gördük. Daha sonra bizi ellerimiz arkadan bağlı bir vaziyette güverteye çıkartıp orada oturttuklarında, üzerindeki fişekleri o zaman gördüm. Bacakları kıran şeyin ne olduğunu o zaman anladım. Bayağı kalın bir plastik mermi. Demek oluyor ki bu plastik mermi çok büyük bir basınç oluşturuyor. Kocaman uyluk kemiği, diz kapağı ile kalça arasındaki kemik vücuttaki en kalın kemiklerden biridir. Bu kemik nasıl kırılır? Bu merminin tek dokunmasıyla ya da çarpmasıyla böyle kırılıyor. Tek parçayken ikiye ayrılıyor. Yani çok büyük bir basınç var burada. Deriden içeri girmiyor. Vuruyor, kırıyor, kemiğin keskin ucu deriyi öbür taraftan yırtıyor. Böyle vahşi silahlar vardı. Mesela yaralılarımız geldi. Dalak bölgesinde dışarıda bir çürüme, ezilme var gibi. Bu mermiyi bilerek kasten attılar. Ve iç kanama yaptı. Çünkü biz hastalananlar olabilir diye bir miktar serum getirmiştik. Biz o serumları sağından solundan taktığımız halde damar hacmini sağlayamadık. Demek oluyor ki ciddi bir iç kanamaya yol açmışlar. Yine bazı kardeşlerimiz aynı eziklerle göğüs bölgesinden vurulmuş. Artık orda hem akciğer muhtemelen patlamış, dışarıya hava sızıyordu. Bir taraftan sızan hava akciğeri söndürüyor, sıkıştırıyordu. Bütün gayretlerimize rağmen, bu arkadaşlarımız gözümüzün önünde eridiler gittiler. Ellerindeki her şeyle saldırmışlar. Bombalarla, tüfeklerle.
İlkadım: Furkan Doğan’ın şahadetinde siz müdahil oldunuz mu?
Hasan Hüseyin Uysal: Furkan’ın adı aklıma gelince, Furkan’ın bahsi geçince çok etkileniyorum. Allah’a hamdolsun korkak biri değilim. Ama Furkan’a çok içim yanıyor. 18-19 yaşında bir delikanlı. Tıp fakültesini kazanacak derecede puan almış bir delikanlı. Saldırıdan bir gün önce: “Abi sen doktormuşsun, ben tıbbı yazmayı düşünüyorum. Ne dersin?” demişti. Öyle başlamıştı muhabbet. Ve bir saate yakın muhabbet etmiştik. Pırıl pırıl bir delikanlıydı. Zekâ, cevher fışkırıyordu o çocuktan. Ama yürekliydi de. Ona nasihat etmiştim: “Tıbba gitmek istiyorsan çok çalış. Böyle genel tabip olarak kalayım deme, ihtisas yap. Bunun için kendini psikolojik olarak hazırla.” dedim. Bu çocuğun şehadetini biz sonra öğrendik. Bizim elimize gelmedi onun bedeni. Furkan’ın şehadetini gören bir arkadaş söylemişti çok yakın bir mesafeden ateş ettiklerini. Kurşun alnından girdi, kafasının arkasından çıktı. Çok yakın mesafeden ateş edildiği için beyni parçalanmıştı. Ben hekimim, acil serviste binlerce ağır yaralılar gördüm ama o pırıl pırıl bir çocuk. Bir saat onunla muhabbet ediyoruz, onun gönül zenginliğine, yiğitliğine ve duygularının zenginliğine şahit oluyoruz. Elinde sadece kamera olan, 18-19 yaşındaki bir çocuğun böyle vahşi bir şekilde öldürülmesi içimi parçalıyor. Nasıl bir vahşet ki zaten ölmüş olan bir çocuğa 4-5 kurşun daha sıkılıyor. Buna anlam veremiyorum. Vahşet kelimesi bile bunu anlatmaya yetmez
İlkadım: Hocam çok teşekkür ediyoruz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Hasan Hüseyin Uysal: Bu gemi sanki Gazze idi. O anda gördük ki masum insanlar nasıl saldırı altında tutulabiliyorlar? Nasıl masum insanlar hiçbir ölçü tanımadan katledilebiliyorlar? Nasıl masum insanlar merhametsiz bir şekilde düşmanca bir muameleye tabi tutuluyorlar? Allah Gazze’yi de dünyada sıkıntıda olan başka yerleri de huzura kavuştursun, özgürlüğe, adalete kavuştursun. Allah’ın merhameti büyüktür. Hikmeti gereği bize bazı imtihanlar uyguluyor. Kim yardımseverdir? Kim zalimin yanındadır? Böyle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla insanlarımıza gelin hep beraber mazlumun yanında olalım çağrısında bulunarak bitirelim.
İlkadım: Allah razı olsun.
Hasan Hüseyin Uysal: Allah hepimizden razı olsun.