KAPAK / Asr-ı Saadet ve Günümüzde Mescidler ve Fonksiyonları

KAPAK / Asr-ı Saadet ve Günümüzde Mescidler ve Fonksiyonları

Toplayan, bir araya getiren manalarına gelen camiler, yeryüzünün en kutsal mekânı ilk mabedi olan Kâbe-i Muazzama’nın şubeleridir. Bu kutsal mabetlerde toplanarak cemaat olmanın en büyük hikmeti “birbirleri ile kardeş olan mü’minler” (Hucurat, 49/10) arasında birlik ve beraberliği tesis etmektir. Zira mü’minler birbirlerini camilerde tanır, dininin emir ve yasaklarını orada öğrenir, dertlerini, sevinçlerini din kardeşi ile burada paylaşır. Omuz omuza verdiği Müslümanlarla kendini güvende hisseder.

“İlk Müslümanlar Dârül Erkam’ı bir mescid haline getirmişlerdi. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’ın Mekke’deki evinin bahçesinde kendisi için yaptığı küçük mescid, özel olmakla beraber bir Müslüman tarafından inşa edilen ilk mesciddir. Hz. Ömer radiyallahu anh İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Müslümanlar insanlık tarihinin ilk mescidi olan Mescid-i Harâm’da açıkça namaz kılmaya başladılar. (İbn Hişâm, I, 367)

İlk muhacirler Kubâ’ya geldiklerinde burada bir mescid yapmış ve Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim’in arkasında namaz kılmışlardı. Hz. Peygamber aleyhisselam’ın Medine’de ilk cuma namazını Benî Sâlim’in mescidinde (Mescid-i Âtike) kıldığına dair rivayet de (İbn Şebbe, I, 68) onların hicretten önce mescidlerinin olduğunu göstermektedir. Peygamberimiz Medine’ye hicret edince arsasını Sehl ve Süheyl adlarındaki iki yetimden satın alarak Mescid-i Nebevî’yi yaptırdı. (Buhârî, “Menâkıbü’l-Ensâr”, 45)

Asr-ı Saadette Caminin Fonksiyonları

Medine dönemi ile birlikte mescitlere birçok fonksiyon kazandırıldı. Mescid başlangıçta idare, eğitim ve öğretim merkezi gibi değişik amaçlar için kullanılmışsa da onun asıl fonksiyonu bir mâbed oluşudur. Ayetlerde geçen “Allah’ın adı anılan, sabah akşam tesbih edilip namaz kılınan evler” (en-Nûr, 24/36); “Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla def etmeseydi içlerinde Allah’ın adının çokça anıldığı mescidler… yıkılıp giderdi.” (el-Hac 22/40) vb. ifadeler buna delâlet eder.

İslâmiyet’te bütün yeryüzü mescid kabul edilmekle beraber namazların cemaatle camide kılınması, gerek sevap bakımından gerekse sosyal yönden büyük bir önem taşır. Cuma ve bayram namazları ise mutlaka cemaatle kılınır.

Eğitim Öğretim ve Kültür Merkezi Olarak Mescid

Hz. Peygamber’in, bir gün mescide girdiğinde cemaatin bir kısmını dua ve zikirle, diğer bir kısmını ilimle meşgul halde görüp “Ben muallim olarak gönderildim” diyerek ilimle meşgul olanların yanına oturması (İbn Mâce, “Mukaddime”, 17) Asr-ı saadette mescidin eğitim ve öğretim alanındaki fonksiyonunu göstermeye yeterlidir.

İslâm’da ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri Mekke döneminde Dârül Erkam’da başlamış, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşasından sonra buna hız verilmiştir. Peygamberimizin Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmiştir ki bu ilk asırda hadis derslerini ifade ediyordu. Bu meclislerde Hz. Peygamber’in etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir. (Buhârî, “İlim”, 8) Halkalara ders vermede bazı sahâbîler de kendisine yardımcı olmuştur.

Mescidde barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan (Kettânî, II, 232-233) Ashâb-ı Suffe, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyordu. İçlerinden bir kısmı sırf bunun için ticaret, zanaat ve tarım gibi işlerden çekilmiştir.

Mescidde eğitim ve öğretim sadece erkeklere münhasır değildi; kadınlar için de Mescid-i Nebevî’de ayrı bir gün tahsis edilmişti. Kadınların dinî konulardaki geniş kültürleri, kendilerine Hz. Ömer gibi sertliğiyle tanınan bir halifeye çekinmeden itiraz edebilme cesareti vermiştir. Nitekim Hz. Ömer, mehirlere sınırlama getiren kararından bir hanımın itirazı üzerine vazgeçmiştir.

Mezhep imamları camide yetişmişler ve buralarda ders okutmuşlardır. İmam Şâfiî küçük yaşlarda mescidlerdeki ders halkalarına katılmış, daha sonra buralarda ders vermiştir. Ebû Hanîfe kendi mescidinde ders okutur, talebelerinin mescidde yüksek sesle müzakere yapmalarına müsaade ederdi. İmam Mâlik, Mescid-i Nebevî’de, Hasan-ı Basrî Basra Camii’nde öğretimle meşgul olmuşlardır. Tefsir, hadis, tarih, mantık, matematik, cebir, tıp alanlarında oldukça bilgi sahibi olan Taberî gününün bir kısmını eser yazmaya, bir kısmını mescidde ders vermeye ayırırdı.

Kur’an ve hadisi anlamadaki öneminden dolayı daha ilk asırlardan itibaren edebiyat, bilhassa eski Arap şiiri de bu derslerin konuları arasına girmiştir. Daha sonra camilerde nazarî tıp dersleri dahi verilmiştir. Meselâ V. (XI.) yüzyılda Hâkim-Biemrillâh devrinde İbnü’l-Heysem Ezher Camii’nde tıp dersleri veriyordu.

Camilerin eğitim ve öğretim mahalli olarak kullanılması geleneği Osmanlılarda da başlangıçtan beri benimsenen ve devam ettirilen bir uygulama olmuştur. Osmanlı camilerindeki eğitim ve kültür faaliyetlerini tamamlayan önemli bir unsur da çok yaygın olarak görülen camilerde kütüphane tesisi geleneğiydi.

Caminin Devlet Müessesesi Olarak Hizmetleri

a) Siyasetin Merkezi Olarak Cami

İslâm dininin tebliğcisi olduğu gibi İslâm devletinin de başkanı olan Hz. Peygamber’in evi mescide bitişik bulunuyordu ve cami ile evini dinî ve idarî münasebetler yönünden âdeta bütünleştirmişti. İslâm açısından din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmazlığının bir ifadesi olan Hz. Peygamber’in bu uygulaması, daha sonraki dönemlerde de uzun bir süre devam etti. “Dârül İmâre” denilen hükümet konakları cami yanında inşa ediliyordu. Bu uygulama Emevî ve Abbâsîler’de de devam etti.

Hz. Peygamber’in devlet yönetimiyle ilgili meseleleri mescidde görüşüp kararlar alması ve orada bu kararları halka duyurması sünneti kendisinden sonra devam etmiş, devlete ait idare binaları yapıldığında da bu âdet sürmüştür.

Halifenin vilâyetlerdeki temsilcileri olan valiler merkezî camide imamlık yapar, bazen kadılık, kumandanlık gibi görevleri de üstlenirlerdi. Zira valilerin halkla bütünleşmesi istenmiş, halkın kendilerine ulaşabilmesi için cami en uygun yer kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber diplomatik görüşmeleri de mescidde yapar, yabancı elçileri en güzel elbiselerini giyerek burada kabul ederdi. Onun elçileri kabul ettiği yer halen “Üstüvânetü’l-Vüfûd” (sefirler sütunu) olarak bilinmektedir.

b) Kamu Yönetimi Açısından Cami

Camiler ilk dönemden itibaren idarecilerin halkla bir araya geldiği yerlerdi. Asr-ı saadette her türlü istek ve meseleler burada dile getiriliyordu. Müslümanlar Hz. Peygamber’e, ilk halifelere ve diğer idarecilere namaz öncesinde ve sonrasında talep ve şikâyetlerini kolayca intikal ettirebiliyorlardı.

Bir vali hakkında merkeze şikâyet ulaştığında müfettişler camileri gezerek tahkikat yaparlardı.[1] Mukaddes kitaplar içinde devlet bütçesi ve harcamaları ile ilgili hükümler ihtiva eden tek kitap olan Kur’an’ın bu iktisadî hükümleri Asr-ı saadette camide yürütülürdü. Hz. Peygamber devrinde Mescid-i Nebevî’ye bitişik “meşrebe”, “gurfe” veya “hizâne” adlarıyla anılan bir oda beytül mâl olarak kullanılıyordu. (Muhammed Hamîdullah, İslam Peygamberi, II, 1121)

c) Caminin Adalet Hizmetlerindeki Yeri

İslâmiyet’in kendine has hukuk sistemi mescidlerdeki ders halkalarında tâlim edilmiştir. Ashâb-ı kirâm hukukî konuları mescidlerde müzakere ederdi (Dârimî, “Mukaddime”, 51). Hz. Peygamber’in minberi ahkâmın öğretildiği, yanlış hukukî uygulamaların düzeltildiği bir yerdi. Hz. Peygamber’in, “Benim şu minberimin dibinde kim yalan yere yemin ederse cehennemdeki yerine hazırlansın” (Ebû Dâvûd, “Îmân”, 3) meâlindeki hadisi, davalara Mescid-i Nebevî’nin minberi yanında bakıldığını göstermektedir. Nitekim Buhârî’nin naklettiğine göre Hz. Ömer ve Mervân’ın davalara baktıkları yer minberin yanındaydı.

d) Mescidin Askerî Amaçlar İçin Kullanılması

Kendisinden önceki birçok peygamber gibi Peygamberimizin bir vasfı da ordu kumandanı olmasıdır. Bu bakımdan Asr-ı saadette mescid askerî bir karargâh, bir nevi askerî şûra meclisi ve askerî hastane olarak da görev yapmıştır.

Peygamberimiz aleyhisselam savaştan önce ashabıyla istişare eder ve aksine bir vahiy gelmedikçe onların fikirlerine uyardı. Hz. Peygamber savaş kararlarını genellikle mescidde verir ve bunu minberden ilân ederdi; açılan deftere gönüllülerin adlarını yazdırmalarını isterdi.

Mescidler hastane olarak da kullanılmıştır. Hendek Gazvesi’nde yaralanan Sa‘d b. Muâz için Mescid-i Nebevî’de bir çadır kurulmuştu. (Buhârî, “Salât”, 59; Müslim, “Cihâd”, 67)

Mescidin bunların dışında daha birçok içtimaî fonksiyonu vardı. Meselâ mescid misafirhane olarak kullanılmış, burada savaş gösterileri yapılmış, şiir söylenmiştir. Peygamberimiz aleyhisselam nikâhların mescidlerde ilân edilmesini istemiştir. (Tirmizî, “Nikâh”, 6) Fakat bünyesinde topladığı hizmetler zamanla mescide sığmaz oldu ve sonuçta külliyeler doğdu. Böylece mescid birçok müessesenin kendisinden kaynaklandığı bir ana müessese olmuştur.

Asr-ı saadette mescitlere kazandırılan fonksiyonlardan bir kısmı Osmanlı’nın son dönemine kadar devam ettirilmiş. Bir kısmı ise camiden tamamıyla koparılmadan ihtiyaca binaen külliye mescitler inşa edilerek oralarda devam etmiştir.”[2]

1950 yılı öncesinde, mescitlerin ve onun kazandırdığı bütün fonksiyonların yok edilmek istendiği, hatta ezanın orijinal metnine müdahale edildiği bilinen bir gerçektir. 1950 sonrasında mescitler ve mescitlerdeki faaliyetlerde gözle görülür bir takım rahatlamalar olduysa da malum 28 Şubat sürecinde mescitler fonksiyonel açıdan “irtica ile mücadele” adı altında yine amacına uygun kullandırılmamıştır. O dönemde mescitlere giden kamu görevlilerinin takibe alınmasını, yaz kurslarına müdahale edilerek ders saatlerine kısıtlama ve çocuklara 12 yaş sınırlamasını buna örnek olarak verebiliriz.

Günümüze gelince sadece belirli kurum ve kuruluşlar değil topyekûn bütün Müslümanlar camilerimizin aktif bir biçimde kullanılmasına katkı sağlamak durumundadır. Asr-ı saadetteki gibi mescitlerin “capcanlı” tutulması elbette mümkündür. Asr-ı saadet dönemindeki bazı faaliyetler değişik mekânlarda icra edilse de ilim, bilim ve teknolojinin hızla geliştiği çağımızda camilerimizde yeni faaliyet alanları oluşturulabilir.

İlk akla gelen güncel olması hesabiyle, müftülüklere verilen nikâh kıyma yetkisinin müftülük binasında değil uygun görülen camilerde yapılmasıdır. Bu peygamberimizin “nikâhları mescidlerde ilân edin” emrine daha uygun olacağı gibi camiye canlılık getirecek bir fırsattır.

Mescitlere fonksiyon kazandıracağız diye maalesef medyada sık sık duymaya başladığımız rast gele sporlar, aerobik gibi etkinliklerden ve cami adabına uygun olmayan faaliyetlerden kaçınmalıdır.

Her cami görevlisinin yapabileceği faaliyetler mutlaka vardır. Kitap okuma okutma, Kur’an okuma okutma ve öğretme (yaz dönemine bağlı kalmaksızın).

Yaşlılara, gençlere yönelik eğitim öğretim. Hadis, tefsir, meal okuma ve ilmihal bilgilerini içeren dersler, programlı ve biraz emek vererek hazırlanırsa cemaat tarafından takip edilen, edilecek faaliyetlerdir.

Daha güzeli (örneklerine bazı şehirlerimizde rastladığımız) her mahallede o bölgenin merkez camii sayılabilecek, fonksiyonel, kapsamı geniş merkezi camiler inşa etmek veya mevcut camilerden uygun olanını bu hale getirmektir.

Buralarda yukarıda belirttiğimiz cami içi faaliyetlerin yanı sıra, müştemilatında başta kütüphane, internet ve ders çalışma-araştırma, sosyal faaliyetler bölümü, misafirhane, ihtiyaca göre aşevi, öğrenci yurdu (bilhassa liselere köyden gelen öğrenciler için ihtiyaçtır), kadın ve aile, çocuk ve kreş gibi o bölgenin ihtiyacına yönelik hizmetler verilebilir.

Velhasıl nasıl ki yeni bir Selimiye yapmak için bir Sinan ve birde Süleyman gerekiyorsa; mescitlere asr-ı saadetin fonksiyonunu ve canlılığını kazandırmak için “kalbi mescitlere bağlı, özverili imam ve bilinçli cemaat gerek”. Hiçbir gölgenin olmadığı günde Allah azze ve celle’nin arşının gölgesinde misafir olabilmenin yolu da bu olsa gerek.

 


[1] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 287

[2] TDV, İslam Ans. 7. cilt, cami mad.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.