KAPAK – Ali Tokluman İle Söyleşi

KAPAK – Ali Tokluman İle Söyleşi

 

“Korkak Komando İsrail…”

 

İlkadım: Ali Hocam hoş geldiniz. Öncelikle sizi kısaca bir tanıyalım.

Ali Tokluman: Teşekkür ederim. Kayseriliyim, ticaretle uğraşıyorum, evliyim, dört çocuk babasıyım.

İlkadım: İHH’ya katılıp Filistin’e yardım etmeye nasıl karar verdiniz?

Ali Tokluman: Benim bir ailem, çocuklarım var, bir topluluk içerisinde yaşıyorum ve insanım. Dünyayı, ülkemi takip ediyorum. Dolayısıyla gayri insanî davranışları gördüğüm zaman müdahale etme gereği hissediyorum. İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yurt dışı çalışmaları özellikle dikkatimi çekiyordu uzun zamandır. Bu seyahate de bu heyecanımdan, bu bakış açımdan kaynaklanan sebeplerle katıldım. İnsanlık adına bir davranış sergileme gereği hissettim, kendimi sorumlu hissettim. Belki bu olaydan sonra dünya kurtulmayacak, kötülükler son bulmayacak, ama ben bir Müslüman’ım. Tekrar dirilmeye iman etmişim. 46 yaşındayım, birçok kötülüklerim, günahlarım, çirkinliklerim olmuştur. En azından yeniden dirilme gününde, hesap gününde belki fısıldayarak da olsa insanlık adına bir şey yapmış olmayı arzu ettim. Umarım güzel bir şeye vesile olmuşumdur.

İlkadım: Siz de Mavi Marmara gemisindeydiniz Antalya limanından yola çıktığınız andan itibaren neler oldu o gemide, neler yaşandı?

Ali Tokluman: O gemiye binen insanlar kendi istek ve arzularıyla, hiçbir baskıya maruz kalmaksızın tamamen sivil inisiyatif ile o gemiye binmişlerdir. Mavi Marmara gemisi Antalya limanından çıktıktan sonra herhangi bir ülkenin kara sularına tecavüzde bulunmamıştır. Herhangi bir ülkeye kafa tutma adına mesaj yollamamıştır. Herhangi bir ülkeye baskı yapmamıştır. Hukukun önüne geçecek terörist faaliyette, terörist davranışta bulunmamıştır. Gemiye bindikten sonra insanlarla tanışmaya başladık. Yaklaşık 32 ülkeden katılımcı vardı. Çoğunluğu Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarıydı. İlk gün açık denize çıktık. Aslında normal gidişimizle Gazze’ye varış 18-24 saatlik bir seyahat zamanı alacaktı, ama 24 saat sonra biz açık denizde bekleme kararı aldık, şartları değerlendirdik. Çıkabilecek sıkıntıları değerlendirdik. Bir buçuk gün kadar açık denizde sabit kaldık. Bu süre, gemidekiler arasında ünsiyetin, muhabbetin gelişmesine vesile oldu. Gemideki atmosferi kısaca tarif edecek olursak, Mescidi Nebevi gibiydi. Ben Mescidi Nebevi’ye de gittiğim için öyle hissettim. Mescidi Nebevi’ye girdiğinizde insanların her biri bir yerdedir. Ya Kur’anı Kerim okuyordur, ya toplanmış sohbet ediyordur. Herkes kitapla ilgilidir ve arı vızıltısı gibi muhabbet vardır. Gemide o saldırı anına kadar geçen üç günlük süreç içerisinde boş oturan, malayani konuşan, boş boş dolaşan hiç kimse görmedik. Herkesin bir şekilde bir meşguliyeti vardı. İlginç şeyler vardı. Mesela geçen ay Müslüman olmuş eski bir Hıristiyan vardı. Ona bir kardeşimiz elif-badan başlayarak Kur’anı Kerim dersleri veriyordu. Tefsir çalışmaları yapılıyordu. Sohbetler oluyordu. Ömer Karaoğlu Beyefendi güzel programlar yaptı. Çok keyifli, çok feyizli, çok sükûnet içerisinde, çok bereketli bir atmosfer vardı saldırı anına kadar.

İlkadım: Peki bir tedirginlik var mıydı?

Ali Tokluman: Mavi Marmara gemisinde bulunan az önce tarif ettiğim dinlere ve devletlere müntesip insanların her biri ömürlerinde hiç olmadıkları kadar sakin, keyifli ve muhabbet içindeydiler. En ufak bir tedirginlik yoktu. Aslında aldığımız riskin yüksekliğinin bizi tedirgin etmesi söz konusu olmalıydı fakat insanlar çok sükûnet içindeydiler. Saldırı olacağına dair birtakım işaretler olduğunda biz saldırıya hazırlık yaptık.

İlkadım: Silahlarınız neydi?

Ali Tokluman: Saldırı olacağını tahmin ediyoruz ama şiddetini tahmin şansına sahip değiliz. Silahlarımız dünya basınına yansıdı: Birkaç tane plastik sandalye, ahşap sopalar, demir sopalar, bilye ve benzeri o an elinize geçirebileceğiniz, elinizde tutabileceğiniz bir şişe, belki bir bardak… Bunlarla silahlandık, silahlarımızı hazırladık, savunmaya geçtik.

İlkadım: Daha sonra ne oldu?

Ali Tokluman: O günün sabahı saat 11.00 gibi vakfın yöneticisi arkadaşlar bizlere anonsla, telsizle İsrail askerlerinin taciz ettiğini işaret ettiler. Onun dışında gece yarısı, sabaha karşı saldırabilecekleri ihtimalini söylediler. Bu noktada tedbir almamızı, yani savunma konumuna geçmemizi, kendimizi nasıl koruyacaksak o şekli almamızı istediler. Gece yarısı oldu herhangi bir şey yoktu. Sanırım saat 04.00 gibi denizden zodyak diye ifade edilen 10-12 personel taşıyan 20-25 adet küçük tekneler, 4-5 tane savaş gemisi, yaklaşık 10 tane de helikopterle saldırı başladı. Ben en üst kattaydım. Yaklaşık 19-20 arkadaş orda oturuyorduk. Helikopterle yukarıdan saldırdılar. Ben aşağıdaki saldırının içeriğine çok fazla hâkim değilim. Saldırı olduktan sonra arkadaşlarımızın çoğuyla görüşme şansımız olmadı. Helikopterler üst güverteden indirme yapmaya başladı. Önce güverteye bombalar atıldı. Ben sivil bir insanım, askerliği yapalı 25 yıl olmuş. Hoş askerliğim süresinde de bomba atmış değilim, birkaç G3 tüfekle antrenman atışı yapmışızdır. Dolayısıyla atılan bombanın ses bombası mı, sis bombası mı olduğunu, tahrip etme gücünün ne olduğunu bilme şansımız yoktu. Bu bombaların atılışında büyük bir panik ve tedirginlik yaşandı. Bu arada herhangi bir asker gemi güvertesine ayak basmadan helikopterden ateş açıldı. Açılan ateşte plastik ve gerçek mermiler vardı. Kayseri’den şehidimiz Furkan Doğan ilk isabeti helikopterden gerçek mermilerle aldı. Orada şehid oldu. Sonradan geminin güvertesine inmeyi başaran askerler tarafından şehid olmuş insana tekrar sıkıldı.

Aşağıdan gelenleri bilmiyorum ama üst güverteden sanırım 40 ya da 50 asker girdi. Biz ordaki mukavemetimizi kaybettikten sonra kaptan köşküne indiler. Orayı korumak için duran arkadaşlardan 3 kişi şehid edilmiş ve kaptan esir alınmış, gemi durdurulmuş. Yani yukarıdaki mukavemetimiz kırıldıktan sonra kaptan köşkü düştü ve gemi durduruldu. Ben bizzat yaşadığım için söylüyorum bizim elimizdeki sopaları almak için gelmediler, hiç fırsat tanımadan öldürmek için geldiler.

Bakınız, Yahudi yetkililer Gazze’ye gidip yardımları bırakıp dönmemizi sağlayabilirlerdi. Gemimizi çelik halatlarla hiç gemiye çıkmadan bir yere çekebilirlerdi. Çünkü onlar gemiyi çekerken bizim onlara sıkacağımız herhangi bir silahımız yok, onların yaklaşmasını engelleyecek herhangi bir silahımız yok, dünyanın en üstün askeri teknolojisine sahip olduğu söylenen bir birim herhalde bunu yapabilirdi. Ya da deniz altından gemiyi hareket ettiren pervanelere arıza verdirip geminin açık denizde stop etmesini sağlayabilirlerdi, fakat bu seçeneği de görmediler. Bu seyahate çıkmadan önce arkadaşlarımla riskleri konuşurken en tehlikeli bir şey olabilir, gemiye saldırabilirler, bir akıl tutulması yaşayabilirler demiştim. Gerçekten de İsrail akıl tutulması yaşadı. Bu aklın onaylayacağı bir davranış biçimi değildir. Bunun sebebini yazarlar, çizerler, yöneticiler tam olarak bilemeyiz. Ben ilahi bir sebep görüyorum.

İlkadım: İsrail askerlerinin gemiyi ele geçirdikten sonraki tavırları ne oldu size karşı?

Ali Tokluman: İğrençti, burada anlatmaya kalksam çok zaman alır. İnsanlık dışı her türlü davranışı, her türlü tacizi yapıyorlardı, fakat katlanmak durumundaydık.

İlkadım: İsrail askerlerinin durumu nasıldı?

Ali Tokluman: Benim bizzat Yahudi askerleriyle karşılaştığımda gözlemim şu ki; olması gerekenin üstünde korkuyorlardı, ben anlam veremedim. Yani elleri arkadan kelepçelenmiş bir sivili dört asker kontrol ediyordu. Bu komandoların kendileri tam teçhizatlı oldukları halde elleri kelepçeli sivillerden bu kadar korkmasını açıkçası ben yadırgadım.

İlkadım: Yaralılara yardımlar da engellenmiş.

Ali Tokluman: En üst katta doktor vardı, bir arkadaşımız da yaralıydı. Yaklaşık 45 dakika o yaralı bağırdı, yardım istedi. Doktor da İngilizce olarak kendisinin doktor olduğunu, fırsat verilmesini söyledi. Doktorla dalga geçtiklerini bizzat kulaklarımla duydum. İzin vermediler. Tepki olarak da doktoru sırtından ve karnından tekmelediler.

İlkadım: Bu saldırı olduktan sonra o gemideki insanların durumları neydi? Nasıl bir durum sergilediler saldırıda?

Ali Tokluman: Hanemize saldırı söz konusu olduğu için, gemimize onların binme yetkisi olmadığı için kendimizi savunmak zorundaydık. Biz en üst güverteye inen 3 askeri etkisiz hale getirmek adına birkaç kişi bir askeri kucaklayarak aşağıya atmaya çalıştık. İki metre öteye düşmesini sağladık. O asker düştüğünde silahını eline geçiren arkadaşlarımızın yapması gereken ilk akla gelen şey nedir? Sizi öldürmeye kast eden insanı nefsi müdafaa adına öldürmektir değil mi? Ama o geminin insanları ölmeye hazırlandı. Askeri yere yatırıp etkisiz hale getirdikten sonra ele geçirdikleri silahı denize attı. Böyle bir şeyi tasavvur edebiliyor musunuz? Onlar cidden iman etmiş güzel insanlar topluluğuydu. Bir de Allah’ın vermiş olduğu sekinet ya da gönül hoşluğu ve rahatlığıydı belki de. Hepsi ölmeye hazırdı; ama öldürmeye değil.

İlkadım: Peki İsrail neden böyle bir tepki gösterdi? Sonuçta insanî bir yardım gidiyor.

Ali Tokluman: Bunu da anlamak güç. Çünkü o gemideki insanlar kaptanı, görevlisi resmi olarak bir gümrükten çıkmış; aranmış, taranmış, kimlikleri, isimleri cisimleri tespit edilmiş kişilerdi. Korsan değildi bu insanlar. Biz işgal altındaki topraklara gitmiyoruz ki. Şu an tüm dünya kabul etmiş ki Gazze işgal altında bir toprak değildir. Gazze bağımsız bir topraktır. Peki, İsrailli yetkililere ne oluyor ki abluka altında tutuyorlar. Ticaret gemilerini Aden Körfezi yakınlarında Somalili korsanların durdurup insanların yüzüklerini, eşyalarını ve paralarını almaları ile bunların yaptıklarının farkı var mı? İsrailliler, karasularına 78 mil uzakta uluslararası sularda yaklaşık 750 kişiyi ve altı gemiyi çaldılar. Korsanlık yaptılar. Bizi kendi topraklarına götürdüler ve bize “Sizi İsrail topraklarında kaçak olarak yakaladık” dediler. Biz de güldük. Bize bir kâğıt imzalatmak istediler, biz imzalamadık. “Siz bizi gasp ettiniz, aldığınız yere bırakın” dedik. Ona çok sinirlendiler.

İlkadım: Sizi nereye götürdüler?

Ali Tokluman: Bütün arkadaşlarımızla bir hapishaneye götürüldük. Hapishanede ikişerli ve dörderli hücrelerde 2 gece 3 gün kaldık. Bize çok çirkin davranışları olmadı. Yememiz içmemizde bir sorun yoktu. En çok tuvalete gidebilmeyi çok özlemiştik, uyuyabilmeyi çok özlemiştik. Bir de ellerimizin kelepçelerinin açılmasını çok özlemiştik. Hapse girdiğimizde çok mutluyduk. Çünkü artık lavabo ihtiyacımızı uyku ihtiyacımızı giderebildik. Ellerimizin de serbest olması bizi mutlu etmişti.

İlkadım: Bu kadar kısa sürede döneceğinizi tahmin edebiliyor muydunuz?

Ali Tokluman: Hayır, bize hapishanede tek tip elbiseler vermişlerdi. İnsan çok güçlü bir mekanizma, çok güçlü bir yaratık. Açıkçası biz ufak ufak yerleşmeyi düşünüyorduk. Çünkü tercihimiz hapishaneden yanaydı, tercihimiz direnişten yanaydı. Ama ikinci günün gecesi bitince sabah kahvaltıdan sonra oradaki insanların panik halinde bizi toparlamaya çalıştıklarını gördük. Kaygılanıyorduk. Ya bizi dağıtacaklar, başka hapishanelere götürecekler ya da bir şey var diye anlam veremedik. Sonra kendimizi bir anda hava limanında bulduk. Ve panik halinde bizden kurtulmaya çalıştılar. Gece yarısı gibi bütün Türk pasaportu taşıyan insanlar 4-5 tane ağır yaralı hariç hava alanında idik. Gece 02.30 03.00 gibi İstanbul’a indik. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticileri bütün dünyaya ve hassaten İsrail devletine 24 saat içerisinde benim vatandaşlarımı bırakmak zorundasınız. Bırakmazsanız neticesine katlanmak zorundasınız, demişler. Hem askeri yetkililerimizin, hem sivil yetkililerimizin bu onurlu duruşları beni çok duygulandırdı ve mutlu etti.

İlkadım: Mavi Marmara’da şehid olan 19 yaşındaki aynı zamanda öğrenci olan Furkan Doğan’dan bahsedelim.

Ali Tokluman: Furkan 18-19 yaşında, yetişkinlerin çocuk olarak değerlendireceği bir dev adamdı, yürek abidesiydi. İlk müracaatını İHH’ya yapmış. Bize de bilgi geldiğinde açıkçası Furkan’ın gitmemesi adına, kendisinin henüz çocuk yaşta olduğunu, fiziksel ve ruhsal olarak bu noktada sıkıntıya düşebileceğini vurgulayarak direndik. Müracaatının da iptal edilmesi için ilgili birimlere telefon açtık, ailesiyle konuştuk. Fakat Furkan seyahat hazırlıklarına yaklaşık bir ay önce başlamış, ailesini de ikna etti. Babasına da ısrarla gitmek istediğini, engel olunmaması gerektiğini işaret etmiş. En son Kayseri’den çıkarken de babası Furkan’ı bana emanet etmişti. Babası Erciyes Üniversitesinde hoca, çok beyefendi bir insan. Tüm insanların onu tanımasını arzu ederim. Çok metanetli, çok kaliteli bir insan. Diğer arkadaşlarımızın içinde de yaşı küçük olanlar vardı, 25-28 yaşında arkadaşlarımız vardı. Grubun sorumlusu, amcaları olarak, ağabeyleri olarak bendim. Furkan’ı 15 gün önce tanıdım, 15 gün sonra kaybettim. Bütün dünya kaybetti. Furkan’ın haleti ruhiyesi çok muhteşemdi. Gemiye binmeden önce Antalya Kepez’de iki gece kaldık. Affedersiniz, lavaboya gitmek için benden izin alan bir beyefendiydi. Bana tam bir riayetle, tam bir itaatle karşılık veren bir beyefendiydi Furkan. Bir büyük adamdı. Gemi içerisinde kendisinden küçük bir çocuk vardı. O çocuğa davranışı mükemmeldi. Diğerlerinin hepsi kendisinden büyüktü. Büyüklerine karşı tam bir beyefendiydi. Babasının da ifadesiyle adam gibi adamdı. En ufak bir şikâyetimiz söz konusu olamaz. Aslında ben hep tekrar tekrar söylüyorum, gemideki 7’den 77’ye herkes muhteşem insanlardı. Düşünebiliyor musunuz, yaklaşık 750 kişi geminin içerisinde. Kişi başı 1,5 metre kare ancak düşüyor. Bir hafta o gemide duracaksınız, tüm sosyal ihtiyaçlarınızı o gemide karşılayacaksınız. Suyu iktisatlı kullanacaksınız, tuvaletleri iktisatlı kullanacaksınız, yemeği iktisatlı yiyeceksiniz. Yatma yerleri zaten dengesiz, orayı da sırayla kullanacaksınız. Oradan kalk ben oturacağım, niye omzuma değdin, bardağı niçin düşürdün, niçin şöyle yaptın gibi asayişe dair, insanların kişisel ilişkilerine dair bir adet sorun çıkmaz mı Allah aşkına? Bir kişi hata yapmaz mı? Hata yapınca bir kişi tepki gösteremez mi? Sanki hepsinin üzerinden sinirleri alınmıştı, muhteşem insanlardı. Furkan o muhteşem insanların maskotuydu, yüzük başıydı. Yürekler durdurulamaz. Eğer gerçekten de kötüyü istiyorsanız ulaşırsınız, iyiyi istiyorsanız ulaşırsınız. Yaşınız, ağırlığınız, kilonuz ne olursa olsun istiyorsanız istediğinizi elde edersiniz. Furkan şehadeti söke söke aldı.

İlkadım: Son olarak söyleyecekleriniz?

Ali Tokluman: Ben şunları ilave etmek istiyorum. Bu memlekette ve dünyanın diğer topluluklarında bize “Orada ne işiniz var? Size mi düştü dünyadaki mağdurları, kimsesizleri, yetimleri korumak, kollamak? Dünyadaki kötülükleri yok etmek size mi düştü?” diye benim çok yadırgadığım sorular ve gerekçeler ortaya konmaya çalışılıyor. Ben insan onur ve haysiyetini üzerimde taşıdığım, sorumluluk taşıdığım için bu seyahate katıldım. Eğer Gazze’de yaşayan 1,5 milyon insanın tamamı Yahudi olsaydı yine bu gemiye binerdim. Tamamı Amerikan vatandaşı olsaydı yine bu gemiye binerdim. Çünkü ben hangi din, dil, ırka sahip olursa olsun yaşama hakkı, beslenme hakkı, hareket hakkı elinden alınmış insan görmek istemiyorum. Müslüman bir insan olarak, dünyaya rahmet olsun, bereket olsun, fırsat olsun diye gönderilmiş bu dinin müntesibi olarak yaşadıklarımı ifade etmek istiyorum. Ukalalığımı hoş görün, hicreti yaşadım. Yani çok basit de olsa, çok küçük de olsa hicreti yaşadım, şehadeti yaşadım. Furkan benim bulunduğum mahalde şehid edildi. Esareti yaşadım. 7 güne bir ömür sığdı. Bu günleri bana ve tüm insanlık adına mücadele veren insanlara yaşatan Allah’a hamd ederim. Tekrar tekrar yaşamak ve tekrar tekrar bu lezzeti tatmak isterim. Kendimi talihsiz, kısmetsiz olarak görüyorum. Furkan ve Furkanlara kurşun, ayakta kalanlara da plastik mermi değdi.

İlkadım: Teşekür ederim hocam. Tekrar başınız sağ olsun.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.