İslami Hareketlerin Oluşumu, Gelişimi ve Son Durumlarına Eleştirel Yaklaşım

İslami Hareketlerin Oluşumu, Gelişimi ve Son Durumlarına Eleştirel Yaklaşım

Asli hüviyetini çoktan kaybetmiş ve tamamen sembolik bir hal almış olan “Hilafet Müessesesi” bütün yozlaşmışlığına rağmen müslüman kitlelerin birçoğu için ümmetin siyasal temsilcisi olma vasfını hala koruyordu.

3 Mart 1924’de Hilafetin ilgasıyla ortaya çıkan yeni durum, bir takım yeni kavramların ortaya çıkmasına sebep oldu. Bunlardan biri de “İslami Hareket”

20. Y.yılın başında kullanılmaya başlanan bu kelimeye Batılılar “Pan-İslamizim” derken Mısırlı’lar “es-Sahvetu’l-İslamiyye” -İslami Uyanış-, yerliler ise “İslamcılık” şeklinde kullanmışlardır. Ayrıca “Müceddidiyye” ve “tecdit-teceddüd” kavramları da İslami hareketi ifade eden kavramlar arasında zikredilmiştir. Kullanılan bu kelimelerin hiçbiri İslami hareket kadar kucaklayıcı özellik arzetmemiştir.

Bu kelimeyi ilk defa kimin kullandığı belli değilse de, Hasan el-Benna’nın güçlü çıkışıyla kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Batılıların “İslamic Movement” dedikleri bu kavram müslümanlarca tasvib görmüş ve yaygın bir şekilde kullanılmış ve kullanılmaktadır. (1)

Kavram olarak bu kelimenin ne zaman çıktığından ziyade, bu kelimeyle ifade edilen gerçek nedir, asıl önemli olan bu. İslami Hareketin tarihi insanlık tarihiyle yaşıttır. Bu anlayıştan hareketle İslami hareketi yeryüzünün en uzun ömürlü hareketi olarak kabul edebiliriz. Ayrıca Allah’a iman tağutu inkar akidesini esas alan her müslümanı da bu hareketin üyesi sayabiliriz.

Parlak İslami ortamın akabinden dağınık, ilkesiz ve kaos bir İslami ortamın baş gösterdiği 19. y.yılın sonraları ile 20. yüzyıl tamamına yakını İslami bocalama ve arayış içinde geçtiğini söylebiliriz.

19. y.yılda müslüman dünyası, teknik ve işgalci bir Avrupa karşısında kendisini ilk kez yapısal olarak savunma durumunda hissetti. Avrupa elde ettiği güç sayesinde sömürmeye başladı. Bizler de bu sömürge karşısında kafa tutamadık, bu durum geri kalmışlığımızdan mı?, sapmadan mı? yoksa ilahi bir ceza mı? bilemedik.

Akabinde ardı arkası kesilmeyen işgal dönemleri baş gösterdi. O da yetmiyormuş gibi işgal edilen yerlerde ırk faktörünün gündeme gelmesiyle bütünlük bozulmaya başladı. Bu durumdan rahatsız olan bazı din bilginleri ve lider konumundaki kişiler mevzi ve yöresel hareketler başlattılar.

özellikle nakilci ve şerhci ayrıca taklitci bir karakter arz eden son Osmanlı uleması ve idarecileri değişimi yeterince yakalayamamışlar. Hal böyle olunca da farklı düşünen farklı yorum yapan kimseler haklı-haksız eleştirilere maruz kalmışlar.

Bilmem ne kadar doğrudur ama hayatı şu günah, şu sevab anlayışıyla doldurup toplumu statik (durağan) halk yığını haline getirmişler. Yeni olarak çıkan herşeye teyakkuz halinde yaklaşmışlar ve bu yüzden gelişme ve açılım sağlanamamış. En ufak mevzular hususunda Şeyhulislam’dan fetva istemişler o da duruma göre fetvalar vermiş.

“Fıkıh despotizmi” içinde yoğrulan İslam dünyasına mukabil, Batı alemi keşiflerin biriden birine koşmaktadır. Bizim maiyetimizde bulunan birçok merkez bizi geçerken bizler yerimizde sayıyorduk.

Bu esnada bir takım insanlar gelenekci anlayışın dışında aykırı çıkış yolları ortaya koymaya çalışınca bizde onları “reformist” veya “farmason” olarak nitelendirdik; haliyle onların söylediklerini deyim yerindeyse çıkmadan boğduk, tahlil bile yapmadık. Hala da öyleyiz.

Enterasandır yeniliklere karşı aciz kalan Osmanlı ulemasından bir kısmı Cumhuriyetin ilanı ile birlikte müslümanların birlik ve beraberliğini sağlayan halifeliğin kaldırılması için konuşmalar yaptıkları hepimizce malum. (2)

GLOBAL İSLAMİ ANLAYIŞTAN MEVZİ İSLAMİ ANLAYIŞA GE‚İŞ ve SIKINTILAR

Sembolik olarak dahi varolan Halifenin 1924 yılında yok edilmesiyle yeryüzündeki bütün müslümanlar kendi hallerinde hareket etmeye kalkıştılar.

Halkı müslüman olan ülkelerin idarecileri ve müslümanlar durumlarına göre hareket ettiler. Nitekim 1928’de Hasan el-Benna’nın İhvan Hareketi bu oluşumun en popüler örneğini teşkil etmektedir. Diğer taraftan 1941 yılında oluşturulan Pakistan’daki Mevdudi’nin Cemaat-i İslami’si bir başka örneği teşkil etmektedir. Gerek Benna’nın ve gerekse Mevdudi’nin hareketi ayrı ayrı ve bağımsız olmasına rağmen hareketin içerikleri aynılık ifade etmektedir.

Bunların dışında da muhtelif hareketler vücud buldu.

İslami hareketlerin hemen tamamına yakını İslam’ı referans almalarına rağmen metod yönüyle hayli ayrılıkları mevcud.

Mesela;

†rdün Müslüman Kardeşler’i Parlemento seçimlerine katılırken;.

Pakistan’da ki, Cemaati İslami ile Sudan’daki müslüman kardeşler teştilatı askeri darbeyi destelediler.

Mısırdaki İslami cihad hareketi Parlamenterlere suikast düzenlerken, gene Mısırdaki İhvan başka partilerden, meclise parlamenter sokma mücadelesi veriyor. (Kendileri parti kuramadıklarından)

Hindistan-Pakistan menşeli Tebliğ cemaati tamamen anlatmayı ve mistik yaşamı ön plana çıkarırken Lübnan’daki Hizbullah hareketi mevcudiyetini tamamen silahlı eyleme hasretmiştir.

Cezayir’deki FIS ve Tunus’daki en-Nah’da hareketi de yasal yönden ülke yönetimine talip olmayı istemelerine rağmen çalışmaları sekteye uğratılmıştır.

Bunlar dünyadaki İslami hareketlerden sadece bir kısmı. ‚ıkışları ve mücadeleleri ekseriya farklılık arzetmektedir.

Bu durum şunu göstermektedir ki, her hareket içinde bulundukları şartlara göre mevcudiyetini sürdürmektedir. Bu hal eleştirilmesi gereken bir durum mu yoksa tasvib edilmesi gereken bir anlayış mı bilemeyiz ama, islam’ın doğmatizm içermediğini aksine müsbet farklılığı bünyesinde barındıran zengin bir din olduğunu anlatması bakımından önemli.

Sanırım önemli olan hareketlerin ilkeleri ve istikrarlı oluşlarıdır. Dünya coğrafyasındaki bazı İslami Hareketler reaksiyoner olarak çıkmışlar bir müddet varlığını devam ettirdikten sonra yok olmaya mahkum olmuşlardır. Uzun soluklu hareket ihtiyaçtan doğan ve doğmadan önce ilke ve prensiplerini ortaya koyan harekettir. Böyle olursa rüzgarın esmesine göre yön değiştirmez.

Günümüzde İslam’ın farklı anlaşılması sorunu var. çünkü mevcud hizbilerin tamamına yakını kendi grubunu İslam’ın tamamı ve en doğrusu olarak nitelemekte, onunlada kalmayıp diğer cemaatleri de ciddi suçlamanın içine girimekte.

Bu anlayışı Mevlana’nın fil örneği ile aynı görüyorum. (3)

Diğer taraftan her fırsatta temcid plavı gibi çiğnenen Hz. Ali’nin: “‚ocuklarınızı kendi çağınıza göre değil, gelecek çağlara göre yetiştiriniz.” sözü bizi ileriye bakıp ona göre çalışmamız gerektiğini hatırlatmadı. Bizler ilim dendiği vakit tefsir, Hadis, Fıkıh vs. yi anladık, yaşam dendiği zaman da sürekli sahabe örneğini vererek mistitizm anlayışını müntesiplerimize salık verdik. Yaşadığı ortamla verilen örnek arasında bocalayan müslümanda terakkiden ziyade “bir lokma bir hırka” edebiyatı yaptı. Ne çağın gereği çalışmalara eğildik ne de çocuklarımıza İslam’ın terakkisinden bahsettik. önde olanlarımız bizlere yeterince öncülük yapamadılar. Kendilerine tabasbus vari davranan kişiler yetiştirilip ne mutisandır diyerek onlarla iftirah ettik. Yenilikler karşısında da deyim yerindeyse mat olduk. Umarım bundan sonra profesyonel çalışmalar ortaya konur.

T†RKİYE’DEKİ İSLAMİ ‚ALIŞMALARA GELİNCE

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu Asker-Brokrat-Aydın (ABA) üçlüsüne dayandığı ehlince malumdür. Uzun süren Osmanlı’dan sonra teşekkül eden yeni devlet ; önce şunu tartıştı biz Osmanlı’nın devamımıyız, yoksa tamamen müstakil bir devletmiyiz? O zaman tartışılan bu anlayış hala da tartışılmakta. Bu durum varsın tartışıla dursun mevcud devletin kurucuları geri kalmışlığın sebebini dine fetva edince, dini temayülü ön planda tutanlarla, bu duruma mesafeli duranlar arasında kavli ve fiili taarruzlar baş gösterdi.

Mevzi olarak ortaya çıkan müslümanları genelleştirerek sindirme yolunu tutan idareciler, iktidar imkanlarını yaman kullandılar. Uzun müddet dini söylemlerden mahrum yetişen Türk insanı İslam adına birşey söyleyen veya yapan kimselere teveccüh etmeye başladı. Siyasal olarak DP. (Demokratik parti) bunun en canlı örneği. Fert planında ise Bediüzzaman Said nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek v.s. gbi isimler bunlardan birkaçı.

Daha sonraları, nurculuk, Süleymancılık Büyük Doğu gibi grupların teşekkülü ortaya çıktı. Kısa zamanda taraftar bulan bu hareketler ülke genelinde yayılmaya başladı. özellikle ilk yıllarında Nurculuk hareketinin ve lideri Said Nursi’nin tavizsiz ve korkusuz mücadelesi takdire şayandı. Yine ilk yıllarında Süleyman Efendi’nin Kur’an talimi konusundaki gayreti övgüye mazhardı. Hakeza yazılı medyada Necip Fazıl’ın unutulmaz özverisi herkesçe takdir edilmektedir.

Gaflet içinde olan toplumun uyanmaya başlaması ve ardından Ortadoğu orijinli yayınların teceme edilmesiyle Türkiye’de cemaatleşmeye doğru gidildiğini görüyoruz. Siyasal olarak MNP, MSP, RP ve ardından FP’nin serüveni, diğer taraftan yazılı ve görsel İslami yayınların varlığı İslami bilinci artırdı. Bu durumun artısıyla beraber eksisi de oldu.

özellikle ilk yıllarda Türkiye gerçeği dikkat alınmadan bazı şeylerin söylenmesi ve yazılması, hele hele stratejilerin ortaya konmadan birşeylerin yapılmaya çalışılması la teşbih hormonlu bir İslami gelişmenin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Nitekim son zamanlarda ne yaptık ne yapıyoruz, ne yapacağız sorusunu sorup iç muhasebesini yapan müslümanların bir kısmı söylemlerini değiştirip geçmişte hata yaptık diyerek geçmişini suçlarken bir kısmıda, mücadelelerini farklı kulvarlara taşıdılar.Bir diğer kısmı da biraz daha temkinli hareket ederek metod ve stratejilerin igözden geçirerek varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Gözüken o ki, Türkiye’deki İslami hareketlerde Terakki’nin Tereddinin, Gelişmenin ve değişmenin varlığından bahsedilebilir.

Bütün bu gelişmeler şunu göstermektedir ki, 21. yüzyılda her alanda olduğu gibi İslami alanda da hem şeffaf hem de profosyonelce çalışmalar yapılmalıdır.

Kaynaklar:

1- İslami Hareket-Anadolu 1- Mustafa İslamoğlu. Denge, 1991.

2- Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İsmail Kara c. 1

3- Kapalı ve karanlık bir odaya konan fiili, ayrı ayrı içeri giren şahıslara filin muhtelif yerlerine ellerini değdirmek suretiyle bu nedir diye sorarlar;

Kimi uzun hortum, kimi sütün, kimi de büyük bir cisim der. Hepsinin söylediği doğru fakat eksik doğru. Endoğrusu onun fil olduğunu söylemektir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.