İnsanın Çocukları İle İmtihanı

“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.” (Şûrâ, 49) buyuran Allah azze ve celle kız çocuğu ya da erkek çocuğu sahibi olmanın kişinin kendi elinde olmadığını belirtmiştir. Oysa Batı’dan esen rüzgârlardan etkilenen insanımız “çocuk yaptım” veya “çocuk yapmayacağız” diyerek imtihanı baştan kaybediyor.
Rabbimiz Hz. Adem’in iki çocuğunun kıssasını Maide Suresi’nde şöyle açıklıyor; “Onlara Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat. Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden)’ And olsun seni öldüreceğim.’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.’ dedi (ve ekledi). ‘And olsun ki sen öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana öldürmek için el uzatacak değilim. Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.’ Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.” (Maide, 27-30)
Bu olaydan sonra Hz. Adem aleyhisselam yüzyıl hiç gülmemiş, bir oğlunu dünyada kaybetmiş, bir oğlunu ahirette kaybetmiştir. Burada Hz. Adem’den kaynaklanan bir sorun yok. Bunu bilerek mükellef olduğumuzu unutmadan çocuk terbiyesinde üzerimize düşen farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh ve müfsidleri önce öğrenip sonra yapmamız Rabbimizin bize yüklediği sorumluluktur. Yoksa biz sonuçtan sorumlu değiliz. “O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar.” (Abese, 34-36) Neden kaçar? Onlara karşı yapması gerekenleri yapmadığından! Çok dehşetli bir an; cehennem önde, ameller ortada, hesaplar görülmüş… Bu sahneyi unutmadan çocuklarımızla ilişkilerimizi sürdürmeliyiz.
“Ve iyi biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.” (Enfal, 28) Allah Teâlâ bunlar vasıtası ile hevasına uyanla mevlasına uyanı birbirinden ayırır ve Allah’ın rızasını tercih edip O’nun koyduğu hududa riayet edenler için büyük mükâfat Allah katındadır. Mal ve çocuk sevgisi bizleri hainliğe ve Rabbimizin bu konuda koyduğu sınırları çiğnemeye sevk etmemelidir.
Hz. Nuh aleyhisselam evladı ile imtihan olmuş, evladı imtihanı kaybetmiş. Sular yükselmeye, gemiyi kaldıracak seviyeye gelmeye başlamıştı. O esnada Nuh, oğlunu gördü. Allah’ın, ‘aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında’ emrine rağmen babalık yüreği dayanamadı, onu da gemiye çağırdı: ‘Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kâfirlerle birlikte olma.’ Basireti körelmiş kâfirlerden biri olan oğlu şöyle cevap verdi: ‘Dağa sığınırım, o beni sudan kurtarır. Bugün O’nun acıdığı hariç emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur. Aralarına dalga girdi ve o da boğulanlardan oldu.” (Hud, 42-43)
Nuh aleyhisselam dayanamadı, Rabbine seslendi. “Rabbim, oğlum benim ehlimdendi.”… (Hud, 45) Resul olan bir baba bile Allah’a isyan eden oğlunu kurtaramamıştı. Hz. Nuh’un yaptığı ‘kan bağına’ dayalı duygusal harekete Allah şöyle cevap verdi: “Ey Nuh, O SENİN EHLİNDEN SAYILMAZ, çünkü (onun yaptığı) salih olmayan bir ameldir. Öyleyse bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman için sana öğüt!” (Hud, 46) Firavun da evinde yetiştirdiği Hz. Musa aleyhisselam ile imtihan olmuş, kaybetmiştir ve kendisinin istediği insanı yetiştirememiştir.
Hz. İbrahim de oğlu İsmail aleyhisselam ile imtihan olmuş ikisi de imtihanı kazanmışlardır. Hz. İbrahim “…Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun dedi.” (Saffat, 37)
Hz. Ali efendimiz “Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on dört yaşına kadar arkadaş olun, on dört yaşından itibaren de onlarla istişare yapın buyuruyor.” Hz. İbrahim aleyhisselam, Hz. İsmail aleyhisselam ile istişare yapmıştır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran, 159) Bu ayeti çocuklarımızla iletişimde kendimize rehber edinsek ne iyi olur.
Allah Resulü’nün evladından bazıları çocukken vefat etmiş, bazıları ise anne olduktan sonra vefat etmişler, hayatta yalnız sevgili kızı Hz. Fatıma ile oğlu Hz. İbrahim vardı. Fakat o da hastalanmıştı. Peygamber Efendimiz hasta yavrusunun yüzüne bakarak “Allah’ın takdirine karşı elden ne gelir ey İbrahim!” dedi. Gözlerinden yaşlar aktı. Nihayet emr-i Hak vâki oldu. Gözleri yaşlarla dolan Peygamberimiz “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Allah’ın rızasına uygun olandan başka bir söz söyleyemeyiz ey İbrahim! Seni kaybetme yüzünden derin bir hüzün içindeyiz.” buyurdu. Yanında bulunan Abdurrahman ibn Avf “Sen de mi ağlıyorsun ya Rasulullah? Böyle ağlamaktan halkı sen men etmemiş miydin?” dedi.
Peygamber Efendimiz “Ben ancak kendisinde bulunmayan hasletleri sayıp dökerek, ölü üzerine bağıra çağıra ağlamaktan men ettim. Ben sizi günah ve hamâkat olan iki bağırıştan (nimete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun bağırışı ile şeytan kavalından; musibet ve felâket sırasındaki bağırışla yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmak ve şeytan şamatasından) men ettim. Benim bu ağlamam ise bir acımadan ibarettir. Acımayana acınmaz.” buyurdu.
Hz. Peygamber aleyhisselam’ın buyurduğu gibi “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” İhmali, yanlış işleri, ilgisizliği, iyi örnek olamayışı, muhsin, muttaki, muslih olamayışı yüzünden bir de çocuğu Allah ne der diye değil de insanlar ne der diye yetiştirmesinden dolayı çocuğun İslam’ı kabule yakın yönünü yani fıtratını bozar.
“Haydi, şimdi onlardan gücünün yettiğini sesinle ayart; atlarınla ve adamlarınla onların üzerine yüklen ve (böylece) onların mallarıyla çocuklarıyla (ilgili olarak işleyecekleri günahlara) ortak ol; onlara vaatlerde bulun; çünkü (onlar bilmezler ki) şeytanın vaat ettiği her şey sadece akıl çelmek içindir.” (İsra, 64) Sadece dünya hayatını görüp ahiret hayatını ihmal ettiğimiz çocukları şeytan ve dostları günahı süsleyerek ateşe odun yaparlar. “Onlara merhametli Rabb’in söylediği selam vardır. Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.” (Yasin, 58-59) Ahirette, gözümüzün nuru çocuklarımızla ayrılık istemiyorsak bakmamız gereken nokta şurasıdır: Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (Tirmizi)
Peygamber Efendimiz aleyhisselam evlenecek olanlar için: “…Sen dindar olanı seç…” (Buhari, Nikâh, 15) ve “Yiyip içtikleriniz helal, temiz olsun! Çocuklarınız bunlardan hâsıl olur.” (Riyazüs Salihin) buyurduğu gibi anne babanın ahlakı ister istemez doğacak çocukların ahlakını etkileyecektir. Çocuklara yedi yaşından önceki dönemlerde namaz kılma konusunda tebliğ adına emir yoktur. Sadece çocuklara namazı sevdirebilmek için uygun şekilde model olmaya çalışılmalıdır. Bunun için de namazları çocukların da görebilecekleri yelerde kılmalı ve böylece onun taze zihninde namaz çağrışımları olmalıdır. Gerekirse çocuktan izin alarak bazen çocuk odasında da kılınmalıdır. Evde de olsa namazları cemaatle kılmaya çalışılmalıdır. Çünkü çocuklar cemaatle namaz kılmayı daha çok sevdikleri için daha kolay öğrenmektedir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselam çocukların namazı model alabileceklerini de düşünerek namazların evde kılınması konusunda şöyle buyurmaktadır: “Namazlarından bir pay da evlerinize ayırın evinizi kabirlere çevirmeyin.” (Müslim) Peygamber Efendimiz aleyhisselam bir hadisi şeriflerinde de “Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin. On yaşlarına gelince (namaz kılmazlarsa) onları hafifçe dövün. Ve yataklarda aralarını ayırın.” (Ebu Davud, Salât, 26) buyurmuşlardır.
Hadiste geçen üç yıl zaman zarfında çocuklara namaz sevgisi ve namaz kılma alışkanlığı kazandırılması gerekir. Eğer namaza alıştırmak için daha erken, büyüyünce kılar denirse süreç için bu sefer üç yıldan daha fazla zamana ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü namaz kılma davranışı kazandırmak için yedi yaşındaki çocuğun psikolojisi ile ergen çocuğun psikolojisi birbirinden çok farklıdır. Bu da daha fazla çaba ve sabır gerektirecektir.
“Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” diyenlerdir.” (Furkan, 74) Çocuklarımız ilmine ve takvasına güvendiğimiz bir hocanın sohbetine mutlaka gitmelidir.
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim, 6) Dünyada cahiliyeden (fikir, giyim, tv, hayat tarzı) elimizle, dilimizle, kalbimizle ve dua ederek çocuklarımızı koruduğumuz gibi aynı şekilde ahirette de cehennemden koruyalım inşallah.
Unutmayalım ki iyi bir kul olmadan ne iyi bir evlat ne iyi bir öğretmen ne de iyi bir insan olabiliriz. Çocuklarımızdaki önceliğimiz Allah’a iyi bir kul olarak yetiştirme derdi olmalıdır. Sonuçta çocuk da kendi tercihini kendisi yapacaktır.