İmsak Tartışmaları / Seçim, Oy Verme

Ramazan İmsak Tartışmaları
Rahmet, mağfiret, birlik, beraberlik ve kardeşlik ayı olan Ramazan ayının gelmesiyle oruç tutanların kafalarını karıştıracak hararetli imsak tartışmaları olmaktadır. Bazen bu tartışmalara katılanların İslam ve ibadetle hiç alakası olmayan kişi ve kuruluşların olduğunu üzülerek takip ediyoruz.
Müslümanların günahlarından arınman imkanları bulduğu, birlik beraberlik mesajlarının verildiği bu mukaddes ayda imsak ve iftar saatleri konusunda ortaya atılan iddialar İslam âlemini rahatsız ediyor. Diyanet’in takvimine karşı bazı cemaatlerin ve kişilerin kendi takvimlerini oluşturup oruca başlama saatlerini farklı uyguladıkları biliniyor.
Bu konuda; Diyanet, ayetlere ve hadislere dayanarak imsakın ve sabah namazının ilk vaktinin ‘kırmızı şafak değil, beyaz şafağın ilk ışıkları, başlangıcı, enine yayılanı’ olduğunu kabul ediyor. Bunu tespit için de hem hesap yaptırıyor hem de gözlem yaptırıyor.
Bunu kabul etmeyen taraf ise şafağın kırmızı olduğunu, bunun da daha geç belirdiğini iddia ediyor. İddiasına nakil ve akıl (bilim) yönünden deliller ileri sürüyor.
Tarih boyunca müctehid âlimlerimizin İlim ahlakı şöyle demeyi gerektirir: “Benim görüşüm budur ve bana göre bu doğrudur, yanlış olma ihtimali vardır, başka görüşlere de saygım vardır ama katılmıyorum, doğruda olabilir.”Mutlak olmayan yani ayet ve kesin hadislere dayanmayan delillerde yaklaşım bu olmalıdır. İşte bu söylendiği zaman kafalar karışmaz, insanlar bölünmez, ümmet tefrikaya düşmez.
Diyanet’in hem imsak hem de sabah namazının ilk vakti için yaptığı belirleme gönül rahatlığı ile uygulanabilir. Diyanet bunu yaparken uzmanları topluyor, üniversite ile işbirliği yapıyor, samimi ve ilmî bir sonuca ulaşıyor, bunun doğru olduğuna inanıyor ve ilan ediyor.
Eskilerin deyimiyle “ya imam olacaksın, ya imamı bulacaksın.” Bu konuda, ilmî ehliyete sahip bir heyet tarafından uzun yılların ictihad ve birikimlerinden faydalanan ve devletin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığına tabi olmak en güzelidir diye düşünüyoruz.
İslam’da ve Demokrasilerde Seçme ve Seçilme
Bu hususta İslam’ın oluşturduğu Ehlü’l Hal ve’l-Akd Denilen bir müessese vardır. Ehlü’l Hal ve’l-Akd; bir İslâm âmme hukuku terimi olup, İslâm devlet başkanını seçme ve gerektiğinde onu azletme yetkisine sahip olan kimselerin oluşturduğu meclistir.
İslâm hukukunda, müslümanların devlet başkanına “halife, İmam, mü’minlerin emiri” isimleri verilmiştir. Âyette: “Onların işleri aralarında şûra (danışma) iledir” (eş-Şûrâ, 42/38) buyurulur. Bu âyet, İslâm idaresinin müslümanlar arasında sûrâ esasına dayandığını ifade etmektedir.
Ayrıca, müslüman toplumun, devlet başkanı kontrol edecek, devlet işlerini düzenleme ve yürütmede ona katılacak bir topluluğu seçip görevlendireceğine işaret etmektedir (Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s.143). Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem efendimiz bu hususta; “iş ehli olmayana verildiğinde kıyameti bekleyiniz” buyurarak işin ehemmiyetini, yüklediği sorumluluğu ve ahrete taalluk eden yönünün de olduğunu dile getirmiştir.
Kimlerin devlet başkanı adayı ve kimlerin de seçmen olacağı âyet, hadis veya icmâ ile belirlenmemiş, ancak İslâm’ın genel prensiplerinden hareket edilerek ehlü’l-hal ve’l-akd meclisi üyelerinde şu vasıfların bulunması öngörülmüştür:
1) Adâlet: Bu üyelerin her yönü ile doğru bilinen, takvâ ve mürüvvet sahibi olması gerekir. Bu vasıf, İslâm’ın emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir.
Bilgi: İslâm’ın aradığı şart ve vasıflan bilmeye yeterli ilim sahibi olmalıdırlar.
3) Görüş ve hikmet sahibi olmak: Adaylar arasından bu göreve en lâyık, maslahat bakımından daha uygun ve daha bilgili olanı seçmeye götürecek bir görüş ve insanları tanıma kabiliyetine sahip olmak gerekir.
Hz. Ebu Bekir zamanında Kur’an-ı Kerim’in tek mushafta bir araya getirilmesinin arka planında maslahat vardır.
Devletin başında bir başkan olması insanların maslahatınadır. Başkanın nasıl seçilecek olması ayet ya da hadisle tayin edilmediğinden içtihatla tesbit edilmelidir. Nitekim Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman radiyallahu anhumun halife seçilmelerinde farklı usuller tercih edilmiştir. Halifelerin seçiminde farklı usullerin kullanılması Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’e aykırı olmayan sistemlerin insanların maslahatı söz konusu olduğunda esas alınabileceğini gösterir. Müslümanlar, gayr-i müslimlerden devlet başkanının seçimi dâhil, herhangi bir teoriyi ya da pratik çözümü nassa veya şer’i bir kaideye aykırı olmama şartıyla alabilirler.
Devlet başkanını seçerken dikkate alınması gereken hususlar özellikle de oy vermek birçok açıdan “şahadet” sistemine benzer. Bu yüzdendir ki ergenlik, akıl, hürriyet, İslam, adalet gibi şahitte bulunması gereken şartlar, seçilecek kişide de bulunmalıdır.
İnsanların oy vermekten sakınmaları, şahitlik etmekten yüz çevirmelerine benzer.
Buna göre oy vermekten sakınan kişiler ehliyetsiz kişilerin seçilip idareci olmalarına sebep olduklarından günahkâr olurlar.
Günümüzdeki seçim sisteminin batılılar tarafından da kullanılması ya da mevcut haliyle onlar tarafından geliştirilmiş olması meşruiyetine bir zarar vermez. Çünkü devlet başkanının seçilmesi anarşi gibi cemiyeti rahatsız eden zararların ortadan kaldırılmasını temin eder. Bu ise, ümmetin maslahatının bir gereğidir.
Müslümanların kanunları yapacak güç ya da çoğunlukta olmadıkları toplumlarda da maslahatları gereği devlet başkanı seçimine katılmaları gerekir. Hatta Müslümanlar, haklarını savunacağına, eza ve sıkıntıyı onlardan gidereceğine dair kesin bir vaatte bulunan bir gayri müslime dahi oy verebilirler. Nitekim Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem Taif’ten Mekke’ye dönerken müşrik olmasına rağmen Mutim b. Adi’nin korumasını talep etmiş ve Mekke’ye Onun himayesinde girmiştir.
Demokrasilerde seçme ehliyeti yaş ile ilgilidir. Demokrasi çoğunluk iktidarının rejimidir. Liyakate bakılmaksızın her bireye eşit seçme hakkı verir. Her 18 yaşına ulaşan vatandaş seçme yetkisine sahiptir. Bir âlim veya profesörün oyunu iki aklî muvazenesi yerinde olmayan, cahil insan anlamsız hale getirebilmekte. Bazen öyle oluyor ki 51 kedi, 49 aslanı boğuyor. Seçilen kişilerde ise liyakatten önce alabileceği oy potansiyeli dikkate alınmaktadır.
Müslüman için oy vereceği adayda arayacağı en kritik şey Allah İnancına sahip olup olmadığıdır. Önemli olan ikinci kıstas ise oy vereceği kişi ve kurumlara oy verdiğinde müslümanların ne kadar menfaatine olduğuna bakmasıdır. Bireysel olarak değil kitlesel olarak düşünüp değerlendirebilmelidir. Asla hiç bir siyasi partiyi ve görüşü İslam’dan daha önemli öncelikli görmemelidir. Siyasi partiler, liderler gelip geçicidir. Fakat bu vatan bizimdir. Bu din İslam bakidir.
Netice itibariyle seçmek ve seçilmek islamda kula ciddî sorumluluklar yüklediği unutulmamalıdır. Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz;”Kim bir hayra vesile olursa o hayrı yapmış gibidir, Kim bir şerre vesile olursa o şerri yapmış gibidir” buyurmaktadır. Çünkü oy vermek, yetki vermek demektir, “beni böyle yönet” demektir, emanetleri ehline vermek veya vermemek demektir. Ve oy vermemek de aslında gizli oy vermektir. Yani oy vermezsen bile, başka bir görüşü desteklemiş olmaktasın. “Bî taraf olan bertaraf olur.” Verilen oyun da bir anlam ifade etmesi lazımdır.