İhlâs’tan Hâsıl Olan İmandır

Kur’an’ı Kerim esasında üç ana konuyu ele almaktadır: Tevhit, Nübüvvet ve Ahiret. Bazı sureler bu konulardan sadece birini muhteva eder. Üç dört ayetle konunun özünü ortaya koyuverir. Bizim konu alacağımız İhlâs suresi de bunlardan biridir. Tevhid konusunun temelini, yapısını, çatısını inşa eden, şirkin köküne kibrit suyu döken bir suredir adeta.
4 ayettir, Mekki bir suredir. Risaletin üçüncü yılında ve Felak-Nas surelerinden sonra inzal olduğu rivayet edilir. Sığınılacak olanın, Allah olduğu Rab, burada tanıtılır.
Surenin “قل” (De ki) emriyle başlaması bir soru üzerine indiğini gösteriyor. Müşriklerin “nasıl bir Rab?” diye sormaları üzerine Allah azze ve celle kendini tanıtan ayetler indiriyor. Surenin ismine binaen İhlâs; arı duru bir iman ortaya koymaktır. İşte biz buna “Tevhit” diyoruz. Peygamberimiz aleyhisselam “İhlâs suresi Kur’an’ın üçte birine denktir.” derken, üç ana konudan sadece birinin burada tamamlandığına işaret ediyor.
İhlâs suresi Allah’ı tanıtan bir yapıya sahiptir. Onca farklı ilahlar edinen kimselere aslında “Aradığınız ve bulmanız gereken Rab, bu özelliklere sahip olmalıdır.” demektedir.
HAYATIMIZ HANGİ MERKEZDEN YÖNETİLİYOR?
“Nasıl bir Rab?” sorusuna ilk ayet şöyle cevap veriyor:
احد الله هو قل “De ki: O Allah Tektir.”[1]
Yani sana Rab’bini soranlara tebliğ et, tek olan ilaha yönelsinler. Müşriklerin zihninde bir Allah inancı var. Hatta onlara “gökleri ve yeri kim yarattı?” denildiğinde “Allah yarattı.” derler.[2] Allah’ı yüce bir varlık olarak kabul ettiklerini Fil vakasında da görebiliyoruz. Kâbe’nin içinde bulunan ve sayısı 360 olan putlarını terk edip Allah’a güvenmişlerdi.[3] Fakat şöyle bir sorun var. “Böyle yüce bir varlığa aracı olmadan ulaşamayız.” düşüncesi onların inançlarını şirk deryasına batırıyor.
Şirk en büyük zulümdür. Dünyayı imar için gönderilen insan, Allah’tan başka varlıklara taparak veyahut Allah’tan başka kimselerin istek ve arzularına göre yaşayarak ahiret hayatını heba eder ve böylece kendisine en büyük zulmü etmiş olur.
Nedir ki şirk; Allah’a ortaklar koşmak mı? Var mı ki böyle bir ortak? Her şeye gücü yeten, hem hayat veren, hem öldüren, hem zahir, hem batın olan… Gözlerimizi çevirip tekrar tekrar bakalım, gözlerimiz böyle bir ortağı bulmaktan aciz bize geri dönecektir. O halde insan Rab’bine nasıl ortaklar koşar?
Hayatımızı bir şekilde kumanda ediyoruz. Önemli olan bu kumandayı kimin eline verdiğimizdir. Her kurumun bir merkez üssü olduğu gibi insanın da yönetildiği bir merkez üssü vardır. Hayat çarkımızın etrafında döndüğü ana eksen. Hayatımızın merkezine Allah’tan başka aldığımız her şey bir nevi ortaklar olarak adlandırılıyor.
Hayatının merkezine parayı koyanlar için, bütün hayat paradan ibarettir. Onların hayatını kazanç, yatırım, pazar, ithalat, ihracat, dolar, altın, para gibi kelimeler meşgul eder. Politika merkezli yaşayanlar için bütün hayat siyasetten ibarettir. Onlar ise seçim, sandık, oy, parti, iktidar, muhalefet gibi kelimelerle ilgilenirler. Hayatının merkezine sporu koyanlar için bütün hayat tuttukları takımdan ibaret olup, kim transfer edilmiş, hangi futbolcular kaç gol atmış gibi sorular sorarlar. Anahtar sözcükleri ise maç, takım, gol gibi kelimelerdir.
Sürekli eğlenerek hayatını geçiren insanlar vardır. Bunlar da hayatının merkezine şarkı, türkü, sinema, tiyatro gibi kelimeleri alırlar. Hayatları top 10 listesinden, konserden, gösteriden ibaret olan insanlardır. Hayatının merkezine bir de karşı cinsi koyanlar vardır ki, bunlar da aşk, meşk, sevgi, flört gibi kelimelerle günlerini geçirirler. Bunun dışında ideolojilerin, sistemlerin kurbanı olanlar vardır ki bunlar ayrı dünyaların insanıdırlar, sisteme ayak uydurur, ona göre yaşarlar.
Burada şu soru sorulabilir. İnsanın hayatında paranın, siyasetin, sporun, eğlencenin, kariyerin vb. şeylerin yeri yok mudur? Elbette vardır. Fakat bunlar hayatın merkezini teşkil ediyorsa sorun buradadır.
Bir mü’min’in hayatının merkezinde Allah’ın rızası olmalıdır. Bunun için mücadele eden her kimse arı, duru bir imanın adı olan ihlâsı, eninde sonunda kazanacaktır.
Zatında, rububiyetinde, ilminde, öldürmede, diriltmede, her zaman ve her yerde tek olan yüce zâtın şanı ne yücedir. Başkasına kulluktan Allah’a sığınırız.
Zaman zaman kendisini dev bir aynada gören, kendi kendine yeteceğini düşünen insana Allah burada şöyle sesleniyor.
HER AN ALLAH azze ve celle’ye MUHTACIZ
الصمد الله“Allah her şeyden müstağnidir ve her şey ona muhtaçtır.”
Bir varlığın Allah olarak tanınması için ehadiyet ve samediyet sıfatlarının olması gerekir.
Samed; başkasına muhtaç olmayan, kendi kendine var olup, varlığını kendi kendine sürdüren varlık demektir. Kendisinde eksik, gedik, kusur ayıp olmayandır. Hz. Ali efendimiz de Samedi; aldığı kararları asla gözden geçirilemeyen efendi olarak tanımlar.[4]
Fatır Suresi 15. ayeti kerime bu konuda çok toparlayıcıdır. “Ey insanlar Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir.”
Yeryüzünde ne kadar varlık varsa gerek varlıkları ve gerek varlıklarını sürdürebilmeleri noktasında Allah’a muhtaçtır. İnsan acziyetine binaen problemlerini çözme konusunda Allah’a başvurur. Bu da sığınarak, yönelerek, dua ederek gerçekleşir. Bu manada Samed; kendisine sığınılan varlık demektir.
Her işinde her anında Allah’a sığınan bir kul ihlâs ve samimiyeti yakalamış demektir. İnsan bollukta Allah’ı unutur, darlık zamanında da Allah’a yakarmaya başlarsa samimiyetsiz bir kulluk sergiliyor demektir. Her kim sevinçli zamanlarında Allah’ı anarsa, Allah da üzüntülü zamanlarında onu yalnız bırakmaz. Ve böylece her an Allah’a muhtaç olmanın bilincinde olmaktır ihlâs…
Allah azze ve celle surede kendisini tanıtmaya devam ediyor.
MÜSLÜMANI, MÜSLÜMAN ETMEK?
يولد لم و يلد لم “O baba değildir, oğul da değildir”
Burada kısa bir parantez açalım. Genellikle bu ayetin meali “doğurmamış ve doğrulmamış” şeklinde çevrilirken biz burada “baba da değildir, oğul da değildir” şeklinde zikrettik. Bunun sebebi şudur; Allah azze ve celle’nin zatıyla ilgili sıfatların başka hiçbir varlık için kullanılmaması gerekir. Bir anneden doğrulmayan varlık olarak Hz. Adem de akla gelebileceği için bazı müfessirlerimiz “baba da değil, oğul da değil” mealinin Arapça anlamıyla da çelişmediği için kullanımını uygun görmüştür.[5]
Bu ayeti kerimede hiçbir varlığın babası olmadığını belirterek, bir taraftan Yahudilere, bir taraftan Hristiyanlara, bir taraftan da melekleri Allah’ın kızları sanan Mekke müşriklerine ve bütün zamanların Allah’a çocuk isnat edenlerine bir meydan okumaya burada şahit oluyoruz. Dolayısıyla Allah’ı babası gibi kabul eden anlayışı şiddetle reddediyor, kilisenin de havranın da, ateizmin de bütün uydurduğu yanlış anlayışı, küfrün idrakini ayaklar altına alan bir cevap veriyor.
Peygamberimiz başka dinlerin yaşantısına benzeyen bir hayattan Müslümanları oldukça sakındırmıştır. Tırnak keserken bile bir Hristiyan’a bir Yahudi’ye benzemesin diye nasıl kesilmesi gerektiğini göstermiştir. Şu durumda ihlâslı olmak gerekiyor. İslam biraz Hristiyanlık’tan, biraz Yahudilik’ten, biraz Budizm’den yama yaparak yaşanacak bir din değildir.
Bugün yaşantımızın her alanında ihlâs arıyoruz. Bakışta, sezişte, anlayışta, yaşantıda… Görünüşte herkes Müslüman. Lakin acaba daha iman kalplerimize yerleşmedi mi ki… Evlerimiz, aile yaşantımız, düğünlerimiz… İhlâsı bir çanak antenden mi öğreniyoruz? Orda ne görürsek aynıyla yaşama çabamız niye? Müslümanı Müslüman etmek gibi bir derdimiz var bugün… Üç mağara arkadaşını biliyorsunuz. Yağmurdan kaçıp mağaraya sığınmışlardı. Kayalar mağaranın kapısını kapatınca, bu üç arkadaş ihlâsla yaptıkları ameller sayesinde oradan kurtulabildiler. Ya bizler bugün girmiş olduğumuz gösteriş, lüks ve batılı / Hristiyani bir yaşantıya mahpus olduğumuz mağaralardan çıkış arıyor muyuz? Bizi kurtaracak ihlâslı amellerimiz var mı?
Bizi kurtaracak olan tek hakikat ihlâs, ihlâs, ihlâs…
VEL HÂSIL KELAM
Ve son ayet;
احد كفوا يكلله لم و “O’na denk hiçbir şey yoktur.”
Allah’ın kendisine denk olabilecek hiçbir varlık yoktur. Aslında burada “O halde insan Rab’bine nasıl ortaklar koşar” sorusuna da cevap verilmiş oldu. Ortak koşacak denk bir varlık asla olmayacaktır. Bu sadece insanın kendi kendine zulmetmesidir.
“Rabbin nasıl bir varlıktır?” sorusunun cevabı olan İhlâs suresini irdelemiş olduk. Allah’ı sıfatları ile tanımak ihlâslı bir iman kazandıracaktır. Bu surenin mesajı bir hakikat denizidir. Bu hakikatleri yaşamak ise en büyük gayemizdir.
[1] Diyanet, Kur’an Yolu Meali
[2] Lokman, 25
[3] Ali Küçük, Besairul Kur’an, İhlâs suresi tefsiri
[4] Ali Küçük, age.
[5] Beydavi; Envarüt Tenzil ve Esrarüt Te’vil, İhlâs suresi tefsiri.