Hayal – ilkadim DergisiHayal – ilkadim DergisiHayal – ilkadim DergisiHayal – ilkadim DergisiHayal – ilkadim Dergisi

Hayal

Hayal

 İlkbaharın gelişiyle hava ısınmış, gökyüzündeki beyaz bulutlar dağılmış, yerini masmavi semaya bırakmıştı. Ağaçlar tekrar çiçek açmış ve pırıl pırıl parlayan güneşin altında rengarenk açan çiçeklerin kokusu, sarı taşlı, mütevazı evlerin sokaklarını sarıyordu. Kuşlar sokak çalgıcılarını aratmıyor, cıvıltıları her sokakta yankılanıyordu. Sokakların neşe kaynağı ise çocuklardı, onların neşesiyle şenleniyordu bu güzel sokaklar.

Küçük ve güzel bu şehir, ilkbaharın gelişiyle huzur bulmuştu. Orta boylu, zayıf, siyah gözlü ve oldukça yakışıklı, çalışkan, ağırbaşlı ve güzel ahlaklı bir genç olan Abdullah daha on beş yaşında bir lise öğrencisiydi. Şehrin huzurlu ve mutlu gençlerindendi. Şehirde vakit öğleyi biraz geçmişti. Abdullah okuldan çıkmış, sırtında siyah çantası, üzerinde gri forması vardı. Sessiz ve dalgın halde yürüyordu. Okulun yorgunluğu hala üzerindeydi. Biraz yürüdü, susadı ve çantasının kenarında duran su şişesini alıp birkaç yudum içti. Sonra tekrar şişeyi yerine koyup yürümeye devam etti. Birden arkasından birkaç kişi seslendi, bunlar Abdullah’ın okuldaki arkadaşlarından başkası değildi. Abdullah arkasını döndü, arkadaşları ona bağırıyorlardı:

–“Abdullah! Hadi gelmiyor musun? Top oynayacağız.”  Abdullah onlarla oynamayı çok istedi lakin gitmesi gerektiğini biliyordu ve arkadaşlarına:

–“Siz oynayın ben gelemeyeceğim, gitmem gerekli işim var.” dedi ve arkasını döndü. Gecikmemek için koşar adımlarla gözden kayboldu. Arkadaşlarından birisi:

–“Allah Allah… Çocukta bu günlerde bir şeyler var ama anlarız bakalım yakında.” dedi ve sonra top oynamaya gittiler. Arkadaşı doğru söylüyordu, Abdullah her okul çıkışı marangozhaneye gidip çalışıyordu, çünkü. Hayallerini gerçekleştirmesi için para biriktirmesi gerekliydi.

Aradan bir müddet geçtikten sonra marangozhane göründü. Abdullah başını yere eğmiş, hızlı adımlarla yürüyordu. Nihayet marangozhanenin önüne gelmişti. Duvarları kararmaya yüz tutmuş marangozhanenin gri, eski, demir kapısı duvarın yarısını kaplıyordu ve içeriden gelen sesler yapılan işin ne kadar zor ve yorucu olduğu anlatıyordu. Abdullah’ın kulağı seslere iyice alışmıştı. Abdullah kapıyı yavaşça açtığında derin bir talaş kokusu ciğerlerine dolmuştu. İçeride kısa boylu, göbekli, saçları hafif seyrelmiş Hasan Usta kalasları kesiyordu. Sesten Abdullah’ın geldiğini bile fark etmemişti. Abdullah ustasına selam verdi:

–“Selamünaleyküm usta! Kolay gelsin.” Dedi. Ustası hafif bir tebessümle:

–“Abdullah hoş geldin evlat, nasılsın bakalım?”

–“İyiyim ustacığım, sen nasılsın?”

–“Ben de iyiyim evlat. Haydi, üstünü değiştir de işimize koyulalım, zira çok işimiz var.” Abdullah, sırtından çantasını çıkardı ve marangozhanenin arka tarafındaki kabinde iş kıyafetlerini giydi, ustasının yanına geldi. O gün işler uzun ve yorucu geçmişti. Saatler süren yoğun çalışmadan sonra marangozhaneyi kapatma zamanı gelmişti. Sırayla önce Hasan Usta sonra Abdullah arka tarafa gidip kabinde kıyafetlerini değiştirdiler. Abdullah kabinden çıktıktan sonra duvarda asılı arkası puslu aynada elleriyle saçını taradı, çantasını aldı ve ustasıyla beraber marangozhaneden çıktı. Hasan Usta marangozhanenin kapısını özenle kapatıp kilitledikten sonra Abdullah’a dönüp:­­

–“Sağ ol evlat, dikkatli git, Allah’a emanet ol…” dedi. Abdullah hafif bir tebessümle ustasının yorgunluktan çökmüş yüzüne bakarak:

–“Ne demek ustacığım, işimizi yaptık. Sen de sağol, Allah’a emanet ol…” İkisinin de yolu birbirine tersti. Hasan Usta sola, Abdullah ise sağa doğru yürüdü. Başını yere eğip hızlı adımlarla evinin yolunu tuttu. Başını kaldırdığında sarı taşlı üç katlı apartmanın beyaz demir kapısını gördü. Saat yedi buçuğa gelmişti. Güneş, yerini yavaş yavaş aya devrediyordu. Abdullah zili çaldı, kapı açılır açılmaz içeriye girmişti bile. Yorgunluktan merdivenleri ağır ağır çıkıyordu. Bir iki dakika sonra oturdukları kata geldiğinde kapıda kendisini bekleyen annesini görünce sevindi. Ayakkabılarını çıkarıp eve girdi. Annesi:

–“Oğlum hoş geldin, nasılsın, günün nasıl geçti?”  Abdullah yorgun kısık bir sesle annesinin sualine cevap verdi:

–“İyiyim anneciğim, güzel geçti, biraz yorucuydu ama yorulduğuma değdi. Sen nasılsın?”

–“Ben de iyiyim oğlum, evdeydim gün boyu hadi üzerini değiştir de mutfağa gel yemek birazdan hazır olur.”

–“Tamam, anneciğim geliyorum hemen.” dedi ve odasına girdi. Üzerini değiştirmeden ustasının verdiği haftalığı, biriktirdiği paraların arasına koydu. Abdullah mutluydu çünkü hayallerine ulaşmasına az kalmıştı, sadece biraz daha sabretmeliydi. Parayı dolabına koyup hemen ılık bir duş aldıktan sonra üzerine lacivert eşofmanını giydi. Rahatladığını hissetti, üzerinden büyük bir yük kalkmıştı sanki. Odasından çıkıp evlerinin uzun koridorunu geçip mutfağa geldiğinde masada annesini, babasını, kardeşini gördüğüne mutlu oldu. Onlarla beraber huzurlu bir akşam yemeği yiyecekti. İçeriye girip selam verdi ve masada kendisine ayrılmış yere yavaşça oturdu. Yemeği yerken babası:

–“Nasılsın oğlum, günün nasıldı?” Abdullah ağzındaki lokmayı yuttu ve babasına:

–“İyiydi babacığım, okulda derslere girdim, okul çıkışı da marangozhaneye gittim.” Babası Abdullah’ın her okul çıkışı çalışmasına gönlü razı değildi, ona üzülüyor ve hep şunu söylüyordu:

–“Oğlum neden bu kadar çok çalışıyorsun bir isteğin varsa bize söyleyebilirsin. Ben senin babanım oğlum.” diyordu. Abdullah babasının bu sözlerine ne diyeceğini bilemiyordu zira babasının da Abdullah’ın bu isteğini yerine getirecek imkânı da yoktu. Her seferinde babasına şunu söylüyordu. “Orada çalışmayı seviyorum babacığım”. Abdullah, yine öyle söylemişti. Yemekleri bitmiş hepsi bir köşeye çekilmişti. Abdullah’ın babasıyla kardeşi odada televizyon izliyor, annesi mutfakta bulaşıkları yıkıyordu. Abdullah ise odasına sessizce çekilmiş ders çalışıyordu.

Marangozhanenin bütün yorgunluğu hala üzerindeyken bile derslerini bırakmamıştı. Ne olursa olsun Abdullah derslerini asla ihmal etmiyordu, bu durumdan asla hoşlanmazdı. Sürekli derslerine çalışıyor, bir yandan dersler bir yandan marangozhane onun zayıf bedenini çok yıpratıyordu lakin Abdullah hayallerine sımsıkı sarılmış, onları düşündükçe güç buluyordu. İlerde olacağı mesleği hayal ediyor, derslerine çalışıyor. Mekke’yi, Medine’yi ve özelikle Kâbe’yi düşünüyor para biriktirmek için daha iştahla marangozhanede çalışıyordu. Abdullah’ın en büyük hayali işte buydu. Kutsal topraklara gidebilmek, umre yapabilmekti. Düşündükçe heyecanı artıyor, gidebilmek için can atıyordu. Biraz daha sabrederse gidebilmesi için parası tastamam hazır olacaktı. Çünkü biriktirdiği para iyice artmıştı. Saat ona geliyordu, Abdullah derslerini bitirmiş yatmak için hazırlanmıştı. Alarmını saat beşe kurdu ve yatağına serdi yorgun bedenini. Daha kafası yastığa değmeden uyumuştu bile. Günün verdiği yorgunlukla o gece deliksiz bir uyku çekti.

Sabah erkenden alarmı çaldığında birden uyandı. Yatağından usulca kalktı ve çalmakta olan saatin alarmını kapatıp odadan çıktı. Elini yüzünü bir güzel yıkayıp kendine geldikten sonra odasına tekrar geldi. Saat sabahın beşiydi, vakit kaybetmeden hemen kahverengi boyalı kenarları yıpranmış muhtemelen yedi yıllık masasının başına geldi, sandalyesini çekti ve oturdu. İki saat boyunca ders çalıştı. Saat yediye geldiğinde ise çantasını hazırlayıp içerisinde grinin birkaç tonu bulunan okul formasını giyindi. Kahvaltısını yaptı. Kapıya geldiğinde annesi de yanındaydı. Annesi Abdullah’a:

–“Allah’a emanet ol oğlum. Derslerini güzelce dinle marangozhaneye de gidersen kendini fazla yorma.”

–“Sağ ol anneciğim, siz de kendinize dikkat edin.” dedikten sonra annesi oğlunu yanaklarından öpüp yolcu etti. Abdullah evden çıktı. Masmavi gökyüzünde paralayan güneş bu saatlerde şehri bütün gücüyle aydınlatıyordu. Ağaçlarda açan renk renk çiçeklerin kokusu insan ruhuna huzur veriyordu. Sadece bu koku için bile erken saatte uyanmak değerdi hem henüz araba egzozları havaya karışmamıştı. Abdullah gönlüne huzur veren bu kokuyu derin derin teneffüs ederek kaldırımda küçük adımlarla okuluna yürüyordu. Bir müddet sonra uzaktan okulu göründüğünde adımlarını biraz daha büyütüp hızlandırdı. Okulun kapısından girdiğinde ilk duyduğu şey zil sesi olmuştu. Dakikalarca sessizlik içinde yürüdükten sonra duyduğu bu zil sesi kulaklarını hafifçe çınlattı. Abdullah hemen sınıfına girdi, o gün derslerini her zaman olduğu gibi güzelce dinledi, notlarını aldı ve okuldan çıkma vakti çoktan gelmişti. Okulun çabucak nasıl bittiğini anlayamamıştı. Her zamanki gibi okuldan çıkmış hızlı adımlarla marangozhaneye gidiyordu. Önüne okuldan arkadaşı Ali çıktı.

–“Abdullah… Arkadaşım nasılsın? Alelacele nereye gidiyorsun böyle?”

–“İyiyim Ali’m. Biraz işim var da onu halledeceğim.”

–“Abdullah kardeşim bir sıkıntın mı var? Kaç gündür bizimle beraber gelmiyorsun bir derdin varsa bize söyleyebilirsin sana yardım ederiz.” Abdullah bu konuyla ilgili konuşmak istemiyor, bir an önce marangozhaneye gitmek istiyordu. Ve arkadaşına:

–“Yok, arkadaşım, bir derdim yok…” gibi cümlelerle arkadaşını geçiştirdi ve oradan ayrıldı, marangozhaneye geldi. Hemen ustasına selam verip hemen üstünü değiştirdi, bir an önce işe koyuldu. Abdullah, acıkmıştı ve halsizdi bir yandan ter damlacıkları alnından süzülüyor bir yandan hiç bir şeyi yokmuş gibi işine devam ediyordu. Hasan Usta’nın dışarda biraz işi vardı. Abdullah’a:

–“Evlat benim biraz işim var, halledip geleceğim. Sen de dikkat et.”

–“Tamam, ustacığım sen git, ben buradayım. Hasan Usta, Abdullah’ın sesinden yorgun olduğunu anladı, fakat bir şey demedi ve dışarıya çıktı. Abdullah yalnız kalmış, halsizliği epey artmıştı. Gözleri kararıyor elleri tutmuyordu ve bir anda olduğu yere yığılıp kaldı. Terlemesi çoğalmıştı, gözlerini açamıyordu ve bir anda bayıldı. Baygınlığı sırasında bir rüya gördü. Rüyasında Kâbe’ye gittiğini umre yaptığını gördü. Aradan yarım saat geçti. Hasan Usta dükkâna gelmiş ve Abdullah’ı o halde görünce hemen yanına koştu ve:

–“Abdullah! Abdullah!” diye bağırınca Abdullah uyandı. Ustası çok korkmuştu.

–“Ne oldu evlat, neyin var, iyi misin? Hastaneye gidelim haydi.”

–“Yok, ustacığım iyiyim. Sadece biraz yoruldum o yüzden. Önemli bir şeyim yok.”

–“Peki, o zaman haydi sen eve git dinlen, bu hafta gelme. Al bakalım şu harçlığını da. İyice bir dinlen. Abdullah bir şey demeden hemen eve gitti. Hasan Usta ailesine de haber vermişti. Onlar da Abdullah için endişelenmişti lakin Abdullah onlara da önemli bir şey olmadığını söyledi ve odasına çekildi. Dolabını açtı ve ustasının verdiği parayı diğerlerinin arasına koydu. Tekrar saydı ve baktı ki onca zaman sabırla çalışıp biriktirdiği parası nihayet tamamlanmıştı. Ve sonra yatağına yattı huzurlu bir uyku uyudu.

Aradan iki hafta geçmişti. Abdullah’ın umre için gerekli olan bütün hazırlıkları tamam olmuş sadece tur şirketine gidip parayı yatırması kalmıştı. Sabah erkenden kalkıp yola koyuldu bir saat sonra uzaktan tur şirketi göründü lakin Abdullah’ın gözü sağ taraftaki parkta oturan kucağında bebeği olan kadına ilişti. Kadının üzerindeki kıyafetler eskimişti. Abdullah kadına doğru yürüdü ve yanına geldiğinde ağladığını gördü:

–“Hayırdır bir derdiniz mi var,  neden ağlıyorsunuz?”

–Sorma, çocuğum çok hasta, aç ne yapacağım bilmiyorum. Abdullah bu duruma çok üzüldü, hemen aklına biriktirdiği paralar geldi. Hiç düşünmeden paraların bir kısmını kadına verdi.

–“Al bu parayı çocuğunun karnını doyur. Ona kıyafetler al, evine bir şeyler al.” dedi.

–“Allah senden razı olsun kardeş ama bu para çok.”

–“Olsun sen al, lazım olur.” dedi. Parktan çıktı sonra tur şirketine baktı, baktı… Sonra tekrar dönüp kadına baktı ve yüzünde hafif bir gülümseme belirdi sonra şu sözleri söyledi:

–Ne güzel söylemiş peygamberimiz “Sadaka vermekle mal eksilmez, affedenin Allah-ü Teâlâ ancak şerefini artırır. Allah rızası için mütevazı olan kimseyi muhakkak Allah-ü Teâlâ yükseltir. En faziletli sadaka, aç bir karnı doyurmaktır.” Ben de Allah rızası için aç bir karnı doyurdum. Amacımıza ulaşamadık ama bir mazlumun gözyaşını dindirdik. Allah’ım elbet bir gün bana umre yapmayı nasip edecektir inşallah. Ben yine ya sabır der sabırla yine çalışır parayı biriktirim.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.