HAŞİR(MAHŞER)

HAŞİR(MAHŞER)

 

Kıyamet gününde diriltilecek olan mükelleflerin hesaba çekilmek üzere bir araya toplanması anlamında bir terim. Sözlükte “bir topluluğu bulunduğu yerden zor kullanarak çıkarıp bir meydanda toplamak” mânasına gelen haşir (haşr) kelimesi, kıyamet gününde yeniden diriltilen bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanmasını ifade eder. Toplanılacak yere mahşer, mevkif veya arasât denir. Buna göre haşir, kıyamet halleri arasında dirilişten sonra ikinci merhaleyi ifade eder.

Kur’ân-ı Kerîm’de haşir ve aynı kökten türeyen isim ve fiil şeklindeki müştakları kırk üç âyette yer almaktadır. Bunların büyük bir kısmında ahiretteki haşrin tasviri yapılır. Kur’an’ın, ancak Rableri huzurunda toplanacaklarından korkanlara fayda vereceği hususuna da işaret edilen bu âyetlerde belirtildiğine göre başta insanlar ve cinler olmak üzere şeytanlar, melekler, hatta tapınılan putlar bile hesaba çekilmek için haşredilecektir (Âl-i İmrân 3/158; el-En’âm 6/51, 72, 128; Sebe’ 34/40; el-Ahkâf 46/6). Yeryüzü yarılacak, insanlar süratle kabirlerinden çıkarak çekirgeler gibi kendilerini çağırana doğru koşacaklar (Kâf 50/44; el-Kamer 54/7-8); herkesin yanında biri ameline şahitlik etmek, diğeri de onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulunacaktır (Kâf 50/21). İlâhî buyruklara isyan etmekten sakınan müttakiler, Rahman’ın huzuruna süvari elçiler ve konuklar gibi yüzleri parlak ve sevinçli durumda haşredilirken kâfirler, zalimler ve Kur’an’dan yüz çeviren mücrimler gözleri korkudan dona kalmış, zincire vurulup katrandan gömlek giydirilmiş, kederli ve kara yüzlerini ateş bürümüş olarak kör, sağır ve yüzükoyun bir şekilde cehennem yoluna sevk edilecekler, hesap vermeleri için cehennemin etrafında diz çöktürülmüş bir halde bekletilecekler, sonunda da cehenneme atılacaklardır (ibrahim 14/49-50;el-İsrâ 17/97-98; Meryem 19/68, 85-86; Tâhâ20/102, 124-126; l-Furkân 25/34; Abese80/38-42).

Haşrin kötüsünden Allah’a sığınan ve fakirler zümresi içinde haşredilmeyi niyaz eden {Müsned, V 329; Tirmizî, “Zühd”,37) Hz. Peygamber’in hadislerinde haşrin kısımları, şekilleri, inanç ve amelleri değişik olan insanların haşir esnasındaki durumları hakkında çeşitli bilgiler verilmektedir. İlgili hadislerde haber verildiğine göre insanlar, üzerinde dağ, taş gibi yol gösterici hiçbir alâmetin bulunmadığı, kepeksiz un gibi bembeyaz ve dümdüz bir alanda haşredilecektir (Buhârî, “Rikâk”, 44). Kabirden ilk defa Resûl-i Ekrem (SAV) çıkacak, onu Ebû Bekir (RA) ve Ömer (RA) takip edecek, daha sonra Medine ve Mekke’de bulunanlar Peygamber’le birlikte mahşer yerine varacaklardır (İbnKesîr, i, 262). Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacak, fakat o günün dehşetinden erkekler ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdihamdan ve yaklaştırılan güneşin hararetinden ötürü dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükselecektir (Buhârî, “Enbiyâ5”, 8, “Zekât”,52).

İnsanlar inançlarına ve amellerine göre çeşitli şekillerde haşredilir. Kötülüklerden sakınanlar eğerleri altından olan emsalsiz binekler üzerinde haşredilir ve müstakbel hayatlarını özlerler. Bazıları ikişer, üçer, dörder, onar kişilik gruplar halinde develer üzerinde mahşer yerine götürülür. Bazıları da kavurucu güneş altında yaya olarak haşrolunur. Kâfirlere gelince bunların  liderleri yüzükoyun, diğerleri yürüyerek mahşere sevkedilir(Müsned, 1, 155; Buhârî. “Rikâk”, 45; Müslim, “Cennet”, 59; Beyhaki, s. 648; Kurtubî, s. 226, 237). İlâhî emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek (İbnKesîr, II, 8), başkasının arazisini haksız yere alanlar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar sırtında taşımaya mahkûm edilecektir {Müsned, IV, 173). Mahşer yerine gelen insanların gözleri gökyüzüne çevrilmiş halde kırk yıl bekleyecekleri, sonunda Hz. Peygamber’in şefaatiyle hesaba çekilme işleminin başlayacağı da hadislerde verilen bilgiler arasında yer alır (İbnKesîr, I, 267).

 

AMEL DEFTERİ

Ahirette insanların durumunu anlatan ayette şöyle buyrulur:

“Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar on­lar! Hayırda önde olanlar(sabikun), ecirde de öndedirler. İşte bun­lar Allah’a en yakın olanlardır.” (Vakıa, 56/7–11)

Bu sınıflardan “Sabikun” adını alanlar, Resuller, Nebiler, Sıddikler ve şehitlerdir. Bu gurupta olanların tamamı binitli olarak mahşer yerine gideceklerdir. Bunlar hiçbir hesaba çekilmeden doğrudan cennete girecek olanlardır. Bunlar için amellerinin mizanda tartılması söz konusu değildir. Bunlara ayrıca bir kitap da verilecek değildir.

Sağdakilerden kasıt, tüm inananlardır. Bunlar amel defterlerini sağ tarafların­dan alacak olanlardır.

Soldakiler ise kâfirlerle münafık olanlardır. İşte bunlar da mahşer yerine yüzükoyun sürünerek gideceklerdir. Bunlar da sol taraflarından ve arkalarından amel defterle­rini alacak olan kimselerdir. Ayette şöyle buyuruluyor:

“Amellerin yazıldığı defter açıldığında,” (Tekvir, 81/10), “Her insanın amelini veya kaderini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin ye­ter.” (İsra, 17/13–14)

Herkes o gün dünyada yazıcı melekler tarafından tutulan kitabını alınca, ister daha önce dünyada iken okuması olsun, ister olmasın, kitabını okuyacaktır. Kitabını okuması demek; o kimsenin dünyada iken yaptığı iyilik veya kötülük adına ne varsa hepsini bilmesi ve ta­nıması demektir.

İlgili ayeti kerimelerde şöyle buyrulur:“Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğ­rusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyor­dum, der. Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette hoşnut ka­lacağı bir hayat içindedir.” (Hakka, 69/19-23).“Kitabı sol tarafından verilene gelince, o: Keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı; saltanatım da benden koptu, yok olup gitti. Onu yakalayın da, ellerini boynuna bağlayın; sonra alevli ateşe atın onu!” (Hakka, 69/25–31). “Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur. Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer, 54/52–53)

Münafıklara gelince, bunlar defterlerini arkalarından ala­caklar. Çünkü münafıkların elleri arkalarına kelepçelenmiştir. Allah Teala şöyle buyuruyor:“Kimin de kitabı arkasından verilirse, derhal yok ol­mayı isteyecek, alevli ateşe girecek.”(İnşikak, 84/10–12).

Artık her insan kendi amel defterindeki durumunu öğ­rendikten, kurtulan ile hüsrana uğrayan meydana çıktıktan sonra sırat üzerinden geçme işlemi başlayacaktır. Bu sırada köprüden düşüp cehenneme girenler olacak, kurtulanlar da kurtulmuş olacaklardır.

 

MÎZAN

Sözlükte “bir şeyin ağırlığını tahmin et­mek, ölçüye vurmak, tartmak” anlamın­daki vezn (zine) kökünden türemiş bir isim olan mîzân “tartı aleti, tartmada kullanılan ağırlık; adalet” mânalarına ge­lir.Mîzanın âyet ve hadislerde kullanılışı çerçevesin­de terimleşen muhtevası ise âhiret hal­lerinin belli bir merhalesinde mükellefle­rin sorguya çekilmelerinin tamamlayıcı bir işlemi olarak ceza veya mükâfatı ge­rektiren amellerinin sayısal açıdan değerlendirilmesi şeklinde belirginleş­miştir.

Kur’an ve Sünnet’in açık beyanları, ve­zin ve mîzanın âhiret hallerinden veya orada gerçekleştirilecek işlemlerden biri olduğunu göstermektedir. Naslarda terazi (mîzan, me­vâzîn) kelimesinin yer alması ve hadis riva­yetlerinde “terazinin gözleri, çevrilen say­falar” gibi ifadelerin geçmesinden hare­ket eden bazı âlimler, mîzanın dünya ha­yatında kullanılanlarda görüldüğü gibi iki gözü ve ortada dili bulunan bir alet oldu­ğunu kabul etmişlerdir. Din terminolojisinde “amel” diye isimlendirilen iyi veya kötü davranışlar maddî değil manevî varlıklar grubuna girdiğinden mad­dî anlamdaki ölçü ve tartının sınırları dı­şında kalır. Bu sebeple amellerin değil on­ların yazılı bulunduğu amel defteri veya bu davranışları ortaya ko­yan kişinin kendisinin tartılabileceği dü­şünülmüştür.

Mîzan ko­nusunda benimsenen bir görüş de onun amellerin miktarını tesbite yarayan bir şeyden İbaret olup niteliğinin bilinemeye­ceği ve dünya terazileriyle mukayese edi­lemeyeceği şeklindedir. Bu hususu irdelemeyip mahiyetini Allah’a havale etmek en isabetli yöntemdir. Kıyametle ilgili nesne, olay ve işlemleri dünyadaki kavramlarla aynı saymak isabetli bir yöntem değildir. Ancak ilâhî beyanları benimsemek için on­ların içeriğine dünya tecrübeleri ve mantığı ile anlamaya çalışmak bir zorunluluktur. Bu açıdan bakıldığında mecazı öne alan anlayışı veya dünyadaki nesne ve olaylarla özdeşleştirmemek şartıyla teslimiyet yöntemini tercih etmek mümkündür.

 

ŞEFAAT

Şefâat için şöyle bir tarif yapılabilir: “Bir kimsenin bağışlanması için onun adına af dileme, maddî veya mânevî bir imkânı elde etmesi için yetkilisi nezdinde aracılık yapma”, özellikle dinî bir terim olarak “günahkâr bir mü’minin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için, Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin O’na dua etmesi, dilekte bulunması” ve daha çok “bu yüksek mertebeli kulların, âhirette günahkârların bağışlanması yönünde vukû bulacak aracılık ve dilekleri”.

Peygamberlerin ve bizim Peygamberimizin mü’minlerin gü­nahkârlarına ve büyük günah işleyenlere şefaat etmeleri haktır.

Bu konuda şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:“Benim şefaatim, Ümmetimden büyük günah işleyenler için­dir.”Bu hadisi, İmam Ahmed, Tirmizî, EbûDâvud, İbn-i Hıbban ve HâkimEnes’den rivayet etmişlerdir.

Şefaatin varlığına aşağıdaki âyet-i kerîmeler de delalet etmektedir:

“Bir de kendi günahına ve mü’min erkeklerle mü’mine kadın­lar için mağfiret dile.” (Muhammed: 47/19), “Fakat onlara, şefaatçıların şefaati fayda vermez.”(Müddessir: 74/48.) Bu âyetin mânası, mü’minlere, şefaatin fayda vereceğidir. Çün­kü kâfirlere şefaatın fayda vermeyeceğini beyan ediyor.

Buhârî, Müslim gibi sahîh hadîsleri toplayan müelliflerin kitaplarında yer alan birçok hadîs, bütün insanların mahşerde, korku içinde bekleşirken işlemin bir an önce başlaması konusunda Peygamberimiz’e (s.a.v.) mahsus şefâatten ve bunun yanında gerek O’nun ve gerekse diğer peygamberlerin, salih kulların, hocaların, talebelerin, dostların şefâatlerinden söz etmekte, bu şefâatlerin hak ve gerçek olduğunu söylemektedir. Dünyada insanların Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kabrini ziyaret etmek, O’na salât ve selâm okumak, ezan okunduktan sonra vesîle duasını yapmak, iyi insanlarla beraber olmak, onların sevgisini kazanmak, iyi evlât ve öğrenci yetiştirmek gibi amellerinin ilgililerin şefâatlerini hak etme bakımından tesirleri olduğunu ifade eden sahîh hadîsler de mevcûttur.

KAYNAKLAR:

Diyanet İslam Ansiklopedisi, Fıkhu’l Ekber Aliyyü’l-Kari Şerhi, Nesefi Akaidi.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.