HADİS İKLİMİ-Helal Kazanç

HADİS İKLİMİ-Helal Kazanç

Hayat, insanı geçimini temin etmek için mücadeleye mecbur bırakmaktadır. Her ne kadar rızkı veren Allah ise de onu elde etmek için çalışıp çabalamak insanoğluna düşmektedir.

Müslümanlar çalışma hayatına, günün en bereketli zaman dilimi olan sabah namazı ile başlarlardı. İnanan insan, sabah aydınlanırken kendisini hayırla rızıklandırması dua ve niyazlarıyla Allah’a iltica ederdi. İbadet aşkıyla güne erkenden başlayan mümin, aynı şevkle helalinden kazanmaya, maişetini alın teriyle temin etmeye koyulurdu. Allah Resulünün, “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, kendi kazancından olandır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” (Nesai) hadisini aklından çıkarmaz, Rahmet Peygamberi’nin, “Allah’ım! Ümmetim için (günün) erken vakitlerini bereketli kıl!” duasına mazhar olmaya gayret ederdi.

Bu duayı arkasına alarak tarlasının yolunu tutan, dükkânını açan, tezgâhının başına geçen, bir insanın çalışma iştiyakı elbette ki farklı olacaktır. Hem zamandan kazanan hem de fecrin bereketinden yararlanan Müslüman, böylece sadece maddi açıdan değil, manevi açıdan da karlı çıkacaktır. Dünyada başarılı olur, çünkü çalışan kazanır, kişi işinin hakkını veriyorsa er veya geç dünyadaki beklentilerine ulaşır. Alın teri ve emeği birleşmişse, helal kazanç için çabalamışsa ahiretini de kazanır. Zira kişinin ailesinin rızkını temin etmesi ve onları başkalarına muhtaç etmemesi, aynı zamanda dini bir gerekliliktir ve o bu görevini yerine getirerek ahiretteki mükâfatı da hak eder.

“Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud aleyhisselam da kendi elinin emeğini yiyordu.” (Buhari)

Allah tarafından birer örnek ve öğretmen olarak seçilmiş olan diğer peygamberler de çalışıp maddi ya da manevi bir değer üretme konusunda çaba içinde olmuşlardır.

Peygamberlerden her biri yaşadığı memleketin şartlarına ve imkânlarına göre birer meslek sahibiydiler. Hz. İdris terzilikle, Hz. Nuh ve Hz. Zekeriyya peygamberler marangozlukla, Hz. İbrahim, Hz. Hud ve Hz. Salih peygamberler ticaretle, Hz. Eyyub ise çiftçilikle uğraşarak kimseye yük olmadan rızkını temin etmenin en güzel örnekleri olmuşlardı. Hükümdarlığını yaptığı devletin gelirleriyle geçinmeyi uygun görmeyen Hz. Davud, usta olduğu demircilik mesleğinde demiri hamur gibi yoğurup şekil vermek suretiyle, zırh yaparak geçimini sağlamıştı. O, bir hükümdar olmasına rağmen kendi elinin emeğinden başkasını yememişti.

Mal biriktirmek ve mülk edinmek her ne kadar insanın ihtiyacı ise de aslında dünyalığa düşkün olan insan tabiatına uygun bir tutumdur. Elbette elde edilen serveti hayra vesile kılmak arzu edilen bir durumdur ama nihai hedef, malın, sahibini ilahi rızaya götürmesidir.

Öte taraftan, insandaki mal sevgisinin, servete düşkünlüğün ve mülk hırsıyla sermaye biriktirmenin bir sonu olmadığını, tamahkâr insanın asla tatmin olamayacağını, Allah Resulü şu çarpıcı ifadesiyle belirtmiştir: “Ademoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doldurur. Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (Buhari)

Geçimini sağlamak için çalışmanın farz bir ibadet olduğu düşüncesiyle diğer ibadetleri terk etmek de doğru bir davranış değildir. İbadet, insanı yaratan ve ona pek çok lütuflarda bulunan Yüce Yaratıcı’ya teşekkürü ifade etme biçimidir. İnanan insandan beklenen, imkânlar nispetinde kendisini ve ailesini huzur içinde yaşatmaya yetecek kadar çalışması, bunu ibadet bilinciyle ve karşılığını sadece Rabbinden umarak yapması, diğer taraftan da Rabbi ile arasındaki kulluk bağını zedelememesidir: “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nur, 37)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.