HADİS İKLİMİ – Allah’a Kul Olabilmek

İbn Abbas radiyallahu anh anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber aleyhisselam’ın arkasında (bineğe oturmuş gidiyor) idim, bana şöyle buyurdu: “Evladım! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki O da seni korusun. Allah’ı(n hakkını)koru ki O’nu hep yanında bulasın. Bir şey isteyeceğinde Allah’tan iste. Yardım dileyeceğinde Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki bütün toplum (varlık âlemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için bir araya gelse, ancak Allah yazmışsa sana destek verebilirler. Yine (bütün varlık âlemi) bir konuda sana zarar vermek için bir araya gelse, ancak Allah yazmışsa sana zarar verebilirler. …” (Tirmizi)
Allah’ın üzerimizdeki en büyük hakkıdır O’nu tanımamız, O’na kul olmamız ve O’nun tekliğini şeksiz şüphesiz kabul etmemiz. Çünkü O bütün varlığı ve insanı yaratmıştır. Hem de en güzel bir şekilde yaratmıştır. Varlığımızın yegâne sebebi O’dur ve insan, hakkında “Ol!” emri verildiği için insan bu dünyada vardır.
İnsanoğlunun yaratılışı sebepsiz ve gayesiz de değildir. Mahlûkatın en şereflisi olarak yeryüzünde halife sıfatıyla var ettiği kulundan Yüce Yaratıcı’nın ilk beklentisi, varlığını O’na borçlu olduğunu bilmesi ve O’nun kudreti karşısında boyun eğmesidir. O, sadece Allah’a kulluk etmek için yaratılmış ve imtihan dünyasına gönderilmiştir. Kul da kul olduğunu bilip mütevazı tavrını korur, azamet ve kibriyanın, yücelik ve üstünlüğün sadece Allah’a ait olduğunu benimserse Rabbi, onu içinden ırmaklar akan cennetlerine koyacaktır.
Kul, Rabbini inkâr ederek kendini büyük görür, O’nun emir ve yasaklarına uymaz ve kulluğunu unutursa, işte o zaman, ahirette kendisini azaptan kurtaracak yardımcı bulamayacaktır. Bu yüzden insan, Rabbi karşısındaki konumunu bilmeli, alçakgönüllülüğünü korumalı ve O’nun şu uyarısını unutmamalıdır: “Allah’ı unutan ve bu yüzden de Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşr, 19)
Bütün mahlûkatı yaratan Rabbimiz cömertlikte eşsizdir. O’nun gece-gündüz demeden verdiği nimetler saymakla bitmez, tükenmez. Her nimet bizim için aynı zamanda bir imtihan vesilesidir. Zaten Rabbimiz bizi, hangimizin dünyada daha güzel davranışlarda bulunacağını belirlemek için yaratmıştır.
İşte bu sınavı kazanmak ancak haddini bilmekle, Rabbimizin bize koyduğu sınırlara elimizden geldiğince riayetle ve O’nu sevmekle mümkün olacaktır. Çünkü Allah, kendisine itaat edeni sever, onu görür, gözetir ve kollar: “Ey Ademoğlu!” der; “Her durumda kendini bana kulluğa ada ki, gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını gidereyim.”
Rabbimiz, kendisinden isteyeni asla kapısından kovmaz. Yeter ki, sadece O’na dayansın, samimi bir kalp ile “Allah’ım! Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” diyerek tevekkül etsin onu Yaratan’a. O Yaratan ki samimi bir şekilde ibadet eden kulunu sever, ne isterse ona ihsan eder.
Kul eğer Rabbinin varlığını ve nimetlerini inkâr eder, O’nun birliğini unutup ortak koşar, emir ve yasaklarına riayet etmez, kibirlenir ve O’nu anmaktan uzaklaşıp kendisini Yaratan’ı unutursa, Rabbi de kulunu unutur ve uzaklaşırlar birbirlerinden. İşte Yüce Allah, böyle bir kulun yüreğine korku salar, ahirette yüzüne bakmaz ve en büyük azaba uğratır onu.
Unutmamalıyız ki Allah, her zaman kendisine inanan ve güvenen kullarıyla beraberdir, onların yanındadır. Onlar Allah katında en yüksek derecelere nail olacaklardır. Ve velileri, hamileri, sahipleri Allah’tır onların. Rabbimiz sevdiği kulunu her an kollar, gözetir, yalnız bırakmaz, terk etmez, duymazlıktan gelmez. Bedir’de Rasulullah’a ve inanan ashabına meleklerle nasıl yardım ettiyse, inanan kuluna da her halde ve durumda yardım eder. Yeter ki kul, Rabbine güvenip dayansın ve can-ı gönülden “Ve kefa billahi vekîla” (Vekil olarak Allah yeter.) diyebilsin.
Merhum Mehmed Akif’in dediği gibi:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!”